Bekir Ağırdır Oksijen Gazetesi'ndeki köşesinde uzun süredir toplum her katmana değiştiğini ve katmanlaştığını yazıyor. Ağırdır, toplumun da bir canlı bir organizma olduğunu ve sürekli değişim içinde olduğunu söyledi. Bireyler, gruplar, toplumsal kesimler değişiyor. Oy tercihleri belki iktidar değiştirmiyor ama bu değişim gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ve bu değişimde değerlerin yerini algı ve beklentiler alıyor diyor.
Siz ağustos ayında yazdığınız iki yazıda özellikle muhafazakar kesimin değişimini analiz ettiniz. Bunlar bana önemli geldi. Ve siz sadece muhafazakârların değil tüm toplumun değişim ve katmanlaşma içinde olduğunu ifade ettiniz. Bu değişimiz konuşabilir miyiz?
Her şeyden önce toplum dediğimiz organizmanın canlı, değişen, öğrenen ve bunları toplumsal belleğe kaydettiğini unutmamak gerekiyor. Ne yazık ki, bu gerçek çok fazla kabullenilmek istenmiyor. Özellikle de siyasal tercihlere bakıldığında. Ne yazık ki siyasiler, siyasi tercihlerde değişimler olmadığında toplumsal değişim olmuyor sanıyor ama öyle değil.
Mesela ülkede yolsuzluk var, keyfilik var, adaletsizlik var. AK Parti hala bu kadar oy aldığına göre oy verenler bunları fark etmiyor diye bir ezber var. Bu ezber, toplumunun derininde olan gerçek değişimi görmemizi engelliyor.
Ama şunu da görmek gerekiyor; yüz kişilik seçmen grubundan 90 kişinin sandığa gittiğinde AK Parti bir dönem 45 oy oluyordu. Son seçimde bu sayı 27-28’de düştü. Bu değişim değilse nedir?
İktidar değişmediği için değişim yok sanıyoruz…
Evet, siyasette rol dağılımı değişmediği için yani iktidar iktidarda muhalefet muhalefette kaldığı için değişmemiş gibi bir tablo ortaya çıksa da toplum değişiyor.
Pekiş nasıl bir değişim var ve bunun dinamikleri neler?
Bu değişimi üreten dinamiklerden bir tanesi hala süren toplumsal hareketlilik yani göç. Kasabaların bir kısmı devasa ilçelere, ilçeler kocaman şehirlere, bazı şehirler de metropollere dönüşmüş durumda. Bu hareketlilik gündelik hayatta büyük bir değişim üretiyor.
Bir kere ilişki formatı değişiyor. Komşuluk, akrabalık yok, hemşericilik yok, mahalle baskısı yok, mahalle kavramı yok, meydan yok, sokak yok vs. Bu yeni durum zihniyetimizi de, dayanışma ilişkilerini de, kimliğimizi de, kültürel aidiyetlerimizin ana referanslarında da değiştiriyor.
İkinci olarak, ülkece son 7 yıldır ciddi bir ekonomik tufan yaşıyoruz. Bu tufan, gündelik hayatımızı zorlaştırıyor. Bu zorluk hanelerde de, gündelik hayatta da ilişkileri değiştiriyor. İnsanların algılarını, tercihlerini değiştiriyor. Yine 2017’den beri yeni sistem içindeyiz. Bu sistem merkezilik, keyfilik, liyakatsızlık, partizanlık temeline dayanıyor büyük ölçüde. Son günlerde muhalif belediyeleri çalıştırmama, kayyumlarla ele geçirme durumu var.
Toplum bunları görüyor, görmüyor değil. Ve bütün yaşananlara karşı tepkiler veriyor, siyasi tercihi de, hayatla kurduğu ilişki de değişiyor.
FARKLI TOPLUMSAL KESİMLER BİRBİRİ İLE TEMAS ETMEYE BAŞLADI
Nasıl bir değişim bu?
Toplumsal kesimler arasında benzeş alanlar, melez alanlar çoğalıyor. Yeme içme, giyim kuşam, tatil, tüketim alışkanlıkları değişiyor. Kılık kıyafetteki renk seçimi, davranış biçimi, hafta sonu ailecek yapılan etkinliklerde değişim var ve bunlarda toplumda genel bir benzerlik oluyor. Hatta çocuk sayısında bile bunu görüyoruz.
Türkiye’de orta sınıf zayıflıyor, eriyor. Bu durumdan en çok etkilenen sekülerler. Bu mekanda (Akmerkez Divan Cafe) olanlar belki 7 yıl önce üç harfli marketlere gitmiyordu ama şimdi gidiyor olabilirler. Bu şu demek, farklı toplumsal kesimler birbiri ile temas etmeye başladı. Temasın başlaması temasta olanların karşılıklı değişmesi demek.
Hayat tarzında da, toplumsal cinsiyet eşitliği, çevre duyarlılığı gibi kültürel aidiyetler, sınıfsal aidiyetler bile değişiyor. Her insanın, her kümenin muhafazakâr olsun, seküler olsun ciddi bir değişim var. Değişim yaşandıkça hibrit alanlar, gri alanlar, melez alanlar çoğalıyor. Ve bu alanlarda benzeşmeler yaşanıyor. Zihni bir değişim yaşanıyor ama bu siyasi sonuç üretmiyor şimdilik.
Neden üretmiyor?
Bu değişimin bir yansımasının da siyasette olmasını beklemek normal ama bu değişim şimdilik oy verme eylemine dönüşemiyor. Oy verme pratiğinde sonuç verici bir değişim yaşanmıyor ama geleceğe dair kaygı ve endişe konusunda muhafazakârlarla sekülerler ya da Türklerle Kürtler ya da sunilerle aleviler ya da AK Parti’ye oy verenlerle CHP’ye oy verenler arasında ciddi bir benzeşme var.
Mesela eğitim konusunda duyulan kaygıda büyük bir ortaklaşma var. Çocuğunun eğitimi diye baktığınız zaman muhafazakar veya seküler her aile kaygılı ve bu duygusunda ortak. Sadece eğitim değil beş sene sonraki ülkede karşılaşacağı hayattan emin değil. Bu gibi alanlardaki ortaklaşma ve benzeşme yaşanıyor.
Bütün bunlara rağmen bu değişimin siyasal tabloyu değiştirecek kadar etkili olmamasının nedeni ortak bir kamusallığın olmaması. Büyük metropollerde kuleler apartmanlarda sosyal etkileşimi arttıracak imkanların sınırlılığı bu ortaklaşmayı önlüyor. Şunu da ekleyelim…
Buyrun…
Son altı ayda ya da bir senede yayınlanan bütün araştırmalarda, araştırmacı arkadaşlar diyor ki, kararsızların sayısı çok büyüyor, karasızlar en büyük parti. Evet kararsızlar büyüyor çünkü yaşadıkları değişimi siyasette temsil eden bir siyasi hat yok. Siyasilerin bunu düşünmesinde yarar var.
Toplum değişmekle birlikte farklılaşıyor da…
Aynen hem farklılaşıyor hem de benzeşiyor gibi bir yandan farklılaşıyor gibi farklılaşıyor ve benzeşiyor olanların ne olduğuna bakmak lazım. Bir kere pratiklerde benzeşiyor. Değer dediğimiz yani soyut anlamda iyi doğru güzel diye kabul ettiğimiz konularda bir benzeşme hali var. Yani demin dediğim gibi toplumsal cinsiyet eşitliği gibi çevre duyarlılığı gibi iklim değişikliğinin ürettiği risklere karşı yan yana olmak gibi. İklim değişikliğine karşı ülkenin yüzde 80’i kendini kırılgan hissediyor ya da büyük bir olası felaketten mahvolur bu deprem olabilir başka şey olabilir yani güvende ve bu konuda endişem yok ben kendimi kurtarırım bu beladan çekip çıkarırım diyenler beşte birlere kadar gerilemiş durumda.
Toplumun yüzde 80’i AK Partili veya CHP’li, Kürt veya Türk fark etmiyor hepsi endişeli, çünkü mevcut koşul ve sistemde hepsi kendisini zayıf hissediyor. Bu kesimin ülkenin gidişatı ve kendi hayatına dair beklentisi karamsar. Ve bu kişilerin tüketim tercihinden yatırım tercihine her şeyi etkiliyor. Bugün hayatı nasıl algıladığımız ve yarına dair beklentimizin ne olduğu gündelik hayattaki temel tutum ve davranışı açıklayıcı unsurlardan birisi haline geldi.
Bu açıdan bireyler, gruplar, toplumsal kesimler değişiyor. Oy tercihleri belki iktidar değiştirmiyor ama bu değişim gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Bu değişim merkezde, ortalamada bir arayışı ifade ediyor mu?
Büyük ölçüde evet. İnsanlar ortalamada buluşma istiyor. Sorun toplumun bu değişimine cevap verecek bir siyasetin olmaması. O yüzden araştırmalarda var olan kararsızların büyük kısmı alternatif arayanlar.
Kendisine inanacağı bir geceler sunan siyasetin parçası olmaya hazır bu insanlar. Ama bu olmayınca insanlar bu farklılaşmayı eylemliliğe dökemiyor. Bir şey yapması gerektiğini fark ediyor ama bunu eylemliğe dökemiyor. Biz de o sessizliğe bakarak diyoruz ki bu kitleler hiç bir şey yapmıyorlar diyoruz.
MUHALEFET KİMLİK SİYASETİ TUZAĞINDAN UZAK DURMALI
Buradan son dönemde konuşulan adına şimdilik yeni çözüm süreci diyelim, o tartışmaya gelelim. Siz nasıl bakıyorsunuz yaşananlara?
Ben bu tartışmaya da yine toplumsal değişim bağlamında bakmak istiyorum. Siyasi tercihi ne olursa olsun Kürtler arasında da bir benzeşme var. Kürtler de, ekonomik sorunu, eğitim sorununu, adalet sorununu ortak yaşıyor. Kimlik politikası yerine gerçek hayattaki sorunlar üzerine odaklanmak, o sorunlar üzerinden ortak siyaset üretmek bir seçenek olabilir.
Ama bizde ne yazık ki siyaset hala kimlikler üzerinden yürüyor ve iktidar bunu bile isteye yapıyor, muhalefette de bunun dışına çıkamıyor bir türlü. Şu andaki fotoğrafa baktığın zaman umutsuzluk gösteriyor gibi olabilir ama bir yandan da bu başka bir fırsat alanı da üretiyor olabilir. Bunu kullanmak gerekiyor.
Ben sıkça şunu ifade ediyorum, toplum ortak bir hayale inansa sıçrayacak bence. Ama bu ortak hayali bulamıyor.
Bu toplumda dayanışma, geleneksel kodlar var, ahilik geleneği, kooperatifçilik geleneği gibi bir sürü şey var ama aynı şey hak arama söz konusu olunca işlemiyor. Dayanışma için örgütlenmeyi bilen, informal yollarla bile bu tür iş bölümlerini bilen bir toplum; hak arama konusunda neden çekingen bunu sorgulamak gerek.
ÇÖZÜM İÇİN ORTAK KAYGILARI GİDERECEK BİR SÖYLEM GEREKLİ
Sizin buna bir açıklamanız var mı?
Bu durum toplumun ırkıyla, DNA’sıyla ilgili değil toplumsal belleğiyle ilgisi, yaşanmışlıklar ve acı deneyimlerle ilgili.
Ki, Kürt meselesinde bu toplumsal bellek devrede. Bir yandan biz şimdiye kadar hep Kürtlerin mağduriyetini, Kürtlerin ihtiyaç ve taleplerini, bunların önündeki engelleri vs. konuştuk, bunu anlatmaya çalıştık. Ama bir yandan da şunu da ıskalamayalım…
Neyi?
Türklerde var olan direncin nedenini. Az ya da çok bu konuda bir direnç var. Peki bunun kökeni ne? Bunun nedeni, ki bu Türk kimliğinin ana unsurlarından birisi olan güvenlik ihtiyacı, güvenlik arayışı.
Sonuçta bu topraklara sığının insanlar imparatorluğun çöküşü ile buraya göç etmiş, geride geçmişini bırakmışlar. Balkanlarda, Kafkaslardan gelmiş, toprağını kaybetmenin, vatanını kaybetmenin acısını kültürel kod olarak taşıyan insanlar var. Güvenlik korkusu kuşaklar boyunca bellekten belleğe sürmüş.
Bu açıdan yaşananları sadece Kürtlerin hakları üzerinden değil Türklerin korkularını da dikkate alan bir dile ihtiyaç var. Ve çözün için başlangıç noktasını çatışma çözümü üzerinden değil yarınki yaşama, ortak kadere, ortak geleceğe, ortak kaygıları giderecek bir söylemden, etkileşimden başlatmak gerek. Ortak geleceğimizi nasıl inşa edeceğimden konuşsak belki daha mesafe alacağız. Çözümü konuşmaya gerilim üzerinden başladığımız için belki de çok adım atamıyoruz.
Bizim yaptığımız araştırmaların en önemli sonucu daha önce de ifade ettiğim gibi, Türkiye’de değerler bağlamında çok belirleyici, bütün toplumu kapsayan bir açıklama modeli üretmek mümkün değil. Çünkü değerler de siyasileşmiş durumda. Geçen başka bir yerde paylaştım onu bir kez daha ifade edeyim.
Yeni bir açılım süreci konuşuyoruz. Bu süreç gündeme gelmeden önce “Türkiye toplumu ne kadar otoriter, ne kadar demokrat?” diye sorsak ve Kürt meselesine bakışı da oradan açıklamaya çalışsaydık çok muhtemelen AK Parti seçmeni daha otoriter, CHP seçmeni biraz daha demokrat çıkacaktı. Ama süreçle birlikte bunda bir değişim olacaktır. Çünkü Kürt meselesi doğal olarak herkesin etkiliyor. Sonuç olarak bugün Türkiye’yi açıklamak için en anlamlı ölçü değerlerden çok algı ve beklentiler.
Diğer yandan toplumun sürece ilgisiz görünüyor ne dersiniz?
Evet. Biz 2013’de başlayan çözüm süreci konusunda yaptığımız araştırmalarda toplumsal destek yüzde 30’lardan başladı yüzde 60’a kadar çıktı, sonra düşmeye başladı. Düşme nedeni, gelinen eşiğin aşılmaması. O eşik de, çözümün ortak paydasının ne olduğu, topluma nasıl anlatılacağının belirsizleşmesi. Herkesin başka şeyden bahsetmesi. Ülkeyi bölecekler diyenden senin hakkını alıp diğerlerine vereceklere kadar geniş yelpazede farklı söylemler çıkmasında.
Diğer yandan son gelişmelerde olumlu bir durum var. Bahçeli çıtayı o kadar yüksek yere koydu ki yani Öcalan gelsin Mecliste konuşsun dedi ve buna tepki çok güçlü gelmedi toplumdan. Çok olumsuz algılanmadı yani. Tabi sessizce bekleyenler ne yapılacağını görmek de istiyor. Bu bir şans.
Bu çıkış aynı zamanda iktidarın ve tüm ortaklarının Türkiye iç kamuoyundan daha çok dünya kamuoyuna söylenmiş bir söz.
İKTİDAR BU ÇIKIŞLA DÜNYAYA DA MESAJ VERMEK İSTEMİŞ OLABİLİR
Açar mısınız bunu?
Bu meselenin sahibi biziz demek istiyorlar sanki. Egemen devletlere, Ortadoğu’da ne oyun yapacaksanız, ne planlı senaryonuz varsa yapın ama beni dahil etmeyin ya da bizi de dikkate alın demek de olabili.
Dahası bu süreç belli ki üzerinde çalışılmış, hazırlanmış. Ama ben meseleyi sadece teröre, PKK’nın silah bırakmasına indirgemek de eksik kalır. Burada yapılması gelecek ortaka bir gelecek tahayyülü ortaya koymak da olmalıdır. Toplumu da bu sürece katmak önemli olacaktır. Gündemi sadece çatışma çözme ya da PKK’nın silah bırakmasından daha geniş ülkenin ortak kaderi üzerinde yeni bir hikayeye çevirebilir miyiz diye bir toplumla müzakere sürecine çevirmek için gayret göstermeliyiz. Oyun kurucuların etkin aktörlerin kendi senaryoları oyun planları ne olursa olsun bu süreci yeniden bir kez daha toplumla müzakere etmeye gayret göstermek gerekir.
Sadece Kürt meselesi, sadece çatışma, sadece terör için değil hemen her konuda toplum sürece dahil edilmelidir. Muhalefet siyasetini toplum üzerinden kurmalı, alternatif Türkiye vizyonu varsa onu toplumla geliştirmeli ve güçlendirmelidir.
Toplum buna hazır, toplum kendisiyle konuşulmasını istiyor. Toplum demokratik bir Türkiye hikayesini almaya hazır. Tüm araştırmalar bunu söylüyor.
Yorum Yazın