İzlerken ZD ve NBC arasında somutlaşan kavganın kaçınılmaz olarak (en azından benim) akl(ım)a geldiği Resmi Yarışma özelde sinema genelde sanat ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi ifşa ediyor.
Zeki Demirkubuz 'un (ZD) benim gibi iflah olmaz bir Beşiktaşlı olarak üzerinde forma ile Beşiktaş’ın Kupa Şampiyonluğunu kutlarken arka planda bir grup Zeki Demirkubuz ve/veya Beşiktaş taraftarının Nuri Bilge Ceylan'a (NBC) Galatasaray/Fenerbahçe muamelesi yapması kimilerini güldürdü; kimilerini de bayağı kızdırdı.
Sonunda ZD-NBC takımları maçına dönen antagonizmalarının arka planında neler var bilmiyoruz. ZD’nin anlattıkları, NBC’nin anlatmadıkları. Aslında bolca ortak paydası da olanbu iki yönetmenin seyirci pazarının kesişim kümesi bu kavgalardan giderek daha fazla etkileniyor ve eriyor.
NBC gibi neredeyse hiçlikten Cannes’a uzanan bir “auteur” ve ZD gibi Dostoyevski’nin izinde yol alan bir karakterin birbirinden bu denli uzağa ve karşı kutuplara düşmesi çok da beklenen bir durum değil.
Sinema yapmanın insanlar üstündeki etkisine dair bir durum olabilir mi; bu çatışan ruh halinin bizlere yansıyan boyutu.
Sinema insanları büyüleyerek yol aldı. Bu büyü sinemada payı olanları dünyada kimseye nasip olmayan zenginliklerin sahibi yaptı.Tabii ki başrol her zaman aslana ait olan en yüksek pazar payını topladı. Ondan arta kalanı arkadan gelenler paylaşmakta. Ünlü bir aktör yada artistin yada yönetmenin hayatı peri masalını kıskandırır desek yalan olmaz.
NBC ile ZD’nin kavgası da öyle yada böyle daha hoş rüyaların gerçek olmasının kavgası olarak kayda geçmeli. Ne yaparsanız yapın sinemanın Hollywood/Yeşilçam kökleri peşinizi bırakmıyor.
Dostoyevski’nin izinde filmler çekmeniz yada taşra sıkıntısının şiirini yazmanız sizi sinema perdesinin dışına çıkarmıyor. Ve kuralları önceden yazılmış sinema sektörünün hikayesinde her filmin konusu farklı olsa da hikayeye dahil olanların rolü çok da değişmiyor.
Üretken ve yaratıcı İspanyol sinemasının yakın dönem örneği Resmi Yarışma’nın aralarında Peneloppe Cruz ve Antonio Banderas da olan kadrosu bir filmin çekilişini anlatan bir filmi sunuyor bize.
Ömrü para kazanmakla geçmiş bir iş adamı hayırla anılmak/ya da sadece anılmak için bir köprü ve bir film yaptırmaya karar verir.
Kimsenin hayır diyemediği adamın köprüsünün yapılış sürecini görmezken, filmin ise tam içine düşeriz.
Ödül canavarı bir kadın yönetmen Nobel ödüllü bir düşman kardeş hikayesini çekmek için ülkenin en popüler aktörünün yanına, az tanınan bir sinema emekçisi entelektüel sanatçı ekler.
Çağatay Ulusoy (AntonioBanderas) ile benim çok sevdiğim ama ona göre daha az tanınan sevgili dost Yıldıray Şahinler’in (Oscar Martinez) eşit olarak başrolü paylaştığı bir film hayal edin.
İş adamının kapitalist hayatına anlam kazandırmak için yaptırdığı köprünün baş mühendisi ile sıradan bir işçi arasında çıkar çatışmasının çözümü kolaydır. Kimin daha çok para alacağı bellidir. Ama bir filmin çekiminde başrol oynayan iki aktör arasındaki çıkar çatışması kapitalist dünya ile modern sanat üretimi (ve tabii tüketimi)arasındaki ince çizgiyi daha da muğlaklaştırır.
Zaten terazi kefelerinden birinin yeterince ağır bastığı yetmezmiş gibi yönetmen de bu dengesizliğin gerginliğini artıracak tuhaf provalar yaratır.
Antonio/Çağatay ve Oscar/Yıldıray’ı birbirlerine jelatinle bağlayıp kariyerlerinde kazandıkları odülleri metal öğütücüde parçalanırken izletmek bu provaların zirvesidir.
Birincisinin popülerlikten kaynaklı hem nitelik hem nicelik olarak ağır basan ödüllerine karşı ikincisinin daha mütevazi ödüllerinin öğütücüde talaşa dönüştüğü bu sahne sinemada daha iyisini yapmanın yolunun öğütmeyle ve öğütülmeyle ilgili olduğu alegorisini dolaysız olarak sergilerken, taraflar arasındaki gerilimi de zirveye çıkarır.
Delişmen yönetmenin yarattığı bu gerginlik aktörler arasında dakarşılığını bulur ve fırsat buldukları her anda birbirlerinin kuyusunu ne kadar derin kazacaklarının hesabını yapmaya başlarlar.Absürd komedi olarak ilerlerken birden kara filme dönüşmesi de bu gerilimin doğal sonucu olur.İki kişinin olduğu her yerde iktidar savaşı vardır. Ve iktidar Marx’ıntanımladığı üzere Kapitalist bir dünyada her zaman çıkar savaşına dayanır:
“Özel çıkarların temsili, tüm doğal ve manevi ayrımları, bunların yerine belirli bir maddi nesnenin ve belirli bir bilincin ahlak dışı, irrasyonel ve ruhsuz soyutlamasını tahta çıkararak ortadan kaldırır.”
İş adamının kapitalist hayatına anlam kazandırmak için yaptırdığı köprünün baş mühendisi ile sıradan bir işçi arasında çıkar çatışmasının çözümü kolaydır. Kimin daha çok para alacağı bellidir.
Ama bir filmin çekiminde başrol oynayan iki aktör arasındaki çıkar çatışması kapitalist dünya ile modern sanat üretimi (ve tabii tüketimi) arasındaki ince çizgiyi daha da muğlaklaştırır.
İzlerken ZD ve NBC arasında somutlaşan kavganın kaçınılmaz olarak (en azından benim) akl(ım)a geldiği Resmi Yarışma özelde sinema genelde sanat ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi ifşa ediyor. Sanat kapitalizmden nasıl kurtulacak? Arz talep yasasının kuralları fizik kurallarından bile katıyken bunu ümit etmek hayalcilikten ileri nasıl gitsin?
Yorum Yazın