Dünyanın farklı yerlerinde insani olarak zor şartlarda yaşayanlar da var olan büyük dünya sistemine entegre etmek küresel siyasetin önceliği olmalıdır. Bunu sağlamın yolu da; ulus-devletler, ulus-devlet üstü yapılar ve dünyanın büyük şirketlerinin siyasi-ekonomik dayanışması ile olmak durumundadır.
Popülist liderler tüm dünyada genel olarak yükselişteler. Bu yükseliş sadece otoriter ülkelerde değil demokratik, gelişmiş ülkelerde de yaşanıyor. Bu yükselişin temel nedenlerinden birisi, liderlerin siyaseten sahiplendikleri ve kamusal alanda güçlü biçimde seslendirdikleri “biz” ve “öteki” siyasetidir.
Diğer yandan bu söylem ve siyaseti geçerli kılan neden ise büyük ölçüde yaşanan “göç”tür. Ekonomik, insani, iklim değişikliği gibi farklı nedenlerle geri kalmış farklı ülke ve coğrafyalardan gelişmiş ülkelere doğru yaşanan göç son çeyrek yüzyılda arttı. Bu açıdan başta Akdeniz olmak üzere göç yolları, yaşanan kazalar, zorluklar nedeniyle birer toplu mezar haline gelmişlerdir.
Bu ülkeler, doğum oranlarının düşmesi nedeniyle bir yandan nüfus dengesini korumak bir yandan da yapılması güç kimi meslekleri yaptırmak için göçmenlerden yararlanıyorlar. Tabi ki, kalifiye olanlardan.
YARARLI OLANI ALIYORLAR
Diğer yandan başta Avrupa olmak üzere ABD, Kanada dahil olmak üzere göçmen kabulü konusunda ahlaki olmayan bir tutum içindeler. Yararlı olacaklarını düşündükleri göçmeleri kabul ederken; tersini düşündüklerini kabul etmiyorlar.
Bu ülkeler, doğum oranlarının düşmesi nedeniyle bir yandan nüfus dengesini korumak bir yandan da yapılması güç kimi meslekleri yaptırmak için göçmenlerden yararlanıyorlar. Tabi ki, kalifiye olanlardan. Bunun dışında yasa dışı yollarla bu ülkelere giden göçmenleri zor bir hayat bekliyor.
Popülist liderlerin yükselişi, iktidar oldukları ya da seçildikleri toplumda hangi sorunları çözdü ya da çözecek? Yaşanmış deneyimler, özellikle göçmenlerin o ülkelerde yaşamaya devam ettiğini, sadece bu insanların daha kötü şartlarda yaşamalarını sağladı.
DIŞLAYICI SİYASETİN YÜKSELİŞİ
Artan göç sonucunda göçmenlerin kamusal alanda görünür olması, bulundukları ülkenin milliyetçi popülist liderleri tarafından “öteki” olarak tanımlanmalarını kolaylaştırıyor. Bu liderlerin siyasetlerinin ana yörüngesi göçmenleri tehlikeli, kötü ve zararlı ilan edilmesi ve bunun ortaya çıkaracağı “korku” üzerinden toplumu konsolide etmektedir.
Bu açıdan popülist liderler, toplumun bir kesiminin sadece tarihsel değil konjoktürel korkularını da istismar ederek siyaset yapmakta ve yükselmektedirler.
Peki popülist liderlerin yükselişi, iktidar oldukları ya da seçildikleri toplumda hangi sorunları çözdü ya da çözecek? Yaşanmış deneyimler, özellikle göçmenlerin o ülkelerde yaşamaya devam ettiğini, sadece bu insanların daha kötü şartlarda yaşamalarını sağladı. Ne o ülkelerdeki göçmenler sınır dışı edilebildi ne de göç önlenebildi.
Nasıl herhangi bir ülke içinde toplumun ortalamasından farklı olanları, farklı düşünenleri toplu olarak yok saymak yerine onları var olan sisteme entegre etmek siyasetin önceliği olmalıdır.
ÇÖZÜM KÜRESEL DAYANIŞMADA
Bu ülkelere gelişmiş Avrupa ülkeleri ve AB’de de dahil. Ki AB bu konuda siyasi iktidarla ahlaki olmayan bir anlaşma bile yapmıştır. Suriye’de başlayan iç savaş sonrası Türkiye’ye doğru yaşanan göçün Türkiye’de son bulması için Geri Kabul Anlaşması imzaladı ve bunun karşılığında Türkiye belli dönemlerle para ödedi.
İnsani sorumluluğunu para karşılığı Türkiye’ye devrederek işten sıyrılacağını sandı, hala da öyle sanıyor. Oysa AB, esas olarak biri ekonomik hedefler, diğeri demokratik değerler bütününe dayanıyor. Bu açıdan Türkiye ile yapılan anlaşma, özellikle demokratik değerlerin yok sayıldığı, ahlaki olmayan bir anlaşmadır ve hala yürürlüktedir.
Düşündüğümüzde bu anlaşmanın AB’de popülist liderlerin yükselişini önlemeye yetmediğini görüyoruz. İtalya’da, Fransa’da Macaristan’da, Almanya’da popülist liderler, partiler iktidara geldi ya da oylarını arttırdı. AB ülkeleri de, gelişmiş Batı ülkeleri de şunu kabul etmek durumundadır; dünyanın farklı yerlerinde yaşadıkları insani olmayan koşullar nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanlar bu dünyanın vatandaşlarıdır ve onların güvenliklerinden sadece vatandaşları oldukları ülkeler değil, insani olarak dünya sorumludur.
Ve bu sorumluluk, ülkeler arasında paylaşılmadığı ölçüde; meşruiyetini farklı kaynaklardan alan radikal gruplar, örgütler yükselecektir.
Bu açıdan gelişmiş ülkelerdeki popülist liderler, demokratik meşruiyet üzerinden radikal pozisyonlarını güçlendirirken; dünyanın farklı yerlerinde olan çeşitli örgütler de karşı karşıya kaldığı dışlanmışlığın verdiği çaresizlikle daha çok radikalliğe savurulmakta ve kullanılmaya açık hale gelmektedirler.
Nasıl herhangi bir ülke içinde toplumun ortalamasından farklı olanları, farklı düşünenleri toplu olarak yok saymak yerine onları var olan sisteme entegre etmek demokrat siyasetin önceliği olması gibi; benzer biçimde dünyanın farklı yerlerinde insani olarak zor şartlarda yaşayanlar da var olan büyük dünya sistemine entegre etmek küresel siyasetin önceliği olmalıdır. Bunu sağlamın yolu da; ulus-devletler, ulus-devlet üstü yapılar ve dünyanın büyük şirketlerinin siyasi-ekonomik dayanışması ile olmak durumundadır. Dahası bu dayanışmaya sadece göç değil başta iklim krizi olmak üzere her alanda ihtiyacımız var. Aksi durumda daima mutlu yaşayacağını hayal eden mutlu azınlığın da yaşarken cehennemi görme olasılığı hepimiz kadar yüksektir.
Yorum Yazın