Çayım bitmek üzereyken Mustafa girdi dükkâna, kibarca selam verip, beni koltuğa davet etti. Hemen, el çantamdan çıkardığım Habermas fotokopi fotoğrafını göstererek, “Bak Mustafacığım, saçımı bu şekil kes bu defa, tamam mı?” Mustafa fotokopiyi aldı şöyle bir baktı ve “Abi, bu abi kim?” diye sormaz mı! Şimdi, “Bu abi, Frankfurt Okulu’nun ikinci kuşak filozoflarından” desem, “Ha?”; “İletişimsel Eylem Teorisinin ve Söylem Etiğinin kurucusu” desem, “Ne?” demesine fırsat vermeden “Babam!” deyiverdim. Mustafa fotoğrafa daha dikkatli baktı ve “Abi babanıza çok benziyorsunuz, hık deyip burnundan düşmüşsünüz…” teşhisinde bulundu!
Yayınevinde işler o kadar yoğundu ki rutin saç tıraşımı iki aydır ihmal ettiğimi fark ettim. Uzun saçı oldum olası sevmezdim, fakat bilinçdışı asıl sebep, yeni berberimin saçımı istediğim gibi bir türlü kesememesiydi! Ama kuş yuvasına dönmüş bir kafayla daha fazla duramazdım, berbere gidecektim. Karar verdiğimin salisesinde masamın üzerinde çevirisine başlanan ve editör olarak karşılaştırma yapmam için bırakılan kitabın kapağına ilişti gözüm. Kitap “The Cambridge Companion to Habermas” başlıklı bir kitaptı. Kitabın içeriğini, Habermas’ın kim olduğunu biliyordum elbette, felsefeci bir editör olarak. Dikkatimi çeken asıl şey, ön kapakta Habermas’ın bir fotoğrafının kullanılmış olmasıydı ve beni asıl heyecanlandıran husus da buydu: Hemen bir kat aşağıya inip Kitabın ön kapağının renkli fotokopisini aldım. Berberime bu fotokopiyi gösterip, “Bak, saçımı bu şekilde kesmeni istiyorum” diye uygulamalı bir talepte bulunacaktım.
Berber yayınevinin hemen karşı bir hanın giriş katında “Düzgün Makas Kuaförü” tabelasıyla arz-ı endam eden bir konumdaydı ve beni bekliyordu. Şahsen, her ne kadar ismiyle müsemma saymasam da tıraşımı burada yaptırmaktan başka çarem yoktu: Editör olunca yoğunlaşan işler sebebiyle iş yerine yakın diye Kadırga’da bir eve yerleşmiştik annemle, dolayısıyla eski berberim Kadıköy’de kalmıştı. Öğle üzeri “Düzgün Makas”a giriş yaptım, bu defa saçımı düzgün kestiririm umuduyla! Berberim Mustafa ortalıkta yoktu. Dükkân sahibi ve Mustafa’nın dayısı Mahmud ustaya “Ne zaman gelir?” diye sordum. Yaşlı bir beyin tıraşıyla meşgul olan Mahmud usta, “Sen otur bir çay iç abim, haberi var, o zamana kadar gelir” diye cevaplarken, bir yandan da hâl hatır sordu. “Mustafa’dan memnun musun abi?” sorusuyla biraz irkildim; acaba çok memnun olmadığım yüzüme mi yansımıştı? “Doğrusunu söyleyeyim, tam istediğim şekilde kestiremedim saçımı şimdiye kadar!” Mahmud hiç şaşkınlık göstermeden yeğeninin kimlik tanımına geçti. “Özünde çok iyidir Mustafam ama kafası çok çalışmaz…” [Doğru dedim içimden on kere anlatıp kendi bildiği gibi saçımı kesen (pardon, kırpan) adam başka nasıl tanımlanabilirdi ki!]
Çayım bitmek üzereyken Mustafa girdi dükkâna, kibarca selam verip, beni koltuğa davet etti. Hemen, el çantamdan çıkardığım Habermas fotokopi fotoğrafını göstererek, “Bak Mustafacığım, saçımı bu şekil kes bu defa, tamam mı?” Mustafa fotokopiyi aldı şöyle bir baktı ve “Abi, bu abi kim?” diye sormaz mı! Şimdi, “Bu abi, Frankfurt Okulu’nun ikinci kuşak filozoflarından” desem, “Ha?”; “İletişimsel Eylem Teorisinin ve Söylem Etiğinin kurucusu” desem, “Ne?” demesine fırsat vermeden “Babam!” deyiverdim. Mustafa fotoğrafa daha dikkatli baktı ve “Abi babanıza çok benziyorsunuz, hık deyip burnundan düşmüşsünüz…” teşhisinde bulundu! Gülmemek için zor tutuyordum kendimi, Mustafa’nın artçı deprem etkisi sorusuyla iç frenime basmak zorunda kaldım:
“Ne işle meşgul abi?”
“Almanya’da mimarlık yapıyor, soyut mimari ustası kendisi…”
“Adı ne abi?”
“Eben…! [Tövbe tövbe!]. “Ebesi Habermas koymuş, öyle de kalmış…”
“Mustafacığım vaktim az, işe döneceğim tıraşa başla istersen”
“Tamam abi, babanızın saç şeklini vereceğim” diyerek işe koyuldu.
Yayınevine girdiğimde çaycı Izdırap [Evet, çaycıyı Izdırap diye çağırırdı herkes. Gerçek adı mı, siparişleri hep geciktirdiğinden müşterilere çektirdiği ızdıraptan dolayı takılan lakabı mı tam bilmiyorum] “Şekil olmuşsunuz beyim” iltifatını salladı! Yoo, sallamamış aslında. Her karşılaştığım “Sıhhatler olsun, çok güzel olmuş tıraşınız” demeye başladı ve “Nerede tıraş oldunuz?” sorularıyla da berberimin adresini isteyenler oldu. Adresi, Mustafa’yı tarif ettim, isteyenlere fotokopi fotoğrafı çoğaltıp verdim ve tembihledim: “Berbere Habermas tıraşı yap falan demeyin; editörümüzün babasının saçı gibi böyle kesin deyin, o halleder.”
‘EDİTÖRÜMÜZÜN BABASININ SAÇI’
O kadar gülme krizimi bastırma mücadelesi veriyordum ki, artık nasıl keserse kessin umurumda değildi, bir an önce kendimi dışarı atmaktan başka bir şey düşünmüyordum![Habermas tavşan dudaklı, bense köfte, onun burnu yamuk gibi, benimki kalem, o uzun boylu ve geniş omuzlu, ben kısa… Allah Allah, nasıl bir benzetme bu!]
Yayınevine girdiğimde çaycı Izdırap [Evet, çaycıyı Izdırap diye çağırırdı herkes. Gerçek adı mı, siparişleri hep geciktirdiğinden müşterilere çektirdiği ızdıraptan dolayı takılan lakabı mı tam bilmiyorum] “Şekil olmuşsunuz beyim” iltifatını salladı! Yoo, sallamamış aslında. Her karşılaştığım “Sıhhatler olsun, çok güzel olmuş tıraşınız” demeye başladı ve “Nerede tıraş oldunuz?” sorularıyla da berberimin adresini isteyenler oldu. Adresi, Mustafa’yı tarif ettim, isteyenlere fotokopi fotoğrafı çoğaltıp verdim ve tembihledim: “Berbere Habermas tıraşı yapfalan demeyin; editörümüzün babasının saçı gibi böyle kesin deyin, o halleder.”
Bakalım çevremde Habermasvari tıraşlı kaç kişi dolaşacak, merakla beklemeye koyulmuştum. Bu arada, fazla teveccüh karşısında inşallah dükkânın tabelası “Düzgün Makas Habermas Tıraş Evi” diye değiştirilmemiştir. Bilmiyorum, çünkü o günden itibaren tıraşımı yapacak yeni bir berber arıyorum…
Yorum Yazın