İran-İsrail gerginliği, Ortadoğu'daki çatışmaların doğasını, seyrini, aktörlerini ve kapsamını belirleyen kilit bir faktöre dönüşüyor. Özellikle İsrail'in İran'a vereceği olası yanıtın büyüklüğü, etkinliği ve niteliği, bölgedeki çatışma dinamiklerinin İran-İsrail ilişkilerine bağlı hale geleceğini gösteriyor. Gazze, Lübnan, Yemen gibi birçok bölgedeki süreçler, İran-İsrail çatışmasının boyutuna ve seyrine göre yeniden şekillenecektir.
İran’ın Ortadoğu'daki güç ve nüfuzunun azaldığı düşüncesi, bölgedeki süreçleri objektif bir şekilde değerlendirenler tarafından kabul edilme ihtimali yüksektir. İran’ın güçlü imajı ciddi şekilde zedelenmiş durumda; desteklediği örgütler zayıflamış ve bu durum, İran’a yönelik çeşitli sorgulamalara yol açmıştır. Bu zayıflama, yalnızca İran-İsrail ilişkilerini etkilemekle kalmayıp, Ortadoğu’daki tüm süreçler üzerinde de derin bir etki potansiyeli taşımaktadır. İran’ın zayıflamasının doğası, tezahürleri ve olası sonuçlarını analiz etmek, yeni süreçte Ortadoğu’daki güç dengelerinin nasıl şekilleneceğini anlamak açısından doğru bir perspektif sunma imkânı vardır. Yazının amacı, İran’ın zayıflamasını ve bunun muhtemel bölgesel sonuçlarını kapsamlı bir şekilde incelemektir.
İran, Hizbullah ve HAMAS’ın İsrail’e karşı etkili bir mücadele sergileyemedikleri net bir şekilde görülüyor. "İsrail’i haritadan sileceğiz" sloganıyla yola çıkan bu gruplar, kendileri bekaları kuşkulu yapılara dönüştüler.
ÇÖKEN DİRENİŞ EKSENİ MİTİ
Öncelikle, bölgedeki son gelişmeler, İran ve liderliğini üstlendiği Direniş Ekseni'nin dışa yansıttığı imajın aksine, güç, kapasite, koordinasyon kabiliyeti, ortaklık duygusu, istihbarat becerisi ve analiz yeteneği bakımından önemli eksiklikler taşıdığını gözler önüne seriyor.
İran, Hizbullah ve HAMAS’ın İsrail hakkındaki değerlendirmelerinde büyük bir yanılgıya düştüğü görülüyor. İranlılar, İsrail'in askeri kapasitesini gerektiği gibi ciddiye almadı ve İsrail’in İran ve Hizbullah ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınacağını varsaydılar. Kendi propagandalarına inanarak bu yanlış öngörüyü gerçekmiş gibi kabul ettiler. İran, sadece istihbarat açısından değil, aynı zamanda İsrail’in stratejik hedefleri, gücü ve olası hamlelerini doğru analiz edemedi. Bu durum, bir basiret eksikliği olarak nitelendirilebilir. Sonuç olarak, İran’ın İsrail’i yanlış değerlendirdiği ve onu küçümsediği açıkça ortada. İlginç olan ise İran’ın, düşmanlarını iyi tanıma konusunda yüksek bir farkındalığa sahip olduklarını iddia etmelerine rağmen bu süreçte önemli bir hata yapmış olmalarıdır.
İran, Hizbullah ve HAMAS’ın İsrail’e karşı etkili bir mücadele sergileyemedikleri net bir şekilde görülüyor. "İsrail’i haritadan sileceğiz" sloganıyla yola çıkan bu gruplar, kendileri bekaları kuşkulu yapılara dönüştüler. Direniş Ekseni adı altında ortak bir cephe oluşturduklarını iddia etseler de pratikte etkili bir kader ortaklığı ve işbirliği sağlayamadılar. İran ne Hizbullah’a ne de HAMAS’a yeterli destek sundu. İran, sadece kendisine doğrudan bir saldırı olmadıkça harekete geçmediğini gösterdi. Hizbullah’ın Lübnan’dan açtığı cephe ise beklenen başarıyı gösteremedi. Senkronize bir saldırı planı dahi geliştiremediler. Bölgedeki diğer devletlere bakıldığında, İsrail’e karşı söylemde bulunan çok olsa da pratikte anlamlı bir destek sunulamadı. İsrail’e karşı duyulan nefret artmış olsa da bu duygu sahadaki çatışmada pratik bir sonucu olmadı. Ayrıca, mezhepçilik temelli ayrışmalar da bu süreçte önemli rol oynadı. Nitekim Sünni İslamcılar, İran-İsrail çatışmasını bir "kurgu" olarak gösterip, ideolojik/politik rekabet ve pratik zayıflıklarını bu şekilde meşrulaştırmaya çalıştılar.
İran’ın vekil güçleri kullanma stratejisinin, beklenen caydırıcılığı kazandırmadığı ve aksine Tahran’ı doğrudan savaşa çekme riski taşıdığı görülüyor. Bu durum, İran’ın bölgedeki hedefleriyle ters düşen bir sonuç doğuruyor.
TERS TEPEN İMKÂN
İran'ın dış politikası, uzun yıllardır vekil güçler aracılığıyla bölgesel nüfuzunu artırmak üzerine inşa edilmiştir. Dış tehditlere karşı oluşturduğu savunma stratejisi büyük ölçüde bu vekil güçlere dayanmaktadır. Hizbullah, HAMAS ve Husiler gibi gruplar, İran’ın hem sert güç politikalarında hem de bölgedeki politik süreçlerde stratejik çıkarlarını korumak ve rakiplerine karşı mücadele etmek için yararlandığı başlıca araçlar arasında yer alır. İran rejimi, bu vekil güçler sayesinde bölgesel gelişmelere doğrudan müdahale etme imkânı bulmuştur. Ancak, bu grupların zayıflaması, İran’ın hem savunma kapasitesini hem de bölgedeki nüfuzunu ciddi şekilde sınırlayabilir. Bu durumda, İran’ın bölgesel dinamiklerdeki etkinliği eskisi kadar güçlü olamayacaktır.
İran’ın vekil güçleri kullanma stratejisinin, beklenen caydırıcılığı kazandırmadığı ve aksine Tahran’ı doğrudan savaşa çekme riski taşıdığı görülüyor. Bu durum, İran’ın bölgedeki hedefleriyle ters düşen bir sonuç doğuruyor. Vekil güçler üzerinden yürütülen savaşın, İran’a askeri ya da siyasi anlamda kazandıracağı avantajlar sınırlı kalırken, Tahran’ın kendisini doğrudan hedef haline getirme ihtimali de artmış durumda. İran, bu stratejiyle bölgesel nüfuzunu genişletmeyi ve kendi topraklarını koruma altına almayı amaçlasa da, mevcut durum tersine işliyor gibi görünüyor
Hizbullah’ın zayıflaması, İran'ın milli güvenliğini ve jeopolitik ağırlığını olumsuz etkileyebilir. Bu durum, İran'ın Orta Doğu'daki krizlerdeki güç kapasitesini azaltarak etkinliğini düşürebilir.
HİZBULLAH’IN ZAYIFLAMASI
Hizbullah'ın tamamen ortadan kalkmasını beklemek gerçekçi değildir; bu neredeyse imkansızdır. Lübnan'daki derin toplumsal ve siyasal kökleri, ayrıca halktan aldığı destek, örgütün varlığını sürdürmesine olanak tanımaktadır. Ancak, Hizbullah'ın ne Lübnan'da ne de Orta Doğu genelinde eskisi gibi güçlü bir pozisyona dönmesi oldukça zor görünmektedir. Hasan Nasrallah gibi etkili bir liderin yerini doldurabilecek bir isim çıkarması düşük bir ihtimaldir. Bu durum, örgütün uluslararası boyutta etkin bir aktör olma kapasitesini önemli ölçüde zayıflatmıştır. Bölgedeki etkinliği kırılmakla birlikte Lübnan’da eski gücünü yeniden kazanması ve bölgedeki belirleyici konumunu da mevcut koşullar altında elde etmesi güç görünmektedir.
Hizbullah’ın zayıflaması, İran'ın milli güvenliğini ve jeopolitik ağırlığını olumsuz etkileyebilir. Bu durum, İran'ın Orta Doğu'daki krizlerdeki güç kapasitesini azaltarak etkinliğini düşürebilir. Hizbullah’ın zayıflaması, Suriye'deki Esad rejimine, Yemen'deki Husilere, Bahreyn'deki Şii İslamcılığa ve Irak'taki Şii milislere verdiği destek açısından da olumsuz sonuçlar doğuracak ve bu grupların etkinliğini azaltacaktır. Dolayısıyla, İran'ın bu bölgelerdeki etkisinin zayıflaması da muhtemeldir.
Hizbullah'ın zayıflaması, İran’ın Suudi Arabistan'ın hem ideolojik hem de siyasi etkisine karşı yürüttüğü mücadelenin etkinliğini de azaltabilir. Bu çerçevede, Hizbullah’ın Suudi Arabistan başta olmakla Körfez ülkelerinin Orta Doğu'daki stratejik konumunu zayıflatma kapasitesi düşecek, böylece İran’ın Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin stratejik izolasyonlarını derinleştirme çabaları da etkisizleşecektir. Özellikle Suudi Arabistan, uzun vadede Yemen'deki etkinliğini artırma fırsatını elde etme ihtimali yüksektir. ABD’nin Husileri bombalaması bunun somut göstergesi olarak okuna bilir.
Hizbullah, Şii İslamcılık kimliğini güçlendirerek Orta Doğu'daki Şii hareketlerine önemli katkılarda bulunmaktadır. Nitekim, İran merkezli Şii Hilali tartışmalarında Hizbullah, merkezi bir rol oynamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Hizbullah’ın zayıflaması, İran merkezli Şii hilali tartışmalarının farklı boyutlar kazanmasına yol açacaktır. Sonuç olarak, Hizbullah’ın bölgesel etkinliğini kaybetmesi, Şii İslamcılığı zayıflatarak İran merkezli direniş ekseninin de tartışmalı hale gelmesini sağlama ihtimali yüksektir.
Yahya Sinvar’ın ölümüyle birlikte HAMAS’ın kaderi ciddi şekilde tartışılmaya başlandı. HAMAS’ın tamamen yok olması imkansız olsa da, eski güç ve konuma kavuşması zor görünüyor.
HAMAS’IN KADERİ
Arap devletlerinin çoğu, İsrail ile barış ve normalleşme yolunu tercih ederken, HAMAS'ın bunu reddetmesi İran için stratejik bir öneme sahiptir. HAMAS'ın varlığı, bölgedeki Arap devletleri üzerinde baskı oluşturuyor ve bu durum, İran-HAMAS ilişkisini güçlendiren unsurlardan biridir. Nitekim, 7 Ekim saldırısının önemli hedeflerinden birinin, İbrahim Anlaşması olarak bilinen Arap devletleri ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı sabote etme amacı olduğu düşünülüyor. HAMAS’ın İsrail’e yönelik eylemleri, İran'a Arap devletleri üzerinde baskı oluşturma imkanı veriyor. HAMAS’ın örgüt olarak niyeti bu olmasa da, böyle bir sonucun doğduğu inkar edilemez bir gerçekliktir.
Yahya Sinvar’ın ölümüyle birlikte HAMAS’ın kaderi ciddi şekilde tartışılmaya başlandı. HAMAS’ın tamamen yok olması imkansız olsa da, eski güç ve konuma kavuşması zor görünüyor. Örgüt, Gazze’yi yöneten ve tüm Filistin’i yönetme arzusunda olan bir yapıydı; ancak mevcut durumda Gazze’yi yönetme beceri, imkân ve fırsatlarını kaybettiği anlaşılıyor. HAMAS, artık sadece yeraltında varlığını sürdürebilecek bir grup haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu durum, İsrail’e ağır bedeller ödetebilir ancak Gazze’nin normalleşme ihtimalini de ortadan kaldırabilir. HAMAS’ın karşılaştığı ikilem çeşitli hayati riskler içerdiği açık. Bu süreç ayrıca İran’ın Filistin meselesindeki pozisyonunda farklılaştırabilir. Özellikle İran’ın Mahmut Abbas liderliğindeki El Fetih ile olan düşmanlığı düşünüldüğünde, bu sürecin Filistinliler açısından çeşitli tehlikeler barındırıyor.
Uluslararası Baskılar
İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzu, ülkenin diplomatik girişimlerini de doğrudan etkiliyor. Batılılarla yürütülen nükleer anlaşma süreçlerinin arka planında her zaman Ortadoğu meselesi bulunuyor. İran’ın bu bölgede sahip olduğu güç, onu Batılı ülkeler karşısında daha güçlü bir konuma getiriyor. Ancak, İran’ın vekil güçlerinin zayıflaması, uluslararası alanda ciddi sonuçlar doğurabilir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği gibi ülkeler, İran üzerindeki baskıları artırmak için bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmek isteyebilir. Bu baskılar, yeni yaptırımlar ve İran’ın bölgedeki diplomatik nüfuzunu azaltmaya yönelik girişimlerle daha da derinleşebilir. Bu bağlamda, İran’ın uluslararası müzakerelerdeki pazarlık gücünün zayıflaması, uluslararası izolasyonunu artırma riskini doğuruyor. Avrupa Birliği’nin son dönemlerde İran’a yönelik sert tutumu ve İran’ın Basra Körfezi’nde "işgalci" olarak nitelenmesi, bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Tüm bu gelişmeler, İran’ın bölgedeki stratejik konumunu ve diplomatik etkisini daha da zorlaştırabilir.
Doğuya Dönme Zorunluluğu
İran, uluslararası arenada yaşanan son gelişmeler ışığında, özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerini derinleştirmek zorunda kalabilir. Bu iki ülke, İran için hem ekonomik hem de stratejik açıdan kritik öneme sahiptir. İran’ın Rusya ve Çin ile olan ilişkilerini geliştirmesi, kendi güvenliğini sağlamak açısından hayatı önem taşıyabilir.
Mesut Pezeşkiyan’ın cumhurbaşkanlığı, İran’ın Batılılarla, özellikle Avrupa Birliği ile yakınlaşma arzusunu ortaya koyuyordu. Ancak, bu durum, Pezeşkiyan’ın liderliği altında Batılılarla kurulan yakınlaşma stratejisini zayıflatma riski taşıyor. İran-İsrail gerginliği ve Gazze merkezli çatışmalar, İran’ın Batılı ülkelerle olan ilişkilerine zarar veriyor. Bu durum, Pezeşkiyan etrafında toplanmış Batı ile yakınlaşmayı hedefleyen kadroların beklentilerini de boşa çıkarabilir.
İran'ın zayıflama süreci, dondurulmuş jeopolitik ihtilafların yeniden alevlenmesine yol açabilir. Örneğin, İran ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki tartışmalı adalar meselesi yeniden gündeme gelmiştir.
BÖLGESEL BELİRSİZLİK
Arap devletlerinin büyük bir kısmı, İran ve onun bölgesel hedeflerini birincil tehdit olarak değerlendiriyor. İran-İsrail gerginliğinin yükseldiği bu dönemde, Arap ülkelerinin İran’a karşı tutumlarının ne olacağı belirsiz. İsrail’in doğrudan yanında yer almasalar da, İran’ın zayıflamasını ve bölgedeki etkisinin azalmasını memnuniyetle karşılıyorlar. Bu noktada, İran’ın Arap dünyasıyla yeni bir ilişki modeli geliştirmesi gerektiği açıktır. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı’nın başlattığı Ortadoğu diplomatik turu, bu ihtiyacı net bir şekilde ortaya koyuyor. Arakçı’nın ziyaretleri, bu stratejinin önemli bir parçası olarak öne çıkıyor. Özellikle İran’ın Bahreyn ile diplomatik ilişkiler kurma çabası, bölgedeki dinamikleri yeniden şekillendirme arzusunu göstermektedir.
İran'ın Ortadoğu'daki yeni diplomatik arayışları, Hizbullah ve HAMAS'ın zayıflaması nedeniyle beklenen sonuçları vermeyebilir. İsrail'in Gazze saldırıları sonrasında İbrahim Anlaşmaları askıya alınsa da, bu sürecin İran’ın lehine nasıl gelişeceği belirsizdir. Arap ülkeleri, İsrail ve ABD ile çok farklı işbirliği modelleri geliştirebilir. Ayrıca, özellikle Suudi Arabistan’ın İran’ın iç siyasetine müdahale etme ihtimalinden duyduğu rahatsızlık da göz önünde bulundurulmalıdır.
İran'ın zayıflama süreci, dondurulmuş jeopolitik ihtilafların yeniden alevlenmesine yol açabilir. Örneğin, İran ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki tartışmalı adalar meselesi yeniden gündeme gelmiştir. BAE'den bir prensesin İran’a yönelik askeri tehditte bulunduğu da gözlemlenmektedir. İran’ın zayıflaması, Arapların uzun süredir bastırdıkları düşmanlıkların gün yüzüne çıkmasına neden olabilir. Bu çerçevede, Saddam Hüseyin’in İran'ın zayıfladığı yorumuna dayanarak 1980'de İran’a saldırıp sekiz yıllık bir savaşı başlatması gibi bir tarihi deneyim de göz önünde bulundurulmalıdır.
İran açısından, Suriye ve Irak'ın hangi pozisyonda duracakları önemli bir sorun teşkil ediyor. Beşar Esad’ın İran’ın çatışmalarına katılma isteği düşük bir ihtimal. Ancak Esad’ın isteğinden bağımsız olarak, Suriye çatışma sürecine dahil edilebilir. Diğer yandan, Iraklı grupların da Irak’ın İran’ın bölgesel ihtilaflarının zeminine dönüşmesini istemedikleri görülüyor. Yine de, Irak’taki Şii milislerin varlığı, Irak yönetimine rağmen ülkeyi krizlere sürükleyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İran’ın hem Irak hem de Suriye yönetimleri açısından, taraf olmak istemedikleri çatışmaları bu ülkelere taşıma potansiyeli nedeniyle sorunlu bir aktör olarak değerlendirilebilmesidir. Bu rahatsızlık, özellikle İsrail-İran çatışmasının boyutları çerçevesinde daha belirgin hale gelme potansiyeli taşımaktadır
Sonuç olarak, İran-İsrail gerginliği, Ortadoğu'daki çatışmaların doğasını, seyrini, aktörlerini ve kapsamını belirleyen kilit bir faktöre dönüşüyor. Özellikle İsrail'in İran'a vereceği olası yanıtın büyüklüğü, etkinliği ve niteliği, bölgedeki çatışma dinamiklerinin İran-İsrail ilişkilerine bağlı hale geleceğini gösteriyor. Gazze, Lübnan, Yemen gibi birçok bölgedeki süreçler, İran-İsrail çatışmasının boyutuna ve seyrine göre yeniden şekillenecektir. Başka bir deyişle, İran-İsrail ilişkilerinin gelişimi, Gazze ve Filistin meselesi başta olmak üzere Ortadoğu'nun kaderini etkileyebilecek önemli bir potansiyele sahiptir.
Yorum Yazın