Madde 127 merkezin seçilmiş belediye başkanını idari vesayet yetkisi ile görevden almasını "geçici bir tedbir" (Madde 127) olarak nitelendirmiştir ama ben, mesela geçen yerel yönetim döneminde, 2019-2024, görevden alınan ve yerine kayyum atanan seçilmiş belediye başkanlarından herhangi birinin yargı kararı ile göreve döndüğünü hatırlamıyorum (burada yanılma, eksik bilgi payımı da saklı tutarım).
Mahalli seçimlerin üzerinden daha üç ay geçmedi, önce seçilmiş Van Büyükşehir Belediye Başkanı üzerinden bir oyun oynanmaya çalışıldı, çok sert bir toplumsal tepki oldu, oyun tutmadı, arkasından Hakkari Belediye Başkanı hakkında süren davanın karar duruşmasından üç gün önce, evet tam üç gün önce, görevinden alındı ve yerine kayyum atandı, ilginçtir, üç gün sonraki duruşmada da Hakkari seçilmiş belediye başkanı Mehmet Sıddık Akış 19 yıla mahkum edildi ve tutuklandı.
Neden kayyım atanması için karar duruşmasının sonucu beklenmedi, anlamakta zorlanıyorum, üç günlük bir acil durum mu vardı, bilemiyorum; zaten 19 yıl hapse mahkum edilen (kayyım atanması için kararın kesinleşmesi ve tutuklanması gerekiyor) ve karar kesinleşmeden tutuklanan birisinin göreve devam edemeyeceği açık, karar sonrası seçilmişlik meşruiyeti olan Hakkari Belediye Meclisinin yeni bir başkan seçmesi en doğru, en demokratik yoldu, tercih edilmedi, zaten 15 Temmuz 2016’dan hemen sonra çıkarılan 674 sayılı KHK ile 5393 sayılı Belediye Kanununun 45 ve 46. Maddelerinde yapılan değişiklikle çalınan minarenin kılıfı çoktan hazırlanmış idi.
İlginç bir devletimiz var, gerçekten çok ilginç, vatandaşına özgürlük, refah ve güvenlik üretmekte son derece beceriksiz (?) ya da isteksiz devletimiz başka alanlarda, hukuk devletinin açık ihlali konularında bir kuyumcu hassasiyeti ile çalışabiliyor, kim düşünebilir ki, 15 Temmuz’un şaşkınlığı (!!!) içinde olan devlet tam bir ay sonra, 15 Ağustos 2016’da 67 4 sayılı KHK’yı üretebiliyor, detaya bakar mısınız, belediye başkanını görevden alacaksın ama şayet terör bağlantılı ise, yerine gelecek başkanı Belediye Meclisi değil, İçişleri Bakanlığı atayacak, bu detayı da 2005’de kanun çıkarken, Meclis, AKP, CHP düşünmemiş olacak, muazzam bir beceri ya da başka bir şey, takdirlerinize bırakıyorum.
Evet, gelelim kayyım atamaların anayasal (!) temeline; yasal temelinin 674 sayılı KHK ile değişen Belediye Kanunu’nun 45 ve 46. maddeleri olduğunu gördük.
Anayasanın 123. Maddesinin üst başlığı İdare ve özetle şöyle diyor bu madde: İdare bir bütündür, idare merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır; doğrusu idare için beğendiğim bir formül bu, ekonomik mantığı da sağlam, devlet demek sadece ve sadece kamu hizmeti üretimi demektir, devletin kamu hizmeti özelliği taşımayan bir faaliyeti meşru, hukuki, anayasal, yasal olamaz…
DEVLET, SADECE KAMU HİZMETİ ÜRETİMİ DEMEKTİR
Kayyım uygulamasının anayasal temelini de Anayasanın 127. Maddesi vermektedir.
Fransa’da 2008 senesinden 2023 senesine kadar 15 sene aralıksız üniversitede "Hukukun ekonomik analizi" (Law and economics) başlıklı bir ders verdim, bizim üniversitelerde henüz hukuk ve iktisat fakültelerinde ders müfredatlarında yok değil ama oturmuş bir ders değil, bu alanın benim en çok ilgilendiğim bölümü anayasaların, yasaların, yargı kararlarının hukuk ötesi ekonomik mantığını, ekonomik etkinlik sonuçlarını araştırmak, Fransa’da derslerde bu alana girmedim tabii ama Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddelerinin ekonomik mantığını ve sonuçlarını araştırmak gerçekten çok ilginç sonuçlar verebiliyor, Anayasanın 127. Maddesini de bu bağlamda incelemek gerekiyor.
Anayasanın 123. Maddesinin üst başlığı İdare ve özetle şöyle diyor bu madde: İdare bir bütündür, idare merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır; doğrusu idare için beğendiğim bir formül bu, ekonomik mantığı da sağlam, devlet demek sadece ve sadece kamu hizmeti üretimi demektir, devletin kamu hizmeti özelliği taşımayan bir faaliyeti meşru, hukuki, anayasal, yasal olamaz (mesela Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasa Madde 136), toplam kamu hizmeti üretimi ise, yani devlet, basitleştirir ve 121. Maddenin diliyle söylersek merkezden üretilen kamu hizmetleri ve yerinden yönetimler tarafından üretilen mahalli kamu hizmetleridir, merkezi kamu hizmeti üretimi, mesela TSK, ve yerel kamu hizmeti, mesela İETT- birlikte kamu hizmetini yani devleti verirler.Bu maddeye ekonomik bir gözle baktığınızda merkezi kamu hizmeti ile yerel kamu hizmeti arasında hiyerarşik bir ilişki tanımlamak mümkün değildir, merkezi kamu hizmeti ile yerel kamu hizmeti arasında ancak tamamlayıcılık ilişkisi vardır, aralarında tamamlayıcı ilişki olan iki hizmet türünden birine (merkez) diğeri (mahalli) üzerinde idare vesayet hakkı tanınamaz.
Ordusuz (mesela TSK) bir devlet düşünülemeyeceği gibi metropollerde şehir içi ulaşım kurumu (mesela İETT) olmayan bir devlette düşünülemez, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alma yetkisini veren idari vesayet (Madde 127) anlamsız bir yetkidir.Peki, TCK hükümlerine göre suç işleyen, neden olmasın, belediye başkanları merkez tarafından görevden alınamamalı ise ortaya çıkan bu cezasızlık gibi durabilecek durum nasıl çözüme kavuşturulabilecektir?
Şayet merkezin idari vesayet yetkisi kullanmasını hukuka, mantığa, ekonomiye aykırı görüyorsanız, mesela ben öyle görüyorum, mutlaka bir çözüm bulunacaktır, yargıya bu konuda güçlü bir yetki verilebilir, hızlandırılmış, öncelikli yargılama gibi ama her ne sebeple olursa olsun görevinden alınan belediye başkanı yerine seçilmiş Belediye Meclisi tarafından seçimle atama yapılması olmaz ise olmazlık şartıyla. Madde 127 merkezin seçilmiş belediye başkanını idari vesayet yetkisi ile görevden almasını“geçici bir tedbir” (Madde 127) olarak nitelendirmiştir ama ben, mesela geçen yerel yönetim döneminde, 2019-2024, görevden alınan ve yerine kayyum atanan seçilmiş belediye başkanlarından herhangi birinin yargı kararı ile göreve döndüğünü hatırlamıyorum (burada yanılma, eksik bilgi payımı da saklı tutarım).Bu konu akademik açıdan çok ilginç yerlere çekilebilecek bir konudur.
Devlet ancak merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin birlikteliği, tamamlayıcılıkları üzerinden tanımlanabilir, belediyeler de bakanlıklar kadar devlettirler.
BELEDİYELER DE BAKANLIKLAR KADAR DEVLETTİR
Anayasanın ne iyi ki herhangi bir maddesinde görmedim ama çok yerleşik, profesörlerin kaleme aldığı hukuk kitaplarında, ağırlıklı olarak da İdare Hukuku kitaplarında "Devlet ve yerel yönetimler" diye nereden bakarsanız anlamsız ifadeler, başlıklar yer alabilmektedir, bu ifadede devlet ile yerel yönetimler arasına virgül konduğu için (Türkçe dilbilgisi kuralı) bu iki birim, yani devlet ve yerel yönetimler sanki iki farklı tüzel kişiliklermiş gibi sunulabilmektedir, yani bir yerde devlet, öbür yerde de yerel yönetimler yani belediyeler, böyle anlamsız bir şey olabilir mi, devlet sadece merkezi yönetim midir?
Halbuki, yukarıda kamu hizmeti kavramı üzerinden anlatmaya çalıştım, devlet ancak merkezi yönetim ile yerel yönetimlerin birlikteliği, tamamlayıcılıkları üzerinden tanımlanabilir, belediyeler de bakanlıklar kadar devlettirler.
Rahmetli Çetin Altan (hukukçudur) bu konunun çok komik bir yerine dikkat çeker ve anlamsızlığını ortaya koyardı; aynı İdare Hukuku kitaplarında merkezi yönetimin bir yetkilisi olan ve sadece merkezi hükümeti temsil etmesi gereken valilerin illerde devleti temsil ettiği gibi bir anlamsızlık aynı mantık ve ekonomi hatasıyla öğrenciye sunulur, oysa temsil adem (yokluk) gerektirir, valilerin illerde devleti temsil ettiğini söylemek illerde devletin olmadığı yanlışına götürür ki, komik dediğim de budur.
Doğrudur, büyükelçiler görev aldıkları ülkelerde Türkiye devletini temsil ederler çünkü oralarda Türkiye devleti yoktur, içeride ise sadece cumhurbaşkanları devleti sembolik anlamda temsil ederler.Çok net görülüyor herhalde, merkezi idareye bir idari vesayet yetkisi tanıma yanlış tutkusu idare hukukunda, hukukun ekonomik analizinde, mantıkta bizleri nasıl hatalara götürüyor. Devleti kurtarmak (!!!) için kayyım atamaya kılıf hazırlama gayreti de devleti nasıl kavramsal olarak perişan ediyor.
Yorum Yazın