AKP’nin sanal mega projelerine “kent lokantası” modeliyle alternatif oluşturulması bekleniyor. Kent lokantalarından günlük yararlananların sayıları ile ülkede yoksulluğun pençesindeki yurttaşların sayıları arasındaki uçurum; bir Çin atasözünü anımsattı; “Bana her gün balık vereceğine, balık tutmasını öğret.
Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından, İki kutuplu Dünya Düzeninin sonlanması bekleniyordu. Soğuk savaşın izlerini taşıyan, elli yılı aşkın dönemin sonuna gelindiği beklentisi yaygındı.
Sırada Yeni Dünya düzeni vardı. Silahlanmaya ayrılan devasa bütçeler, bundan böyle toplumsal refahı sağlamaya ayrılacaktı. Baş döndüren hızla gelişen, sayısal teknolojinin günlük yaşama girişiyle, çalışma saatleri de kısalacaktı.
Gerçekten 1990 ile 2000 yılları arasında Dünya ekonomisi %3 ile %5 aralığında büyüdü. Büyük gövdeli uçaklar ile ucuz kıtalar arası geziler başladı. Sanayi devrimi aşamasını yıllar önce tamamlayan, ülkelerin yurttaşları dışındakiler de yerkürenin her yanına ekonomik uçuşlarla gidebileceklerdi. Küçük bir kent büyüklüğünde insan taşıyan binlerce kişilik dev yolcu gemileri inşa edildi. Ne var ki, büyüme oranlarındaki artış uzun sürmedi. 2009 yılında çok sayıda ülkede resesyon yaşanmaya başlandı
Türkiye; bu yılları uzun bir aradan sonra ilk kez karşılaştığı, ayrılıkçı silahlı hareketle mücadeleyle geçirdi. Önemli ölçüde kaynak harcadı.
Süreç içinde Reagan-Thatcher ikilisinin önderlik ettikleri, monetarist ekonomi politikası benimsendi. Özal’ın yönettiği ülke ekonomisi, askeri cunta döneminden başlayarak, Batı sistemine eklemlendi. Ekonominin dinamikleri özel sektör ağırlıklı gelişirken, İstanbul Sermayesinin bir kesimi askerlerin de desteği ile siyasete ağırlığını koymaya başladı.
Anglo-Sakson’ ların ABD liderliğinde Ortadoğu’da sınırları değiştirmek amacıyla başlattıkları, Irak savaşı ile yeni bir döneme girildiğini, sivil siyasetçiler bir türlü değerlendiremediler.
Üretmek yerine kamu kaynaklarını paylaş(tır)mayı, yağmacı iştahıyla sürdüren, siyasal partilerin ekonomideki geçmiş başarısızlıkları, ABD’nin bölgedeki tutumuna ters tavır almayı red eden, muhafazakarların kısa sürede iktidara gelmelerinin yolunu açtı.
Muhalefet bu olumsuz koşullarda hala yüzde otuzlarda seyreden oy oranını aşamadı. Bölge ve hızla değişen Dünya koşullarına uyum amacıyla, ekonomide radikal bir değişim programı da yok.
AKP ile MHP’nin ABD çıkarlarına uyumlu dış politika çizgileri, AB ile ters düşmeden sürdürüldü. Ortadoğu ve Afganistan’dan kaçan sığınmacıların, bedeli karşılığında Türkiye’de barınmalarının sağlanması, iktidarın ömrünü uzatan etkenler arasında yer aldı.
Ancak üretmek yerine kamu kaynaklarını kullanarak, olağanüstü zenginleşen yaklaşık yüzde beşlik kesim ve çevrelerinde geliri artan, ülke nüfusunun beşte biri dışında kalanlar, derin yoksulluğun pençesine düştüler.
Büyük kentlerde yaşayanlar arasında, çoğunluğunu emeklilerden oluşan ” kentli yoksulluğu” kavramı, iktidarın ekonomi politikasının sonucuydu.
Ülke tarımı üretim yeteneğini yitirirken, enflasyona karşı ithalata başvurularak, önlem alınmaya çalışıldı. Tarım alanlarının yüzde yetmişinde maden arama izinleri verilerek, doğa tahrip edildi.
Eğitimde gelişen Dünya koşullarına uygun, sayısal teknolojiyi kullanılacak kuşaklar yetiştirmek yerine, seçilmiş tarikatların ideolojilerini önceleyen modeller dayatıldı.
Yoksulluk nedeniyle öğretim çağında en az 600 bin çocuğumuzun okullara gidemedikleri ortaya çıktı.
Üniversiteler iktidarın kadro amaçlı değerlendirdikleri, bilimsel yeterlikleri kuşkulu öğretim üyeleri ile dolduruldular.
Kamuoyu; uzay araştırmaları, uydular, yerli otomobil üretimi ve Karadeniz’de, Gabar’ da bulunduğu öne sürülen, petrol haberleri ile oyalandı.
KÖİ -Kamu özel Sektör İşbirliği - adı verilen projelerle astronomik ölçekte kaynak aktarımları dahil iktidarın ekonomik politikasına alternatif bir program hazırlığı henüz gündemde değil.
Muhalefet bu olumsuz koşullarda hala yüzde otuzlarda seyreden oy oranını aşamadı.
Bölge ve hızla değişen Dünya koşullarına uyum amacıyla, ekonomide radikal bir değişim programı da yok.
AKP’nin sanal mega projelerine “kent lokantası” modeliyle alternatif oluşturulması bekleniyor. Kent lokantalarından günlük yararlananların sayıları ile ülkede yoksulluğun pençesindeki yurttaşların sayıları arasındaki uçurum; bir Çin atasözünü anımsattı.
“Bana her gün balık vereceğine, balık tutmasını öğret.
Ülkenin en temel sorunları olan yolsuzluk ve yoksulluğun böyle aşılması tek kişilik ön seçim yöntemiyle henüz tarihi belirlenmemiş, bir seçimin kazanılması mümkün mü, hep birlikte göreceğiz?

Yorum Yazın