Her vicdanlı insanın her şeyden önce bu soykırımın bir an önce durdurulmasından yana tavır alması insanca bir görevdir. Tıpkı işçilerin, Kürtlerin ve diğer mağdurların yanında olmanın, onların mücadelelerine destek vermenin her vicdanlı insanın görevi olması gerektiği gibi…
“İşçi sınıfı” kavramına sarılarak siyaset yapanlar bazen işçi sınıfı ile ancak dolaylı yoldan ilişkisi olan ve fakat bir “zalim” karşısında “mağdur” olanların yanında yer almakta zorlanırlar. “Mağdurların” aradıkları adalete ulaşabilme mücadelesinin tıpkı “işçi sınıfı”nın mücadelesine benzer bir mücadele olduğunu görmek istemezler. Hatta daha da ötesinde “işçi sınıfı”nın burjuvazi karşısındaki mücadelesinin de burjuvazinin sömürü zalimliği karşısında bir “mağduriyet” ilişkisi olduğunu anlamak istemezler.
Marx özcü bir filozof değildi. O nedenle de kapitalizmin analizinde vardığı “değişim motorunun” “işçi sınıfı” olduğunu söylerken bu enerjinin kendiliğinden işçilerde olan bir enerjiden kaynaklandığı gibi saçma bir düşünceye işaret etmedi. Bu enerjinin işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki yeri ve konumundan kaynaklandığını, bir başka deyişle işçilerin bir sınıf olarak burjuvaziye karşı bir mağduriyet ilişkisi içinde olduklarından dolayı tarihin motoru olduğunu söyledi. Yani, değişimin motoru (devrimin de diyebiliriz) işçi sınıfının niteliklerinden değil, burjuvazi karşısındaki mağduriyet ilişkisinden kaynaklandığını söylemiş oldu. Yani Marx, “özcü” değil aksine “ilişkisel” bir düşünürdü.
Bunları hatırlatmamın nedeni bugünlerde İsrail’in Lübnan’da başlattığı saldırının bizim siyaset alanımızda da etki ürettiği ve özellikle Kürtler ve solcular arasında çelişen pozisyon ve tutumlara neden olmuş olması.
Kimileri İsrail’in savaş yaptığı grupların Kürt düşmanı olmasının altını çizerek İsrail’in yanında yer alması, kimileri de Hizbullah’ı “Siyonist”bir devlete karşı savaş açmış anti-emperyalist bir güç olarak niteleyerek Hizbullah’tan yana tavır alması, kimileri de (özellikle sol içinde) İsrail’in Siyonist politikasına karşı çıkarken, Hizbullah’ın da kadın özgürlüğü ve Lgbt+ gibi konulara yönelik düşmanca tutumu nedeniyle Hizbullah’a da karşı olması gibi tutumlar içindeler.
Tabii ki isteyen istediği pozisyonu seçer buna karışamayız. Ama yazının başında altını çizdiğim fikirlerden yola çıkarak bu olayı değerlendirmeye kalktığımızda tabii ki mağdur olanın, yani Hizbullah’ın yanında olmanın daha doğru olduğunu söylememiz gerekiyor. Ama bu desteğin, ne Hizbullah’ın Kürt düşmanı oluşuyla, ne “Siyonist” bir devlete karşı savaşıyor oluşuyla ve ne de “anti-emperyalist” oluşuyla bir ilgisi olması gerekmiyor.
Çünkü “ilişkisel” boyutta, sadece ve sadece “güçlü”nün karşısında “güçsüzden yana” olmak “insanca” bir yaklaşım olduğundan dolayı “güçsüzden yana” olmak doğru olan tutumdur demeye çalışıyorum. Bu nedenle de, bu noktada kimin haklı kimin haksız olduğu ya da kim geçmişte neler yapmış olduğu gibi tartışmalara girmeden sadece ve sadece Filistin’lilerin ve de Hizbullah’ın, İsrail devleti ve arkasındaki Batılı güçlerin desteği karşısında “zayıf” ve “güçsüz” olduğu tartışılmaz gerçeğinden dolayı Hizbullah’ın (Hamas’ın) yanında olmak doğru bir tutum almaktır. Bu nedenle de her vicdanlı insanın her şeyden önce bu soykırımın bir an önce durdurulmasından yana tavır alması insanca bir görevdir.
Tıpkı işçilerin, Kürtlerin ve diğer mağdurların yanında olmanın, onların mücadelelerine destek vermenin her vicdanlı insanın görevi olması gerektiği gibi…
Yorum Yazın