Felaket hiç beklenmeyen anda insanları yakalıyor. Oysa felaketin anla bir ilgisi yok. Onu hazırlayan koşullar zamanla gelişiyor veya bir kenarda bekliyor. Gerçekleştikten sonra felakete işaret etmek de büyük bir riyakarlık örneği.
Otel bir “ölüm pramiti” olarak tasarlanmış.
Pencerelerden sarkan çarşaflar, altına konan şilteler neyi gösteriyor?
İnsanların faciadan kurtulmak için çırpındıklarını. Ancak koridorlara ve merdivenlere erişemediklerini.
Otel yangında içinden çıkılamayan bir yapı. Bir tür “ölüm piramidi”.
Müşteriler 15 dakikada boşaltılması gereken otel içinde sıkışmış. Giriş cephesinden anlaşıldığı kadarıyla merdivenler ortada. Bu ortam mekanlar, merdivenler alevlerin üst katlara erişmesini sağlayan bir baca işlevi görmüş.
Oysa otel binalarında yangın merdivenlerinin merkezdeki ana merdiven şaftının dışında, koridorlarda işaretlenmiş olarak yer almaları gerekir. Yangın geçirmez betonarme perde duvarlar içinde. Kimi yerde de yangından etkilenmeyecek bir biçimde, yapının dışında.
Ayrıca koridorlarda da belli aralıklarla, yangın kapılarının olması da zorunlu. Bu kapıların yangına dayanıklı olmalarının yanında, panik ve yığılma durumlarında, kalabalık bir itiş kakış anında dahi kolayca açılabilmeleri ve kendiliğinden kapanabilir olmaları gerekli.
Faciaya davetiye çıkarılmış
Binanın çatısı boyuna değil, enine eğimli olabilirdi, mesela. Böylece yar kenarında uzunlamasına yer alan binanın -yangın geçirmez kapılar ile izole edilmesi gereken- koridorları ve merdivenleri ortada toplanmazdı.
Otel gösterişli olsun diye İsviçre’deki dağ evleri, “chalet” tipi örnek alınmış. Otel zaman içinde giderek azmanlaştıkça, katlar eklendikçe bu biçim bir tuzağa, bir “ölüm piramidi”ne dönüşmüş.
Faciaya adeta davetiye çıkarılmış.
Kartalkaya Kayak Merkezi’nde yüksek kapasiteli oteller var. Ama yerinde hiçbir önlem alınmamış, olası risklere yönelik süreç odaklı bir gözlem, araştırma ve denetim yapılmamış. Yalnızca evraklar kontrol ederek izinler verilmiş. Oysa büyük otellerin bakanlık tarafından kontrol edildiğini, bunun için yönetmeliklerin ve kuralların bulunduğunu ve çok sayıda uzmanın çalıştığını tahmin etmek zor değil.
Yangın önlemlerinin, sistemlerinin yönetmeliklerde çok kesin bir şekilde yer alıyor ve projeler denetleniyor olmalı. Daha doğrusu olduğu varsayılıyor. Ama eğer zaman içinde birtakım değişiklikler, ilaveler yapılıyorsa gene öyle. Kayak turizmi merkezlerinin ilk örneklerden biri olan bu otelin de yaklaşık elli yıl içinde değişiklik geçirdiği, ilaveler yapıldığı biliniyor. Bu süreç içinde her değişikliğin, ilavenin projesinin hem bakanlık, hem de belediye tarafından denetlenmiş olması gerekiyordu.
Otele gittiğinizde bunların yapıldığını ve emniyette olduğunuzu zannediyorsunuz. Yüksek bir ücret ödüyorsunuz. Ne de olsa sıradan bir işletme değil, her yıl binlerce kişiyi ağırlayan dört yıldızlı bir lüks otel. Geceliğinin bin dolardan başladığı söyleniyor.
Yangını faciaya dönüştüren -önlemlerin alınmamış olması dışındaki- bir başka boyut zaman. Binanın hemen boşaltılmasının yanında yangına itfaiye gelmeden önce müdahale edilmesi gerekirdi. İtfaiyenin uzak mesafede olması, yerel bir istasyonun, ekipmanın, eğitimli gönüllülerin veya personelin bulunmaması olacak şey değil. Yakında bulunduğu varsayılan Orman ve Tarım Bakanlığı’nın araçlarının bu yükseklikteki bir binanın üst katlarına ulaşabilecek merdivenleri, müdahale araçları bulunmuyor.
Yangın uyarı sisteminin olmadığı -ya da çalışmadığı- söyleniyor. Ayrıca “sprinkler” adı verilen otomatik su püskürtme cihazlarının da. Yangın tüpleri de göstermelik. Her kata iki adet yerleştirilmiş. Gece saat üçte insanlar uykudayken yangın başlıyor. Bina alev alev yanıyor. Feryatlar geliyor. Hayatta kalanlar koku ve çığlıklar nedeniyle yangını fark ettiklerini söylüyorlar. Bir, bir buçuk saat sonra itfaiyenin müdahalesi başlıyor. Diğer taraftan yapının kayak pistine dönük bir yarın kenarına inşa edilmiş olması, itfaiyenin ön cepheden müdahalesini engelleyen bir mimari özellik. Müdahale edilemediği için simsiyah kömüre dönüşen dış cephedeki ahşap kaplamalar da alevleri iç mekanlara, odalara iletme işlevi görmüş.
Felaketin siyasal bir konu haline getirilmesinin “çok büyük bir ayıp” olduğu söylendi.
Bunu dile getirenler de sorumlular. Bunu felaketin nedenini anlamak için bir ifşaat olarak okumak gerekli. Felaketlerin siyasal olduğunu gizlemeye çalışıyorlar.
FELAKET SİYASAL BİR OLAY
“Felaketten bir ders çıkarılsın” deniyor. Ama sanki her felaket “bu daha başlangıç, dahası geliyor” diyor gibi.
Geleneksel toplumlarda risklerle ilgili bilgiler kuşaklardan kuşaklara aktarılıyor. 99 depreminde bölge halkının duvarları ahşap çatkılı, hımış dolgulu evlere sığındıkları görülmüştü, depremde yıkılmamış betonarme binaları kullanılabilecek durumdayken.
Neden bu sıradan, hiçbir uzmanlıkları olmayan insanlar “akıl ve bilim ışığında” planlanmış, mimarlık ve mühendislik hizmeti almış binalara güvenmek yerine projesiz yapılmış olanlara daha çok güveniyorlardı? Neyi biliyorlardı, yapıların durumunu, fay hatlarının yerlerini bilenlerin dile getirmediği?
Bu sorunun cevabı verilmedi.
Felaketin siyasal bir konu haline getirilmesinin “çok büyük bir ayıp” olduğu söylendi.
Bunu dile getirenler de sorumlular. Bunu felaketin nedenini anlamak için bir ifşaat olarak okumak gerekli. Felaketlerin siyasal olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Oysa siyasallaştırmak şart. Ama onların anladığı şekilde değil.
Ülke bilimin, bilim kurumlarının sekülerleşmediği bir yapı içinde, bir burjuva sınıfı üretemedi ama kamu imkanlarını kendi çıkarları için kullanan, kariyer yapan, proje işleri alan, sınıf atlamak için kullanan sembolik bir sınıf üretti.
Bu nedenle akıl ve bilimden söz etmek, bürokratik engellerden söz etmek ve bir sınıfın imtiyaz elde etme çabası gibi algılanıyor. Dolayısı ile facianın temelde sınıfsal bir boyutunun olduğunu söylemek mümkün. Sınıfsal bir perspektif olmadan, kurallar işaretsizleştirici ve nesneleştirici bir sembolik şiddet gibi kalıyor.
Mağdurların başlarına neler geldiğini bilmek, anlayabilmek, hissetmek mümkün değil.
Belki bir parça anlamaya çalışmak mümkün. Felaket her ne kadar gerçekliği ile gözlerimizi dağlasa da hayatta olanlar için hayalden ibaret. Eğer bu hayal üzerinde bir etki olamıyorsa, ilişki biçimi değiştirilemiyorsa, onunla ancak travmatik bir şekilde karşılaşılıyor.
Felaket hiç beklenmeyen anda insanları yakalıyor. Oysa felaketin anla bir ilgisi yok.
Onu hazırlayan koşullar zamanla gelişiyor veya bir kenarda bekliyor.
Gerçekleştikten sonra felakete işaret etmek de büyük bir riyakarlık örneği.
İnsanların travmatik gerçeklerle karşılaşmalarını sağlayan, sorunu perdeleyen bir aldatmaca.
O zaman "bu işin fıtratında bu var, yapacak bir şey yok" deniyor. Sorumlular da bu durumun farkında olmalı ki, afetlerle baş edilemeyeceğini bildikleri için önce iletişimi engellemeye çalışıyorlar.
Peki insanları şimdiki zamanın tiranlığından, çaresiz kılan şiddetinden kurtarmak kimlerin sorumluluğu?
Yorum Yazın