Takdir edersiniz ki anayasalı ve parlamentolu bir idarenin hâkim kılınması, devlet yönetimindeki tabakanın hoşuna gitmeyecekti. Çünkü elindeki gücü anayasa ile teminat altına aldığı parlamento ile paylaşmak pek işine gelmeyecekti. Bu noktada padişah başta olmak üzere devleti yöneten zümreyle gazeteciler arasındaki ilk sürtüşmeler başlamıştı.
Türkiye’de gazetecilere yönelik baskıların tarihi epey eskilere dayanır. Osmanlı döneminden beri devleti yöneten zümre, gazetecilerle her daim çatışma yaşamıştır. Bunun miladı da Tanzimat Fermanı’dır. Osmanlı Devleti, imparatorluk gemisinin her yerden su aldığını fark edince “bu gemiyi nasıl yüzdürebiliriz?” diye kendi kendisine sormaya başladı. Aradığı cevabı Tanzimat’ta buldu. Tanzimat, eğitim ve hukuk başta olmak üzere bir dizi değişim hamlesiyle devleti kurtaracak bir aydın nesli yetiştirmeyi amaçlamıştı. 1800’lü yılların ilk yarısı geride bırakıldığında Tanzimat meyvelerini vermeye başlamıştı. Namık Kemal, Ali Suavi ve Şinasi gibi aydınlar yetişmiş, her yerinden su alan ve hatta neredeyse batmak üzere olan imparatorluk gemisini tekrar yüzdürebilecek bir program ortaya koymaya başlamışlardı.
Ortak noktaları gazetecilik olan Ali Suavi, Namık Kemal ve Şinasi gibi aydınların devleti kurtarmaya muktedir projesi, anayasalı ve parlamentolu bir yönetime geçiş üzerinde toplanıyordu. Takdir edersiniz ki anayasalı ve parlamentolu bir idarenin hâkim kılınması,devlet yönetimindeki tabakanın hoşuna gitmeyecekti. Çünkü elindeki gücü anayasa ile teminat altına aldığı parlamento ile paylaşmak pek işine gelmeyecekti. Bu noktada padişah başta olmak üzere devleti yöneten zümreyle gazeteciler arasındaki ilk sürtüşmeler başlamıştı. Osmanlı Devleti, gazeteci aydınların projelendirdiği programa sırtını dönmüştü. Gazetecileri sindirmek için elinden geleni yapıyordu. Hatta Abdülhamit döneminde, ağır baskı koşulları arşa çıkmıştı.
Ancak gelinen noktada siyasî iktidar sadece elindeki devlet gücünü paylaşmamak değil, dış politika ve uluslararası ilişkiler dengesinde stratejik adımlar atacağında gazeteci aydınlara yönelik baskıları şiddetlendiriyor.
GELİNEN NOKTA
Tabi deyim yerindeyse “Big Bang’e” kadar geri gidip devlet yöneticileriyle gazeteciler arasındaki bütün tarihsel gerilimleri burada deşmek pek mümkün değil. Gelelim bu meselenin günümüze ayna tutan boyutuna, artık tarihsel bir olguya dönüşen iktidarlarla gazeteci aydınların çatışması hâli kabuk değiştirmiş durumda. Tarihsel olarak iktidarlar elindeki gücü paylaşmak istemediği için gazetecileri bastırmaya çalışıyordu. Ancak gelinen noktada siyasî iktidar sadece elindeki devlet gücünü paylaşmamak değil, dış politika ve uluslararası ilişkiler dengesinde stratejik adımlar atacağında gazeteci aydınlara yönelik baskıları şiddetlendiriyor. Suriye’deki son gelişmeler, Trump’ın “sırt sıvazlayan” konuşmaları ve Türkiye’nin verdiği mesajlar dış politikadaki yeni adımları sinyalliyor gibi duruyor. Türkiye son yıllarda dış politikada stratejik bakımdan fazla derinlere daldığı için olsa gerek genelde bu işler sarpa sarıyor. Son zamanlarda Nevşin Mengü, Özlem Gürses ve Nasuh Mahruki gibi isimlerin üzerine gidilmesini buna bağlıyorum. Kanımca siyasî iktidar, gene dış politikada biz fanilerin anlamayacağı ya da anlayamayacağı ölçekte stratejik açıdan derinlere dalacağından bu konuların pek üstüne konuşulmasın istiyor.
Türkiye’de tarihsel olarak iktidarlar, gazeteci aydınların üzerine giderken elde bir avuç yetişmiş beşeri sermaye olduğu için ihtiyatlı davranmıştı. Aydınlar, topyekûn sistemin dışına atılmıyordu. Ancak gelinen noktada, o kadar ağır baskı koşulları meydana geliyor ki kişisel günlüğünde iktidar eleştirisi yapanlar dahi yargılanıyor. Gecenin bir yarısı evlere giriliyor, otellerinden alınanlar oluyor. Oysa bu isimlerin çoğu sabit ikametgâh sahibi, çağırıldığında kolaylıkla ifade vermeye gidebilecek, kamuoyunun gözünün önündeki kişiler. Üstelik tutuklama gibi yaptırımlar, -hukukçu değilim ama bildiğim kadarıyla- delil karartma durumlarında uygulanıyor. Gazetecilerin haberlerinden dolayı evlerinden veya otellerinden alınıp tutuklandığını göz önünde bulundurursak, yayınlanmış haberlerin karartılması mümkün değildir.
Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın Demokrat Parti’si, günümüze benzer şekilde muhalif gazetecilerin üzerine gidiyordu. Ama bir farkla, Menderes ve Bayar’ın tek korkusu altlarındaki iktidar koltuğunun muhalefetin eline geçmesiydi. Stratejik açıdan çok derinlere daldığı için yapmıyordu. Demokratların yönetimindeki Türkiye’de muhalif olup da cezaevi görmeyen gazeteci neredeyse kalmamıştı.
DP, GÜNÜMÜZE BENZER ŞEKİLDE GAZETECİLERİN ÜZERİNE GİDİYORDU
Aslında Türkiye’nin basın özgürlüğü ve gazetecilik konusunda nereden nereye geldiğinin en can alıcı örneğini bize Demokrat Parti dönemi teşkil ediyor. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın Demokrat Parti’si, günümüze benzer şekilde muhalif gazetecilerin üzerine gidiyordu. Ama bir farkla, Menderes ve Bayar’ın tek korkusu altlarındaki iktidar koltuğunun muhalefetin eline geçmesiydi. Stratejik açıdan çok derinlere daldığı için yapmıyordu.
Demokratların yönetimindeki Türkiye’de muhalif olup da cezaevi görmeyen gazeteci neredeyse kalmamıştı. Ancak 1950’lerde gazeteci aydınlar, siyasallaşan yargı tarafından içeri atılmasına rağmen bir “hoşgörü” de vardı. Desteklediğim için ya da öyle olması gerektiğini düşündüğüm için söylemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Benim için her şeyden önce hukuk ve demokrasi gelir. Kimsenin söylediği sözden veya yaptığı haberden dolayı baskılara göğüs germek durumunda kalmasını istemem. Gazetecinin haberinde bir yanlışlık varsa, tekzip yayınlanır olur biter. Bakın, bunu Demokrat Parti dönemindeki örnek olaylar bağlamında inceleyelim istiyorum.
Ahmet Emin Yalman, liberal eğilimleriyle bilinen bir gazeteciydi. Demokrat Parti’yi kuruluşunda destekliyordu. Yalman’a göre Demokratlar iktidara gelince Türkiye’nin hukuk ve demokrasi karnesi çok daha iyiye gidecekti. Baktı ve gördü ki işler beklediği gibi gitmedi. Türkiye’nin ilerlemesi bir yana çok daha gerilediğini gördü. Bu nedenle 1950’lerin ortalarına doğru gelindiğinde muhalif saflara geçti. Geçiş o geçiş, hemen yıldırımları üzerine çekti. Amerikan gazetelerinde Türkiye’de demokrasinin yokuş aşağı gittiğini belirten bir makale yayınlanmıştı. Yalman, söz konusu yazıyı biraz yumuşatarak tercüme etmişti. Vatan’da yayınladı diye hapse mahkûm edilmişti. Ama öyle evine apar topar girilip götürülmedi. Yalman, hapis cezası olmasına karşın yurt dışına çıkmıştı. Dönüşünde havaalanında polisler tarafından karşılanmıştı. Havaalanındaki polisler Yalman’ı tutuklamadı. Yalman, kendisi gidip cezaevine teslim olmuştu.
Demokrat Parti döneminde Yalman gibi ağır baskı koşullarına uğrayan gazetecilerden bir diğeri de Metin Toker’di. Toker, Akis dergisini çıkarıyordu. Başlarda pek muhalif sayılamazdı fakat sonraları bir bakanın da içinde bulunduğu yolsuzluğu haberleştirdiği için baskılara maruz kalmıştı. Bir de İsmet İnönü’nün kızıyla evlenince Demokratların şimşeklerini iyice üstüne çekti. Gene Yalman’a benzer şekilde yayınladığı bir haberinden ötürü cezaevine girmesi durumu ortaya çıktı. Ve sıkı durun; Toker, cezaevine girmeden önce evinde ve ofisinde gazetelere röportajlar verdi. Hapishanede hangi kitapları okuyacağını anlattı. Ailesiyle pozlar verdi. Cezaevi önünde tekrar röportaj verdi. Türkiye’de basın özgürlüğünün önemine değindi. Cezaevine de bizzat gidip teslim oldu.
Toker ve Yalman ile aynı yoldan yürüyen gazetecilerden birisi de Şahap Balcıoğlu’ydu. Ünlü karikatürist Semih Balcıoğlu’nun kardeşi olan Şahap Balcıoğlu, Kim dergisindeki bir haberden dolayı cezaevine girecekti. Cezaevine girmesi kesinleşmeden önce de bir yıldan fazla yargılandı. Bu süre zarfında evi basılmadı, gece otelden alınmadı, tutuklanmadı. Mahkeme, 16 ay hapis cezası verdi, Balcıoğlu itiraz etti. Dava, temyizde görüşülürken gene bir tutuklama olmadı. Ne zaman ki itirazı kabul görmedi, cezaevine gireceği kesinleşti, gitti kendisi teslim oldu. Aynı Toker gibi evinde ve ofisinde röportajlar verdi. Cezaevinde neler yapacağını ve nasıl vakit geçireceğini anlattı. Cezaevi önünde basın özgürlüğünün ve demokrasinin öneminden bahsetti.
Örnekler çoğaltılabilir. Buyurun bir örnek de Kurtul Altuğ’dur.
Misaller çoğaltılabilir dediğim gibi. Demokratların gadrine uğrayan gazeteciler, genelde bu şekilde cezaevine girerdi. Çıktığında da içeride neler yaptığından falan bahsederdi. Bu örnekler bile Türkiye’de basın özgürlüğünün nereden nereye geldiğini gözler önüne seriyor.
Yorum Yazın