ABD’de Trump yönetiminde Yapay Zekânın başına atanan David Sacks şöyle dedi: “İnsanlara çukur kazıp onları yeniden doldurmaları için para ödenmesi, şu anda ölçüldüğü şekliyle GSYİH’yi artırıyor; oysa bu faaliyetin hiçbir değeri yok. Benzer şekilde, girişimcileri kızdırmak için aşırı sayıda düzenleyici işe almak, uzun vadede üretimi azaltsa bile kısa vadede nominal olarak GSYİH’yi artırır. Keynesçiliğin kusuru, değer yıkıcı olsa bile tüm kamu harcamalarını ‘uyarıcı’ olarak görmesidir.”
Keynes ekonomisi, Amerika’yı 1936 yılında Büyük Buhran’dan çıkarmıştı. İngiliz Lord John Maynard Keynes, ABD ekonomisi için kamu harcamalarının artırılmasını önerdiği modeliyle klasik ekonomiye karşı bir bakış açısı sunuyordu. Keynes, özellikle İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi (1936) adlı eserinde ekonomik döngüleri yönetmenin önemini vurguladı: patlamalar ve çöküşler. Ekonomik refah dönemlerinde ("iyi zamanlar") hükümetlerin harcamaları azaltması ve fazlalıkları artırmak için vergileri yükseltmesi gerektiğini de savundu. Bu, doğrudan aşırı ısınan bir ekonomiyi soğutmak ve gelecekteki düşüşlere hazırlanmak için mali politikayla alakalıydı. Bu ekonomi anlayışı, gelişmekte olan ülkeler için bir reçete olarak uzun süre ilerledi. Ancak 1970’lerdeki petrol krizi ve stagflasyonla birlikte yerini Milton Friedman’ın serbest piyasa ekonomisine bıraktı.
Bu tarihler bir anlamda önemli çünkü mikro elektronik devriminin başlangıcına denk geliyor. Transistörün 1947’de bulunmasıyla, o yıllarda transistör temelli elektronik endüstrisi yeşermeye başlamıştı. Transistörün mucitlerinden William Shockley’in şirketinden “kötü” ayrılanlar Fairchild Semiconductor’ı kurmuştu. Fairchild Semiconductor’dan “iyi” ayrılanlar ise yeni şirketler kurarak ilerledi. 70’li yıllarla beraber Intel gibi mikro işlemci şirketleri, Atari gibi oyun şirketleri ve Apple gibi kişisel bilgisayar şirketleri çoğalmaya başlamıştı.
Transistörün her iki senede bir, birim alanda yarı yarıya küçülmesi tüketici elektroniği endüstrisini başlattı. Artık bir eve tüplü televizyon satabilmenin yerini, her odaya bir televizyon veya oyun seti, her cebe bir radyo, her kola bir elektronik saat, herkesin eline bir video kamera veya ses cihazı ya da bir hesap makinasına doğru ilerleyen bir süreç aldı ve bu, 1980’lerde kişisel bilgisayarla doruk noktasına ulaştı. Bu sıralarda Don Hoefler haber bültenine “Silikon Vadisi” ismini vermişti. Bir anda bu teknolojik devrim, teknolojiyi yaratanların elinden çıkarak fütüristlerin, ekonomistlerin ve devletin öngörüsüne geçti. Sürekli küçülen ve küçüldükçe birim alanda işleme ve saklama gücü artan bir teknolojiyle yıllar içinde neler yapılmazdı ki? O dönemin film endüstrisi, bu teknolojinin geleceğini o kadar ileriye taşıdı ki örneğin Star Wars filimi ortaya çıktı.
ABD ekonomisi teklemeye başladığı anlarda Keynes ekonomisi kendini yenileyerek gösterdi. 2008 ekonomi krizinde Obama yönetimi, vergileri orta ve düşük gelirliler için düşürdü ve kamu harcamalarını artırdı.
Bu teknolojinin yeşermesi için ne gerekiyordu? Şirketlerin hızlı bir şekilde tüketiciye ulaşması. Adı üstünde: tüketici elektroniği. Tüketicinin de buna alım gücü olması lazımdı. İşte o noktada Friedman ekonomisi bir can suyu oldu. Vergilerin en alt düzeyde tutulması, serbest piyasa ekonomisi, devletin piyasaya minimal düzenleyici müdahalesi ve kamu harcamalarının azaltılması, tüketicilere satın alma gücü verdi. Tüketici elektroniği şirketleri Amerika’da hızla ilerledi, ilerledikçe maliyetler düştü, daha sonra iç piyasa tükenince diğer ülkelerin kapılarına dayandılar. “Reaganomics” ismi buradan geldi. Hatırlarsak, bizler de 1980’lerde gümrükleri indirerek bu teknolojilerin iç piyasaya yayılmasına izin verdik. Karşılığında yerli üretim imtiyazları alanlar oldu; Hindistan gibi ülkeler ve bizde de Netaş, Teletaş, Vestel, PTT-Arla, Yital gibi yerel şirketler Özal döneminde bu imtiyazlarla ilerledi.
ABD ekonomisi teklemeye başladığı anlarda Keynes ekonomisi kendini yenileyerek gösterdi. 2008 ekonomi krizinde Obama yönetimi, vergileri orta ve düşük gelirliler için düşürdü ve kamu harcamalarını artırdı. Aynı şekilde Covid-19 ile de birçok ülke vergileri düşürdü, sosyal hakları artırdı ve nakit çekleri dağıttı. Bazıları ise kurumlar vergisini yükseltti.
Şimdi ise Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya (GSYİH) kamu harcamaları dahil olsun mu tartışması başladı. ABD’de Trump yönetiminde Yapay Zekânın başına atanan David Sacks şöyle dedi: “İnsanlara çukur kazıp onları yeniden doldurmaları için para ödenmesi, şu anda ölçüldüğü şekliyle GSYİH’yi artırıyor; oysa bu faaliyetin hiçbir değeri yok. Benzer şekilde, girişimcileri kızdırmak için aşırı sayıda düzenleyici işe almak, uzun vadede üretimi azaltsa bile kısa vadede nominal olarak GSYİH’yi artırır. Keynesçiliğin kusuru, değer yıkıcı olsa bile tüm kamu harcamalarını ‘uyarıcı’ olarak görmesidir.”
Elon Musk ise şunları ekledi: “GSYİH’nın daha doğru bir ölçümü, kamu harcamalarını hariç tutmak olurdu. Aksi takdirde, insanların hayatlarını iyileştirmeyen şeylere para harcayarak GSYİH’yi yapay olarak yüksek seviyelere çıkarabilirsiniz. Örneğin, araba üreten herkesi DMV’de (Devletin Motorlu Taşıtlar Birimi) çalışmaya kaydırabilirsiniz. Bu, hiç araba olmaması ve çok daha kötü bir yaşam standardıyla sonuçlanacaktır, ancak GSYİH aynı görünecektir!” diyerek Keynes’e kendine has üslubuyla “şeytan” yakıştırması bile yaptı!
Kamu büyük bir oyuncu, ancak harcanan rakamlar kadar verimlilik ve zamanlama da önemli. Özellikle teşvik alan şirketlerin büyüme çarpanı. Halk olarak da bugün, örneğin hızlı koşan, katma değeri global anlamda yüksek şirketlerden vergi alınmasını daha çok bekliyoruz!
Kamu harcamaları, GSYİH formülünün temel bir bileşeni olarak doğrudan GSYİH’yi etkiliyor: GSYİH = T + Y + K + (İ). Burada K hükümet harcamalarını, T tüketimi, Y yatırımı ve (İ) net ihracatı temsil eder. 2024’te, ABD kamu harcamaları—federal, eyalet ve yerel—toplamda yaklaşık 10,1 trilyon dolar olurken, GSYİH yaklaşık 28,7 trilyon dolardı. Bu, hükümet harcamalarının GSYİH’nin yaklaşık %35’ini oluşturduğunu gösteriyor. Ülkemizde ise kamu harcamalarının GSYİH’ye oranı yaklaşık %26,7 seviyesinde çıkıyor. Yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının harcamaları da eklendiğinde, toplam kamu harcamalarının GSYİH içindeki payı genellikle %30-35 bandına yaklaşıyor.
Etki elbette sadece rakamlarla sınırlı değil. Kamu harcamaları talebi canlandırır—örneğin, altyapı projeleri işçileri işe alır ya da savunma ve sağlık gibi sektörleri sübvansiyonlarla destekler. 2024’ün üçüncü çeyreğinde merkezi harcamalar, ABD’de %3,1’lik GSYİH büyüme oranına 1,2 puanlık katkı sağlamış; bu, kısa vadeli büyümeyi hızlandırabileceğini gösteriyor. Uzun vadede işler daha karmaşık. Bütçe açığı harcamaları (2024’te bu ABD’de GSYİH’nin %6,2’si – Türkiye’de %5.8’i) GSYİH’yi şu anda şişirebilir, ancak borç faizleri yoluyla gelecekteki büyümeyi baltalayabilir. Öte yandan, hedefe yönelik harcamalar (Ar-Ge, eğitim) üretkenliği artırabilir ve potansiyel GSYİH’yi on yıllar boyunca yükseltebilir.
Kamu büyük bir oyuncu, ancak harcanan rakamlar kadar verimlilik ve zamanlama da önemli. Özellikle teşvik alan şirketlerin büyüme çarpanı. Halk olarak da bugün, örneğin hızlı koşan, katma değeri global anlamda yüksek şirketlerden vergi alınmasını daha çok bekliyoruz! Sahiplerinin şirketlerinden para çekerek öz sermayelerini zayıflatmalarını ve vergi rekortmeni olmalarını istiyoruz! Bu vergilerinde kamu tarafından verimli harcanmasına eminiz. Teşviklerle büyüyen, katma değeri durmuş şirketlerin yaptıkları hayırları alkışlıyoruz!
Bu işten çıkış yolumuz, kısıtlı kaynaklarımız olduğunu düşünürsek, tek bir elbise değil, birçok farklı elbise ve subjektif değerlendirme ile olmalı. Bu konuda karar vereceklere ise “güven” olmalı.

Yorum Yazın