Ülkenin demokrat ve liberal entelektüellerinin konu Kürt meselesi olunca siyasi iktidarla ve onun olası eylemleriyle eklemlenme düzeyi ise oldukça manidar. Ülkenin liberal aydınları devlet aklına sığındılar. Kayyım onların da dengesini bozmuş durumda. Yine de tepeden inme bir çözüm vaadi demokrat çevreleri cezbetmeye devam ediyor. Kürt sorununun çözümünün ancak Türk çoğunluğunun oluruyla mümkün olabileceğine dair haklı hatırlatmayı duymak istemiyor liberal çevreler.
Son 2 ayda bir Avrupa ülkesinin iki yılda yaşayacağı kadar siyasal meseleyi birlikte tartıştık ve deneyimledik. Açıklamalar, suçlamalar ve polemikler birbirini izledi. Yaz aylarında yoğun bir şekilde anayasa konuşulduğu için beklenti meclis açıldıktan sonra anayasa yapıp sürecine hızlı bir başlangıç yapılacağı şeklindeydi. Ama öyle olmadı. Bahçeli’nin DEM’li vekillerin elini sıkması ve ardından gelene “Öcalan serbest kalabilir” açıklaması siyasetin dengesini büsbütün değiştirdi. Devlet aklı, kayyım, Kürt meselesi ve terörle mücadele üzerine düşünceler kamusal alanı hemen tümüyle işgal etti. Peki, ne kaldı elimizde? Geriye dönüp baktığımız muhakeme yapmamızı mümkün kılacak ölçüde bir içerikle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebilir miyiz?
İlk soru Bahçeli’nin şişeden çıkardığı cinin iktidar bloğuna etkisiyle ilgili olacaktır. İktidar bileşenleri dışa karşı iç cepheyi güçlendirme söylemiyle işe başladılar. İsrail tehdidinin yoğun bir şekilde konuşulduğu günlerde Kürt siyasetini merkeze çekmek devlet aklının ilk planıydı. PKK-PYD’nin İsrail’in vekalet savaşçısı olarak Türkiye’ye zarar vermemesi ile yasal Kürt hareketinin, yani DEM’in anayasa yapıp süreçlerine katılması bu oyun planından beklenen muhtemel sonuçlar olarak düşünüldü. Ancak Bahçeli’nin Öcalan çıkışıyla işler değişti. AKP liderliği böyle bir adımı doğru bulmadı. Erdoğan bu mesele üzerine daha fazla açıklama yapmayarak süreci soğuttu. Ayrıca kayyım kartıyla geleneksel Cumhur ittifakı siyaseti tekrar devreye sokuldu. CHP ve DEM’li belediyelere kayyım atanmasının siyasi tansiyonu yükselttiği açıkça ortada. Bu koşullar altında nasıl anayasa yapılacağı ve iç cephenin hangi araçlarla sağlamlaştırılacağı meselesi ise çok açık değil. Burada ilginç olan husus MHP’nin Kürt hareketine yönelik her hamlesinin AKP tarafından kayyımla yanıtlanması. Bu yazıyı kaleme almaya başladığım gün Bahçeli ile Ufuk Uras bir araya gelmiş ve Bahçeli-Ahmet Türk görüşmesinin yolu açılmıştı. Birkaç saat içinde ise bu hava dağıldı. Çünkü Tunceli il ve Ovacık ilçe belediyelerine kayyım atandı. Bir kez daha hem CHP hem de DEM kayyımla karşı karşıya kaldı. Galiba hep böyle olacak. Bahçeli Kürt kartını oynadıkça AKP kayyımla siyaseti ve süreci sınırlayacak.
MHP attığı adımlarda ileriye gittiğinde AKP devlet aygıtı süreci frenliyor. Burada diyalektik bir ilişki var. AKP, CHP’nin normalleşme adımlarına yanıt vermek istediğinde MHP tepkisiyle karşılaşmış ve süreç, en azından iktidar partisi için rafa kaldırılmıştı. Benzer durum yeni çözüm süreci hazırlığı bakımından söz konusu oldu.
DİYALEKTİK İLİŞKİ
Cumhur ittifakında tek bir akıl var. Ancak bu akıl içerik ve üslup bakımından farklı içeriklerle yol alıyor. MHP attığı adımlarda ileriye gittiğinde AKP devlet aygıtı süreci frenliyor. Burada diyalektik bir ilişki var. AKP, CHP’nin normalleşme adımlarına yanıt vermek istediğinde MHP tepkisiyle karşılaşmış ve süreç, en azından iktidar partisi için rafa kaldırılmıştı. Benzer bir durum yeni çözüm süreci hazırlığı bakımından söz konusu oldu. Pekala yeni adımlar atılabilirdi. Ama herkes eski pozisyonlarına geri döndü.
Akıl ve akılcı davranma sorunu muhalefet açısından da ayrıca değerlendirilebilir. 31 Mart sonrası konjonktürde muhalefet önemli ölçüde CHP anlamına gelmeye başladı. CHP’nin Kürt meselesindeki hareketlenme karşısında takındığı tavır ise ikircikli ve tutarlılıktan yoksun. Özel liderliği Bahçeli’nin ilk Öcalan çağırısından iki saat sonra kürsüye çıktı. Bahçeli’ye tam destek verdi CHP. Dahası yarıda kalan doğu gezisinde oy kaybetme pahasına çözüme katkı sunma mesajları dile getirildi. Ancak önce terör saldırısı, ardından da Esenyurt’a kayyım atanması tüm beklentileri boşa çıkardı. Parti Kürt solunun yanında olmak isteyen kesimlerle Atatürk milliyetçileri arasında ikiye bölünmüş durumda. Özel parti içinde dışarıya göre daha fazla eleştiri alıyor. Muhalefetin aynı anda hem herkesi ikna edecek hem de üniter devleti demokratik devletle birlikte koruyacak tek bir aklı yok.
Ülkenin demokrat ve liberal entelektüellerinin konu Kürt meselesi olunca siyasi iktidarla ve onun olası eylemleriyle eklemlenme düzeyi ise oldukça manidar. Ülkenin liberal aydınları devlet aklına sığındılar. Kayyım onların da dengesini bozmuş durumda. Yine de tepeden inme bir çözüm vaadi demokrat çevreleri cezbetmeye devam ediyor. Kürt sorununun çözümünün ancak Türk çoğunluğunun oluruyla mümkün olabileceğine dair haklı hatırlatmayı duymak istemiyor liberal çevreler.
Son olarak milliyetçi bloğa değinmek gerekli. Siyasi iktidarın Öcalan’la ilgili verdiği mesajların İyi Parti, Zafer Partisi ve A Parti gibi parti ve oluşumları yukarı doğru motive ettiği söylenebilir. CHP’nin, Atatürkçülüğü güçlü bir şekilde vurgulama konusundaki çekingenliği Atatürk milliyetçiliğini sağ milliyetçiliğe daha da yaklaştırıyor. Milliyetçi bloğun oy oranı ne olursa olsun, tıpkı geçen seçimlerde olduğu üzere iktidarın kimde kalacağını belirleyen bir anahtar rolü var. Bahsi geçen partilerin yükselişi hem genel siyaset düzeyinde pazarlık gücüne hem de Mansur Yavaş gibi ancak dışarıdan bir destekle CHP içinde adaylık yarışını kazanabilecek milliyetçi adayların konumlarına pozitif etki de bulunacak.
Yorum Yazın