Yektan Türkyılmaz bu yazısında tarihsel izleklerin izinde Kuzey Kürt ulusallaşması kapsamında Kürt Hareketi’nin ideolojik şekillenişinin önemini tartışıyor.
Ehlê nezer ne bên ku “Kurmanc îşqê ne kırın ji bo xwe amanc”Fikir insanları demesinler ki “Kurmanclar aşkı kendilerine amaç edinmediler” Ehmedê Xanî
Yazı dizisinin önceki bölümünde HDP/HDK projesinin darboğazını tartıştım ve bunun DEM Parti içerisinde ortaya çıkardığı tartışmalara genel olarak değindim. Bu bölümde yoğunlaşacağım sorunsal ise Kürt Hareketi’nin ideolojik ve politik çizgisinin salt bir tercih olup olmadığı olacak. Bir başka deyişle, Kuzey Kürt ulusallaşmasının tarihsel, kültürel ve demografik oluşum ve dönüşümü Kürt siyasi hareketine ne tür manevra olanaklar sunduğu veya sınırlar koyduğu olacak. Kuzey Kürt Ulusallaşmasını TarihselleştirmekBu sorunsalı irdelemeye geçmeden önce Kuzey Kürt ulusallaşmasına dair bazı temel tespitler yapmam gerekecek. Zira, Kürt ulusallaşması hakkındaki ön kabuller ve kavramsallaştırmalar anakronistik bir tarihselleştirmenin ve özcülüğün gölgesinde kalmaya devam ediyor. Ulusallaşmaktan kastım Kürtlerin kendileri içinve kendileri tarafından tanımlanan, şekillendirilen dinamik bir cemiyete dönüşmeleri. Bunun karşıtı ise başkalarının bakışında, dillerinde ve tarifinde Kürt olmak, bunun tarihi ister Xenefon’a, ister Medlere, ister Arap kaynaklarına vb. götürülebilir. Maalesef, bu tür diğerleri için Kürt olmanın delillerine referansla Kürtlüğe ortak ve/ya tek kök varsayan anlayışlar hala bir tek popüler anlatılarda değil, akademik yazımda bile egemen. Bu varsayımların dayanağı Kürt ulusunun şu veya bu (çoğu grup dışı işgal, şiddet vb.) sebeple farklılaşmış linguistik, coğrafi, inançsal vb. ortak ve arkaik aidiyeti haiz bir özden geldiği iddiası. Bu tür kavrayışlar kaçınılmaz olarak en azından kültürcülük kolaycılığına saplanıyor. Buradaki tartışma açısından ulusallaşma sürecini Kuzey olarak ayırıyorum. Çünkü son yüzyıl içerisinde Ortadoğu’da Kürt ulusallaşmaları birbirlerine değişik biçim ve ölçeklerde etkide bulunmakla beraber farklı belirleyici bağlam, olanak ve siyasi aktörlükler elinde şekillendi. Nihayetinde birbirlerinden ayırt edilebilir biçimler aldılar. Kuzey Kürt ulusallaşmasını kurtarıcı olmaktan çok kurucu ve hatta yaratıcı bir süreç olarak tanımlamak yerinde olur. Zira Kuzey Kürt Hareketi, dil, inanç, yöre vb. aidiyetler üzerinden birden fazla ulus çıkarması veya mevcut ulus kurgusunun (en başta Türklük) içerisinde tamamen erimesi potansiyel olarak mümkün olan bir nüfusu tek ve ayrı bir ulus utkusuna mobilize etmeyi başardı.Mevcut durum itibariyle, Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Kafkasya kimlik algısı, grup tahayyülü ve gelecek arzuları bakımından özdeş olmayan en az üç farklı Kürt ulusallaşması süreçleriyle karşı karşıyayız. Bu süreçlerin nüfuz alanları kati olarak birbirinden ayrılamaz ve de mevcut ulusal sınırlara indirgenemez. Zira bu ulusallaşma süreçleri farklı parçalar içerisinde nüfuz çevreleri yarattılar. Yine de Kuzey ekseninin hegemoni bölgesini Türkiye, Suriye ve kısmen ise Kafkasya ve Kuzey-Batı İran olarak tarif edebiliriz. Bu eksendeki ulusallaşma sürecinin rizomatik, aşağıdan ve çoğulcu geliştiğinin altını çizmek gerekir. Rizomatikten kastım mezkur ulusallaşmanın çok ve karmaşık köklü olması. Yani, bu süreç halihazırda var ama dağıtılmış ‘bir’ topluluğu birleştiren değil, farklı tarihsel, siyasi ve kültürel deneyimlerden gelen çeşitli etno-dinsel grupları Kürtlük kurgusu etrafında bir araya getiren girişimler bütününe işaret ediyor. Bir başka deyişle, Kuzey Kürt ulusallaşmasını kurtarıcı olmaktan çok kurucu ve hatta yaratıcı bir süreç olarak tanımlamak yerinde olur. Zira Kuzey Kürt Hareketi, dil, inanç, yöre vb. aidiyetler üzerinden birden fazla ulus çıkarması veya mevcut ulus kurgusunun (en başta Türklük) içerisinde tamamen erimesi potansiyel olarak mümkün olan bir nüfusu tek ve ayrı bir ulus utkusuna mobilize etmeyi başardı.TİP’in yarattığı toplumsal hareketlenme Kürtler açısından da kritik öneme sahip olacaktı. Anayasal haklar ve vatandaşlık talebinin yükseltildiği 1967-68 Doğu Mitingleri ve 1969’da Doğu Devrimci Kültür Ocakları’nın (DDKO) kuruluşu yeni bir Kürt elitinin serpilmesi açısından Cumhuriyet tarihinde bir eşik oluşturur.
Kürtlük Tahayyülü: Sınırlar ve Aktörler (1959-1978)
Buradaki iddiam, tabii ki, Kürtler arasında ulus tahayyülünün yeni veya yakın tarihin icadı olduğu değil. 16. yüzyıl sonunda Şerefname’den 17. yüzyılın sonunda Ehmedê Xanî’ye, 19. yüzyılda otoriterleri sarsılan yerel liderlere, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma dönemi kimi eğitimli elitinden, Cumhuriyet dönemi tedip ve tenkil şiddetine maruz kalan bölgesel hareketlere Kürtler adına Kürtlük kurguları var olageldi. Ancak bu kurguların din, aşiret ve bölge sınırlarını aşan bir elitinin ortaya çıkması ancak 1960 sonrası gerçekleşmeye başlayacaktı. Burada mezkur dönemin daha geniş ulusal ve küresel siyasi bağlamı bir yana iki hapishane sürecinin çok kritik öneme sahip olduğunun altını çizmek gerekir. Birincisi 49’lar davası. Güney’deki (Irak Kürdistanı) Kürt hareketi konusundaki endişeleri Türkiye Kürtlerine yöneltilmesinin ardından 1959 yılında başlatılan tutuklama operasyonlarıyla Kars Tuzluca’dan Maraş Elbistan’a, Dersim Nazimiye’den Mardin Nusaybin’e, Malatya Pötürge’den Ağrı Doğubeyazıt’a o güne değin rastlanmadık genişlikte bir coğrafyada iktidar tarafından ‘göze çarpan’ Kürtleri aynı anda hedef alındılar ve bu Kürtler aynı ‘çatı’ altında bir araya getirildiler. Bu davada çarpıcı olan ‘sanıkların’ birçoğunun neden orada olduklarına şaşkınlıkları kadar niye dil, inanç ve hatta siyasi görüş itibariyle özdeşlik kurmakta zorlandıkları kişilerle bir araya getirilmeleriydi. Tutuklananların çoğu henüz daha 20’li yaşlarındaydı ve önemli bir kısmı üniversite eğitimli veya genç profesyonellerdi; yani, toplumlarının en dinamik kesimlerinden geliyorlardı. Dolayısıyla bu hapishane ve 1965’e kadar devam edecek dava süreci Kurmanclar arasında ‘kökler’, belki de daha doğru bir ifadeyle grup sınırları ötesi ortak bir Kürtlük tahayyülünün elitini oluşması yönünde önemli bir aşama oldu. 1961 Anayasası’nın sağladığı örgütlenme olanakları, küresel ölçekte ulusal kurtuluş ve sol hareketlerin yükselişi ve de Güney’deki gelişmeler bu elitin siyasallaşmasını ve pekişmesini hızlandırdı. Şüphesiz TİP’in yarattığı toplumsal hareketlenme Kürtler açısından da kritik öneme sahip olacaktı. Anayasal haklar ve vatandaşlık talebinin yükseltildiği 1967-68 Doğu Mitingleri ve 1969’da Doğu Devrimci Kültür Ocakları’nın (DDKO) kuruluşu yeni bir Kürt elitinin serpilmesi açısından Cumhuriyet tarihinde bir eşik oluşturur. Ancak kritik dönüm noktası bir başka tutukluluk süreci 12 Mart Cuntası ve 1974 tahliyeleri (1971-74) arasındaki üç yıllık hapishane süreci oluşturur. Bu ikinci zorunlu toplaşmanın biri kuramsal diğeri organizasyonel iki sonucu ortaya çıkar: Birincisi, 1960’lar sonrası filizlenen Kürt siyasi elitinin Kürtlerin başat sorununu vatandaşlık, geri bıraktırılmışlık ve anayasal hak ihlali çerçevesinden çıkarıp kolonyalizm bağlamına yerleştirmesi. Bağlantılı ikinci, yani organizasyonel sonuç ise Türk solundan bağımsız örgütlenme perspektifinin gelişmesi. Dolayısıyla, bugün Kuzey’de hala egemen siyasi yaklaşım 1974-1980 arası gelişmelerle olgunlaştı. Bu dönemde bağımsız Kürt oluşumları yaygınlaştı, kendi aralarında ayrıştı ve çeşitlendi. Kısacası, Türkiye içerisinde bir Kürt siyasi kamuoyu oluştu.1992 Newroz’u önemli bir mihenk taşıydı. Ayrıca, popülerleşmenin ve bir başka ifadeyle birbirinden farklı ve çoğu zaman rakip grup kimliklerinin, sınıf pozisyonlarının, inanç sistemlerinin aynı çerçeveye girmeleri oldukça sancılı bir süreç olduğunu da eklemek lazım.
Kuzey Kürt Ulusallığının Şekillenişi
Kuzey Kürt kimliğine şekil verici ve hatta yaratıcı müdahale ise 1978-1992 arası gelişti. Bu gelişimin iki temel niteliğini öne çıkarmak gerekiyor. Birincisi, 1974-80 arası Kürt ve sol çevreler için tartışmalardan yeni bir siyasi aktörlük yapısı kurulması. İkincisi ise Kürt ulusal tahayyülünü geleneksel seçkinlerin ve entelektüel veya siyasi elitin arzusu, hayali olmaktan çıkarıp öncülü ve emsali olmayan genişlik ve kapsayıcılıkta popüler bir hakikate çevirmesiydi. Bir başka deyişle, bu müdahalenin ayırt edici yönü Kürt sokağını yaratmasıydı. Birinci noktaya geri dönersem, bu yeni aktörlüğün mimarisinin özgün bir yanı geleneksel seçkinler, nüfuz sahipleri dışında taban bulmasıydı. Daha açarak söylersem, lider ve kurucu kadrosu aşiret yapısı, dini etkinlik ve geniş mülkiyet sahipliği gibi tarihsel ve yerel erk sahibi kesimlerden gelmemeleriydi. Tam tersine, farklı Kürt bölge ve gruplarından alt-orta sınıf ailelerin eğitimli çocuklarından oluşan kurucu kadrolar mezkur kesimleri uzun süre kolonyalizmin uzantısı, parçası, paydaşları olarak gördüler. Zaten, erken dönem faaliyetler büyük ölçüde geleneksel seçkinlere yöneldi. Dahası, önceki yazıda da belirttiğim gibi, bu yeni siyasi kadro Türk ve Kürt solu içerisinde filizlendi, oradaki tartışmalardan harmanlandı ve bunun derin izlerini taşıdı. Öyle ki, içerisinde Kürt olmayan birçok önde gelen isim de bulunuyordu. Böylesi bir siyasi oluşumun 12 Eylül’ün Kürt sorununu bir daha açılmamak üzere ‘çözme’ doğrultusundaki hırsı ve terörüyle çakışması Kuzey Kürt ulusal kimliğinin oluşmasına damgasını vurdu. 1984 sonrası topraksız ve/ya yoksul köylülüğün yukarıda bahsettiğim gibi radikal potansiyeli haiz bir kadroyla buluşması, bu bağlamda öngörülemeyecek patlayıcı bir etki yarattı. Yine 1978-1992 arası dönem hem Suriye hem de Güney’de Kürtlerin ulus devlet sınırları ötesi oluşumunda da yeni bir sayfa oldu ve bu geçişkenlik de ulusal kimlik oluşumunda izlerini artarak bıraktı, bırakıyor. Bütün bu gelişmelere rağmen, bu yeni Kürtlük projesinin popülerleşmesi ancak 1990’larda gerçekleşecekti. Bu bağlamda 1992 Newroz’u önemli bir mihenk taşıydı. Ayrıca, popülerleşmenin ve bir başka ifadeyle birbirinden farklı ve çoğu zaman rakip grup kimliklerinin, sınıf pozisyonlarının, inanç sistemlerinin aynı çerçeveye girmeleri oldukça sancılı bir süreç olduğunu da eklemek lazım. Bu bağlamda farklı toplumsal kesimler arasında kitleselleşmenin talep ettiği esneklik ve kurucu ideolojik çizginin katı doğrularını yansıtan uygulamalar arasındaki gerilim çatışmalı ve sürdürülemez bir hal aldı. Burada bir parantez açarak vurgulamam gerekir ki, sosyolojik boyutuyla 1978-1992 arasında Kuzey Kürt hareketinin uluslaşma doğrultusunda mobilize edeceği geleneksel (veya) kurumsal kaynaklardan yoksundu. Dolayısıyla, bu süreç bir topluluğu halihazırda birbirine bağlayan dini vb. örgütlenme ağları üzerinden veya varlıklı kırsal veya şehirli sınıfların sponsorluğunda geliş(e)medi. 1990’ların başına kadar hem kadro yapısı hem mobilize ettiği geniş yığınlar itibariyle Kürt coğrafyasının alt sınıflarının sırtladığı ‘aşağıdan’ bir hareket olmaya devam etti. Orta/üst sınıfların ve geleneksel elitin müdahilliği ise ancak 1990’larda hız kazansa da sancılı ve ikircikli bir yakınlaşma olarak kaldı. Bu mobilizasyonun bir başka belirgin özelliği kadınları aktif unsurlar olarak müdahil etme ısrarı idi. Bu açıdan Kuzey Kürt Hareketi Ortadoğu’daki Kürt hareketleri arasında ilk değildi. Bunun öncülü bir örnek İran’da Komela idi. Ancak Kuzey Kürt Hareketi, bu katılımı organizasyonel yapının ötesinde, karar verme mekanizmaları ve ideolojik paradigmasına dahil etmesiyle öne çıkıyor. Toplumsal cinsiyet konusunda bu dönemine göre cüretkar inisiyatif, Kürtler arasında toplumsal cinsiyet ilişkilerinin dönüşmesinde temel rol oynayacaktı. Dini ayrımlara bakıldığında aynı dönem Kuzey Kürt Hareketi’nin uzun süre mesafeli kaldığı geleneksel dindar kesimlere açılımına da sahne oldu. Bu duruma Kürtlerin farklı inanç grupları pragmatist ve taktik söylemler geliştirilerek adapte olundu. Ancak, hem programatik yaklaşımı hem kurucu kesimlerin çeşitliliği hem de hedeflenen nüfus grubunun geleneksel iç ayrımları ve ağırlıkları hareketin sekülerlik vurgusunu değiştirmedi. Benzer gerilimler daha düşük ölçüde de olsa bölgesel ayrımlar veya Kürtlerin dilleri etrafında da yaşandı. Toplarlarsam Kürt Hareketinin ve onun öncülüğünü yaptığı uluslaşma inisiyatifi kitleselleşme sorunlarını, krizlere, yol kazalarına ve kendi içi ve çevresindeki tersi eğilimlere rağmen, Kürtler arasındaki farklılıklara hiyerarşik olmayan çoğulcu bir yaklaşımı kanonikleştirip ve bu anlayışı tabanına yayıp aşabildi. Kısacası, Kuzey Kürt Hareketi’nin şekillendirdiği ulusallık Kürtlerin çok geniş kesimini oluşturan ve merkezi otoritenin kolonyalist siyasetinden en derin etkilenen alt sınıflarını (ve kadınları) mobilize ederek ve de Kürt entelektüellerini geldikleri grupların dilleri, inançları, aşiret aidiyetleri ve bölgeleri ötesinde yatay bir siyasal ağın paydaşları olarak konumlandırarak maya tutabildi.Daha açarak söylersem, bu eleştiriler esasen soruna sol bakışı, yani çözümü kolonyalist merkezin ve Türkiye’nin total değişiminde arayan yaklaşımı, bir kenara bırakıp ulusçu bir siyasete, yani Kürtlerin ulusal kurtuluşuna ve jeopolitik çıkarlarına dönmesi olarak tarif etmek mümkün.
Çoğulculuk ve Çoğunlukçuluk İkileminde Kürt Hareketi
2000’li yıllara gelindiğinde artık Kuzey Kürt ulusallaşması, 19. yüzyılda doğu vilayetlerine dair betimlemelerini paylaşan misyonerleri, bölgeye dair izlenimlerini yazan Ermeni entelektüelleri veya Avrupalı diplomatik gözlemcileri şaşkınlığa uğratacak bir siyasi birliğe ve kolektif liderliğe ve en endişeli Osmanlı ve Cumhuriyet idarecisinin kabusu olacak coğrafi ve kültürel sınırlara ulaşmıştı. Ancak, aynı dönem hem Kürt kamuoyunda hem de Kürt hareketi çevresinde mezkur uluslaşma stratejisinin eleştirilerinin çoğaldığı bir dönem de oldu. Burada altını çizmem gereken nokta, özellikle bu yaklaşımların Kürt uluslaşmasına paralel süreçler olarak değil, onun karşıtı veya eleştirisi olarak ortaya çıkmaları veya bu uluslaşmanın biçimine göre yeniden konumlanmış olmalarıdır. Bu çerçevede, Kürt hareketini monolitik bir satıh olarak yansıtmak yanlış olacaktır. Tam tersine, bu hareketi aynı zamanda otonomiden toplumsal cinsiyete tezatları ve iç gerilimleriyle anlamak yerinde olur. Bu eleştirilere ve Kürt hareketine istikamet değiştirme çağrılarına bakılırsa bunların en belirgin eksenini bir önceki yazıda arınmacı yaklaşım olarak tarif ettiğim, yani zihnini, dilini, bedenini, çevresini ve toplumunu ancak kolonyalist tahribattan ayıklayarak ve arkaik haline saflaştırarak özgürleşebileceği savı oluşturuyor. Bu savın hedef tahtasında ise mezkur hareketin Türkiyelileşmek olarak sloganlaştırdığı kolonyalisti dönüştürme iddiası oturtuluyor. Daha açarak söylersem, bu eleştiriler esasen soruna sol bakışı, yani çözümü kolonyalist merkezin ve Türkiye’nin total değişiminde arayan yaklaşımı, bir kenara bırakıp ulusçu bir siyasete, yani Kürtlerin ulusal kurtuluşuna ve jeopolitik çıkarlarına dönmesi olarak tarif etmek mümkün. Çarpıcı olan nokta ise bu yaklaşımların dilden, ulusal tarihe, kimlik ve çıkar tarifine tekçi değilse bile çoğunlukçu olmaları. Bu çoğunlukçuluk sosyolojik boyutta organik bir toplum kavrayışına, tarihsel tahayyülde tek köklülük varsayımına, kültürel olarak ise gelenekselciliğe dayanıyor. Bu haliyle mezkur eleştiriler aşağıdan, yani alt sınıfların kaynak ve mobilizasyonuyla, rizomatik, yani çok ve karmaşık köklü ve toplumsal değer yargılarını dönüştürmek iddiasıyla gelişen mevcut Kuzey Kürt ulusallaşmasına temelden bir reddiye getiriyorlar. Bir başka deyişle, bu ulusallığının biçim, program ve sınırları itibariyle yeni bir şekil alması savunuluyor. Bu yaklaşım küresel ölçekte yükselen sağ popülizm ve kültürcü esintilerini taşırken öte yandan Güneyli Kürt ulusallaşmasının etkilerini de yansıtıyor. Çoğunlukçu eleştiri ve çağrıların sorunlarına geçmeden önce vurgulamak isterim ki, Kuzey Kürt ulusallaşmasının, mevcut sınırlarıyla düşünüldüğünde, paydaşlarının, bileşenlerinin kategorik onayını ve desteğini alacak ortak bir Kürt gelenekselliği yoktur, ortak tek bir dili de yoktur, ortak tarihi ise, mitler ve söylenceler bir kenara bırakılırsa, yukarıda özetlemeye çalıştığım siyasi tarihtir. Birleştiren geleneksellik, arkaik tarih, kök, din, dil ve benzeri kültürel özellikler ise ancak çoğunluk tahayyülüne atıfla ve bunu dayatabilmekle mümkün olabilir. Bu noktada unutmamak gerekir ki, ulusallaşma dinamik, natamam ve tekrar tekrar o(na)ylanan bir cemiyet ortaklığına işaret eder. Sınırları geçirgen ve değişkendir. Bu sınırlar genişleyebileceği gibi daralabilir. Ulusluk kurulduğu, geliştiği gibi çözülebilir. Dolayısıyla, çoğunlukçu bir yaklaşımın, böylesi bir anlayışın mevcut siyasi olanakları düşünüldüğü zaman Kuzey Kürt ulusallaşmasını güçlendireceği varsayımı oldukça sorunlu görünüyor. Burada bir kez daha hatırlatmak isterim ki, Kürt ulusallığı çok farklı biçimlerde gelişebilirdi. Mevcut halini şekillendiren ve yaratan ise son yarım yüzyıllık siyasi inisiyatiftir. Bu bağlamda tersten bakarsak, Kürt hareketinin yukarıda tartıştığım siyasi hattından ve çoğulcu yaklaşımdan direksiyonu sert bir biçimde kırması, mevcut ulusallık sınırları içerisinde mobilize edebildiği kimi sosyolojik boyutta (metropol, diyaspora), kimi alt grup aidiyeti boyutunda (‘azınlık’larla) bağlantısını zayıflatıcı etki yapması olası görünüyor. Dahası, halihazırda, Kürtlük kurgusunun en geniş sınırlarına ulaştığını iddia etmek de gerçekçi değil. Yani bu tür bir istikamet değişikliği yayılma potansiyelinin de altını oyucu etki yapabilecektir.Tekrar edersem mevcut tablo HDP/HDK projesinin mevcut krizinden çıkabilmesinin bir koşulu DEM’in Kürdistan ve metropoller (Türkiye’deki diğer bölgeler) arasındaki dengeyi yeniden kurabilmesi.
Yorum Yazın