Geçicilik fikrinin, ilk olarak Antik Yunan düşünürleri tarafından felsefi bir mesele olarak ele alındığını görürüz. Herakleitos’un ünlü “Panta Rhei” (Her şey akar) sözü, geçiciliğin felsefi tarihindeki en eski ve etkili ifadelerden biridir. Herakleitos’a göre, evrendeki her şey sürekli bir değişim içindedir ve hiçbir şey aynı kalmaz.
Yılın son günlerine yaklaştıkça, üzerimize çöken o garip ağırlığı hissetmeye başladık. Bu yalnızca fiziksel bir yorgunluk değil; ruhsal bir tükenmişlik, her şeyin üzerine devasa bir gölge gibi inen bir huzursuzluk. Pandemi sonrasında giderek boğucu bir hal alan, gündemin bitmek bilmeyen yoğunluğu, her gün başka bir felaket haberiyle başlayan sabahlar ve bireysel yaşamlarımızdaki küçük mücadeleler birleşerek bir kasırgaya dönüşüyor. Çoğumuz haberleri takip etmenin ağır yüküyle, uzaklaşmanın suçluluğu arasında sıkışıp kalıyoruz. Bu yılın sonunda bir kısmımız artık daha sessiz, daha kırılgan ve daha içe dönük. Bu gibi dönemleri zaman zaman yaşayan biri olarak çıkış yolunu çoğu zaman geçicilikte bulmaya başladım. O nedenle yılın bu son yazısında beraberce geçicilik üzerine düşünmek istedim.
Etimolojiden Düşünsele Zamana Dokunan Bir Kavramın İzleri
Pek çok dilde olduğu gibi dilimizde de “geçicilik” hayatın bir akış içinde olduğunu, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını vurgulayan bir kavram. Latince kökenli dillerde “transience” ya da “impermanence” olarak geçen bu terimler, “bir yerden bir yere geçiş” veya “sonsuz olmayan” anlamlarını taşıyor. Kavramın etimolojik kökleri, insanlık tarihindeki ilk metafizik tartışmalara kadar uzanır.
Geçicilik fikrinin, ilk olarak Antik Yunan düşünürleri tarafından felsefi bir mesele olarak ele alındığını görürüz. Herakleitos’un ünlü “Panta Rhei” (Her şey akar) sözü, geçiciliğin felsefi tarihindeki en eski ve etkili ifadelerden biridir. Herakleitos’a göre, evrendeki her şey sürekli bir değişim içindedir ve hiçbir şey aynı kalmaz. Ona göre, aynı nehirde iki kere yıkanamayız zira su sürekli akar ve ikinci defa girilen nehir artık aynı nehir değildir. Bu düşünce, geçiciliği sadece bir gerçeklik olarak değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olarak kabul etmeyi önerir. Batı düşüncesindeki bu felsefi temelin Doğu’da manevi bir huzur arayışına evrildiğini görürüz. Örneğin Budizm, geçicilik kavramını manevi bir huzur yolu olarak derinleştirmiştir. Buda, her şeyin değişime ve çürümeye tabi olduğunu ve bu gerçeğin fark edilmesinin insanın ıstıraptan kurtulmasının anahtarı olduğunu işaret eder.
Alvin Toffler, “Bilişim Toplumu: Hız ve Geçiciliğin Çağı” adlı kitabında, modern dünyanın hız ve geçicilik üzerine kurulu olduğunu belirtirken bu durumun insanlara hem fırsatlar sunduğunu hem de yabancılaşmaya yol açtığının altını çizer.
TESELLİ Mİ, HUZURSUZLUK MU?
Yüzyıllar boyunca geçicilik, insan için hem bir teselli hem de bir huzursuzluk kaynağı olmuştur. Geçiciliğin derin gücü, kalıcılık arayışındaki insana huzursuzluk verir. İnsan, doğası ilişkilerinde, başarılarında ve hayallerinde bir süreklilik, bir devamlılık görmek ister. Ancak geçiciliği kabul etmek, hayatın sürekli bir değişim içinde olduğunu fark etmek, bu arayışın temelde boşuna olduğunun da kabulünü gerekli kılar. Bu da kişide bir hayal kırıklığı yaratabilir.
Diğer yandan ‘Zaman her şeyin ilacıdır’ sözünden de bildiğimiz gibi, acıların, sıkıntıların ve zorlukların da geçici olduğunu hatırlamak, yaşanan sıkıntının bir süreliğine olduğunu bilmek umudu çapalama konusunda insana iyi gelir. Zamanın giderek daha hızlı geçtiğinin algılandığı modern dünyada geçicilik de farklılaşır. Alvin Toffler, “Bilişim Toplumu: Hız ve Geçiciliğin Çağı” adlı kitabında, modern dünyanın hız ve geçicilik üzerine kurulu olduğunu belirtirken bu durumun insanlara hem fırsatlar sunduğunu hem de yabancılaşmaya yol açtığının altını çizer. Toffler’a göre, modern toplumun geçici yapısı bireylerin üzerindeki baskıyı artırırken, aynı zamanda onları sürekli olarak yeniliklere adapte olmaya zorlar. Hızla değişen iş yaşamı, ilişkiler ve değerler sistemi, insanları sürekli bir hareketlilik içinde tutar. Ancak bu, aynı zamanda duygusal anlamda bir köksüzlüğün ve güvensizliğin zeminini de beraberinde getirir. Modern dünyada geçicilik, birey için bir özgürlük alanı açarken, bir tür varoluşsal yalnızlık da yaratabilir güce ulaşır.
İvan İlyiç’in hikayesinin en güçlü noktası, onun geçiciliği kabullenme sürecidir. Romanın sonlarına doğru, İvan, hayatın ve ölümün doğasını anlamaya başlar. Geçmişte ona büyük acılar veren hastalığı ve ölüm korkusu, yerini bir tür dinginliğe bırakır.
İVAN İLYİÇ’İN AYNASINDAN GEÇİCİLİK
Edebiyat, geçicilik kavramını sıklıkla ele alır ve bu kavramı hem hüzünlü hem de yüce bir tema olarak işler. Lev Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı romanındaki İvan İlyiç karakteri, çoğumuza benzeyen yanıyla geçicilik kavramını en çarpıcı ve insani yönleriyle ele alan bir kahramandır. Okudukça daha da tanıdık gelecek bu karaktere gelin biraz yakından bakalım.
İvan İlyiç, ilk bakışta sıradan bir memur olarak görünür; toplumun beklentilerine uygun bir yaşam sürmüş, hırslarının ve başarılarının peşinden gitmiştir. Ancak hayatının son döneminde, ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleştiğinde, her şeyin ne kadar geçici ve yüzeysel olduğunu fark eder. Bu farkındalık, hem karakterin hem de okuyucunun varoluşsal bir sorgulama içine girmesine neden olur.
Romanın başlangıcında, İvan İlyiç’in yaşamı, toplumun dayattığı normlara uygun bir “başarı öyküsü” olarak sunulur. İyi bir eğitim almış, toplumda saygın bir yer edinmiş, prestijli bir meslek sahibi olmuştur. Ancak bu hayatın temelinde yüzeysellik yatar. İvan, statü ve maddi başarı odaklı bir yaşam sürmüş, insanlarla olan ilişkilerini bile bu bakış açısıyla şekillendirmiştir. Karısı ve çocuklarıyla arasındaki bağ, gerçek bir sevgiye değil, bir tür zorunluluğa dayanır. Hayatı boyunca kendi ölümlülüğünü hiç düşünmemiş olan İvan, ciddi bir hastalığa yakalandığında, ilk kez hayatın ve yaşadığı her şeyin geçiciliğiyle yüzleşir. Tolstoy, bu noktada insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini ve varoluşsal korkusunu derin bir şekilde tasvir eder. İvan İlyiç’in hastalığı, içsel bir aydınlanma ve sorgulama sürecine dönüşür. Hastalık ilerledikçe, hayatında değer verdiği şeylerin aslında ne kadar anlamsız olduğunu fark eder. Statü, para, toplumdaki saygınlık gibi şeylerin ölüm karşısında hiçbir anlam taşımadığını anlar. Bu farkındalık, İvan İlyiç’i bir yandan derin bir acıya sürüklerken, diğer yandan hayatın gerçek anlamını keşfetmesi için bir kapı aralar.
“Peki ya hayatım yanlış yaşandıysa? Eğer bütün hayatım boyunca gerçekten önemli olan şeylere değil de, başkalarının bana önemli olduğunu söylediği şeylere değer verdiysem?” cümlesi İvan’ın ömrü boyunca geçici şeylerin peşinde koştuğunu ve bu yüzden hayatının anlamını kaçırdığını ifade eder. Geçmişteki anılarını ve kararlarını sorgulamaya başlar; bu da onun için bir tür varoluşsal kriz yaratır.
İvan İlyiç’in hikayesinin en güçlü noktası, onun geçiciliği kabullenme sürecidir. Romanın sonlarına doğru, İvan, hayatın ve ölümün doğasını anlamaya başlar. Ölümün sadece bir son değil, aynı zamanda bir başlangıç olduğunu hisseder. Geçmişte ona büyük acılar veren hastalığı ve ölüm korkusu, yerini bir tür dinginliğe bırakır.
Romanın final sahnesi, bu farkındalığın en çarpıcı ifadesidir. İvan İlyiç, ölmeden hemen önce ışığı ve huzuru sembolize eden bir deneyim yaşar. Tolstoy, bu sahneyi şöyle betimler:
“Ölüm sona erdi, artık ölüm yoktu.”
Bu cümle, İvan’ın hayatın geçici olduğunu ve ölümün de bu geçiciliğin bir parçası olduğunu kabullendiğini gösterir. Geçicilik, burada bir korku kaynağı değil, bir özgürlük aracına dönüşür.
Hız ve Yabancılaşma: Modern Dünyada Geçicilik
Modern çağda geçicilik, yalnızca bir yaşam felsefesi değil, bir hayatta kalma stratejisi olarak da karşımıza çıkıyor. Sosyal medya, hızla tüketilen içerikler ve bir sonraki yeniliği bekleyen heveskar kitleler, geçiciliğin modern hayatın merkezi haline geldiğini gösteriyor. Ancak bu hız içinde geçiciliği kabullenmek, bireye bir denge noktası sunabilir. Hayatın sürekli akışında, her anı bir sonrakine bağlayan zincirin güzelliğini fark etmek, hem huzur hem de özgürlük getirebilir.
Yeni Bir Başlangıç İçin…
Yılın bu son günlerinde, yorgunluktan bunalmış, huzursuz ve umutsuz hisseden herkese geçiciliğin hafifliğine sığınıp biraz olsun rahatlayabilmeyi diliyorum. Yeni yılda, kendi geçiciliğimizle yüzleşme cesaretini bulup, hayatın geçici anlarının güzelliğini fark edebilmenin huzurunu yaşayalım. Çünkü, “Ne içindeyiz zamanın, ne de büsbütün dışında…” Hepinize umut dolu, hafif ve huzurlu bir yıl diliyorum.
Yorum Yazın