Günümüzde özellikle sosyal medya bireylerin kimlik özelliklerini, günlük hayatları, gündelik olaylara tepkileri ve politik duruşlarının ipuçlarıyla sergiledikleri bir alana dönüşmüştür. Ancak farklı zaman ve mekan özellikleri nedeniyle ve yüz yüze iletişimi içermediği için birebir gerçekliği yansıtıp yansıtmadığı tartışılabilir.
Birer toplumsal varlık olarak insanı, bir topluluğun parçası olarak kavrayabiliriz. Ancak insanın, bireysel özgüllükleriyle, toplumsallığı arasında her zaman belirgin bir sınır yoktur. Özellikle post modernist bakış açısının yaygınlaştığı toplumlarda toplum ve/veya topluluk tarafından kazandırılmış kimi özellikler bireysel hassasiyet sınırlarının içerisinde yer alır. Paradoks gibi görünse de böyle bir bakış açısı aslında hiç bir zaman keskin kalıplara sığmayacak olan, akışkan gerçekliğe belki de en sağlıklı yaklaşım biçimidir.
Entelektüel tarihimiz boyunca insanlık olarak, insana ve toplumsala özgü olan şeylerin asla bir kimyasal tepkime ya da yer kürenin yapısı gibi gözlemlenerek kesin, değişmez yasalarla tanımlanamayacağı görülmüştür. Zira şeylerin ve olayların gidişatını da önceden tahmin etmek pek mümkün olmaz. Sosyal bilimlerde ilk önce doğa bilimlerinin hakim bilimsel yaklaşımı adapte edilmeye başlanmıştı. İlk sosyal bilim çalışmalarında olgucu, gözlem ve deneye dayalı genellemelere ulaşarak hipotezlerin doğrulanması veya yalnışlanması hedefleniyordu.
Üzerinde durulan toplumsal soru ve sorunlar, sitematik gözlem ve deneyle anlamlandırılmaya çalışılıyordu. Özellikle sosyolojinin kurucusu sayılan August Comte gibi bilim insanlarının toplumu ele alış biçimi adeta canlı bir organizma üzerine yapılan biyolojik çalışmaların gözlem ve sonuca ulaşma metodolojisinin ilkelerine göre belirlenmişti. O anki, mevcut tarihsel koşulların eşsizliği veya çeşitli olasılıklara yol açabileceği hiç hesaba katılmaksızın tüm toplumsal yapıların benzerliği üzerine kurulmuş sosyal bilimler yaklaşımı tüm toplumsal fenomenleri açıklamakta oldukça yetersiz kalacaktır.
Günümüzde hem psikoloji hem sosyoloji hem de iletişim bilimleri tarihi bize göstermiştir ki sosyal veya bireysel fenomenler sabit modellemeyle açıklanamaz. Oluşturulan modellerin dışardan benzer görünen her fenomende benzer bir gidişat ve sonuca yol açmadığı defalarca görülmüş işte bu yüzden öznelliğin ve özgüllüğün çnemi vurgulanır olmuştur.
Öyle ki araştırmacı, bilim insanı da belli toplumsallık süreçlerinden geçmiş olduğu için birbirlerinden farklı yaklaşımlara ve analiz biçimlerine sahip olabilmektedir, bu özelliklerinden arınarak tamamen nesnel bir şekilde analiz nesnesine yaklaşamayacağı kabul edilmeye başlanmıştır. Gözlem ve deneye dayalı metodu doğa bilimlerinin dışında sosyal bilimlere de uygulanması analizde gedik bırakmaktadır. Bunun nedeni, sosyal ya da insana dair durumlarda, birbirine benzer koşulların farklı sonuçlara yol açabilmesi ve farklı anlamlarının olabilmesidir.
İçinde bulunmadığımız koşullardaki birey ve toplulukları genellikle anaakım ve/veya sosyal medya içerikleriyle anlamlandırmaya, onlara dair kanı oluşturmaya başladığımız için parçalı da olsa kimlik özelliklerine ve bu kimliklerin politik taleplerine ilişkin fikirlerimizi oluşturduktan sonra politik tercihlerimize az veya çok yansıtırız.
Modernizm eleştirileriyle sosyal bilimlerde daha öznel ve çeşitli olasılıklara imkan veren, mikro ölçekteki farklılıkları da genellemelere kurban vermeden analiz etme yaklaşımı yayılmaya başlamıştır. Bu süreçte, herhangi bir toplumun, coğrafi sınırlar ve devlet hakimiyetiyle oluşmuş isimlendirilmesi olsa da yeknesak ve homojen bir yapı arz etmeyişi de kabullenilmiştir. Bireyler belli topluluklarla özdeşleşerek ve kişisel deneyimlerinin de katkısıyla kimlik edinirler. Günümüzde özellikle sosyal medya bireylerin kimlik özelliklerini, günlük hayatları, gündelik olaylara tepkileri ve politik duruşlarının ipuçlarıyla sergiledikleri bir alana dönüşmüştür. Ancak farklı zaman ve mekan özellikleri nedeniyle ve yüz yüze iletişimi içermediği için birebir gerçekliği yansıtıp yansıtmadığı tartışılabilir.
Bununla beraber, içinde bulunmadığımız koşullardaki birey ve toplulukları genellikle anaakım ve/veya sosyal medya içerikleriyle anlamlandırmaya, onlara dair kanı oluşturmaya başladığımız için parçalı da olsa kimlik özelliklerine ve bu kimliklerin politik taleplerine ilişkin fikirlerimizi oluşturduktan sonra politik tercihlerimize az veya çok yansıtırız. Burada dikkat edilmesi gereken husus, toplumsal ortamda politik olanın, farklı özellikteki birey ve toplulukların her türlü çıkarlarını ve özellikle kimliklerini ifade etmesiyle tanımlanabileceğidir. Politik mücadelenin de medyanın da eşlik ettiği, kimlik ifadeleri ve çıkar taleplerinin karşı karşıya gelmesi anlamına geldiği bu konunun en önemli unsurudur.
Yorum Yazın