David Holden’ın ölümü üzerine yıllar içinde ortaya çıkan yeni deliller, Holden’ın bir dış haber muhabirinden çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Yeni soruşturmalar, Holden’ın ölümüne dair pek çok spekülasyonu doğruluyor. Geride kalan belgeler ve tanıklıklar, onun istihbarat savaşlarının gölgesinde kaybolan isimlerden biri olduğunu gösteriyor.
1977 yılında Mısır’da tek kurşunla öldürülen The Sunday Times’ın dış haberler şefi David Holden’ın cinayeti, üzerinden geçen 48 yıla rağmen hâlâ çözülemedi. Ancak son araştırmalar, olayın basit bir gazeteci cinayetinden çok, istihbarat dünyasının gölgesinde oynanan ölümcül bir oyun olduğunu işaret ediyor. Geçtiğimiz hafta The Sunday Times gazetesinde Emanuele Midolo ve Peter Gillman tarafından hazırlanan dikkat çekici araştırma, gazetecilik ve casusluk arasındaki bulanık sınırları bir kez daha gündeme getirdi. Holden’ın öldürülmesi, o dönemde gazeteciler için büyük bir şok yaratmıştı. Ancak gazetenin yaptığı derin araştırma, Holden’ın farklı istihbarat servisleriyle bağlantılı olabileceğini ve ölümü ardındaki sis perdesinin hala tam anlamıyla kalkmadığını gösteriyor.
Bu cinayeti bizim için ilginç kılan ise, Holden’ın son günlerinde görüştüğü isimlerden birinin Osmanlı Hanedanı’nın sürgünde doğan üyelerinden, Sultan 5. Murat’ın gazeteci torunu Kenize Murad olması. Ancak Murad bu olayın tek sır perdesi değil. Holden’ın yolculuğu, geçmişi ve ölümü, göz önüne alındığında, hâlâ tam olarak çözülemeyen bu olayın bir dizi gizemle dolu olduğu anlaşılıyor. Şimdi gelin bu gizemli olaya beraberce bakalım.
BİR MUHABİRİN SON GÜNLERİ
The Sunday Times ekibi, Holden’ın son yolculuğunu titizlikle yeniden inşa ettiklerinde programındaki bazı tuhaf boşluklar ve tutarsızlıklarla karşılaşmışlar. Bazen aynı anda iki farklı yerde bulunmuş gibi görünen Holden’ın kimi yerlerde kalacağını bildirdiği otellerde kaydına rastlanmamış.
Rotasını izlemek ise daha kolay. 27 Kasım 1977’de Londra’dan uçağa binerek Ortadoğu’daki son yolculuğuna çıkan Holden önce Şam’a indi. Ardından karayoluyla Ürdün’e geçer. 4 Aralık’ta Batı Şeria’ya giriş yaptı. Kudüs’te American Colony Hotel’de konakladıktan sonra 5 Aralık’ta Batı Şeria’daki bazı yerleri ziyaret etmek üzere oradan ayrıldı. 6 Aralık’ta Amman’dan Kahire’ye gitmek için yola çıktı ve gece saatlerinde Mısır’a iniş yaptı. Asıl olay işte burada yaşanır. Kahire’ye vardıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamaz. Otelde bir oda ayırttığına dair belgeler vardır, ancak otel kayıtlarında adı geçmemektedir.
Holden’ın cesedi, ertesi sabah Kahire Havalimanı yakınlarında bulunur. Çantası ve bazı kişisel eşyaları kayıp olduğundan cesedin kimliği belirlenemez. Avrupa kökenli bir erkeğe ait olarak tanımlanan naaşı, üç gün boyunca Kahire’de bir morgda tutulur. The Sunday Times gazetesi için çalışan BBC muhabiri Bob Jobbins tarafından teşhis edilence kim olduğu ortaya çıkar.
Adli tıp raporuna göre Holden tek kurşunla öldürülmüştür. Otopsi raporunda 9 mm’lik bir merminin sol göğsüne, tam kalbinin yanına isabet ettiği, sırtında ikinci bir kurşun yarası daha bulunduğu görülür. İlk izlenimler cinayetin klasik bir suikast olduğu yönündedir.
Olay derinleştikçe, Holden’ın son günlerinde görüştüğü isimlerin çoğunun istihbarat dünyasıyla bağlantılı olduğu ortaya çıkar. Amman’da Holden’la son görüşenlerden biri olan Amerikalı iş insanı John Fistere, bir CIA ajanıdır. 1950’lerde Beyrut’ta Sovyet ajanı Kim Philby’yi izlemekle görevlendirilmiştir. Öte yandan, BBC muhabiri Michael Elkins’in de geçmişi oldukça ilginçtir.
FIAT ARABALARIN GİZEMİ
Cinayetin ayrıntıları ortaya çıktıkça, önceden planlanmış bir istihbarat operasyonu olabileceği ihtimali güçlenmeye başlar. Cinayet gecesi, Holden hava alanından bir araca biner. Bu araç, onu ikinci araca götürür. Holden burada öldürülür. Ardından üçüncü bir araç gelir ve Holden’ın cesedini Kahire Havalimanı yakınlarına bırakır.
İlginç olan, bu üç aracın da Fiat marka otomobiller olmasıdır. Kayıtlarda cinayetten önceki günlerde Kahire’de üç farklı Fiat arabanın çalındığı not edilmiştir. Bunlardan ikisi Holden Kahire’ye varmadan hemen önce, üçüncüsün ise üç hafta önce çalındığı görülür. Polis raporları, arabaların Holden’ın seyahat planına göre ayarlandığı savını güçlendirir niteliktedir. Ayrıca, araçlarda bir hazırlık yapılmış, ikisinin plakaları sökülmüş, üçüncüsü ise boyanmıştır. Bu detaylar üzerine The Sunday Times araştırmacıları, cinayetin sıradan bir gasp ya da rastgele bir suikast olmadığını, aksine önceden planlanmış ve profesyonel bir şekilde yürütülmüş bir operasyon olduğunu düşünmeye başlarlar.
CASUSLARLA ÇEVRİLİ BİR GAZETECİ
Olay derinleştikçe, Holden’ın son günlerinde görüştüğü isimlerin çoğunun istihbarat dünyasıyla bağlantılı olduğu ortaya çıkar. Amman’da Holden’la son görüşenlerden biri olan Amerikalı iş insanı John Fistere, bir CIA ajanıdır. 1950’lerde Beyrut’ta Sovyet ajanı Kim Philby’yi izlemekle görevlendirilmiştir. Öte yandan, BBC muhabiri Michael Elkins’in de geçmişi oldukça ilginçtir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, ABD’nin savaş zamanı istihbarat teşkilatı için çalışmış, gizli operasyonlara katılmıştır. Ancak asıl şok edici isim Fransız gazeteci kimliği ile bölgede bulunan Kenize Murad olur.
HOLDEN VE MURAD GÖRÜŞMELERİ
Kenize Murad, Holden ile 29 Kasım’da Şam’da, ardından 2 ve 3 Aralık’ta Amman’da buluşur. 2 Aralık’ta birlikte akşam yemeği yedikten sonra Holden’ın oteline gider ve gece yarısına kadar orada kalır. Holden’ın 4 Aralık’ta Kudüs’e gitmek için otobüse binerken kendisine “Çok önemli bir şeyin peşindeyim, ama fazla konuşamam” dediğini aktarır.
Ancak The Sunday Times araştırmasına göre, Murad’ın seyahat planları gazetecilik açısından mantıklı olmayan bazı detaylar içermektedir. O dönemde en büyük haber Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın Libya’da düzenlenen ve Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın barış girişimine karşı olan Arap liderlerin bir araya geldiği zirveye katılmasıydı. Buna rağmen, Murad’ın Holden ile görüştükten sonra Şam’a geri dönmesi, sıcak haberin merkezinde olmak yerine neden farklı bir rotayı tercih ettiği sorusunu akıllara getiriyor.
Araştırmayı yürüten gazetecilerden Peter Gillman, “Holden’ın son günlerinde onunla iki farklı tarihte, iki farklı şehirde buluşması ve ardından gazetecilik açısından haber değeri yüksek olayların yaşandığı yerden uzaklaşması, onun yalnızca haber peşinde olmadığını düşündürüyor” diyerek Murad’ın bu sıradışı hareketlerini sorguluyor.
Murad gerçekten sadece haber kaynaklarıyla mı buluşuyordu, yoksa Holden’ın hareketlerini takip eden birilerinin bağlantı noktası mıydı? The Sunday Times araştırmacıları Murad’ın Holden cinayeti ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu düşünmediklerini belirtirlerken hakkında ilginç kayıtlara rastlanıldığı not etmişler. Raporu okuyunca bu iddiaların CIA kayıtlarına dayandığı anlaşılıyor.
Holden’ın istihbarat dünyasıyla ilişkisi sadece CIA ile sınırlı değildi. İngiliz istihbaratı MI6’nın da Holden ile henüz Cambridge Üniversitesi’nde öğrenciyken temasa geçtiği ve bazı operasyonlarla bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Holden’ın yakın arkadaşı ve meslektaşı John Slade-Baker, ünlü James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming tarafından işe alınmış eski bir istihbarat ajanıydı.
CIA KAYITLARINDA KENİZE MURAD
1979 İran Devrimi’nden sonra ortaya çıkan CIA belgeleri, Murad’ın 1973 yılında Paris’te CIA tarafından ajan olarak işe alındığını gösteriyor. Bu belgelere göre Murad’ın kod adı UNPOLO/1 idi ve görev tanımı, Ortadoğu’daki diplomatlar ve hedefler hakkında bilgi toplamak olarak belirtilmiş. Buna karşın Murad, bu iddiaları kabul etmeyerek CIA için çalışmadığını ve hiçbir zaman Amerikan istihbarat servisinin bir parçası olmadığını söylüyordu. Ancak 1973’te bir Amerikalı diplomatla görüştüğünü kabul etti. Başlangıçta CIA’e dahil olmayı kabul etmiş gibi görünüp, daha sonra onlarla ilgili bir yazı yazmayı planladığını ama sonra korkup bundan vazgeçtiğini anlatıyordu. Ne var ki istihbarat kayıtları bu iddiasını desteklemiyordu. Murad, birkaç hafta bu işi yaptığını söylese de, CIA’deki kaydı tam altı yıl boyunca açık ve aktif olarak tutulmuştu.
CIA ve MI6 BAĞLANTISI
Diğer taraftan Amerikan istihbarat raporlarında Holden’ın adı da geçiyordu. FBI tarafından ele geçirilen belgeler, Holden’ın 1955’te Washington’da bilinen Sovyet ajanlarını kayıt altına aldığını gösteriyordu.
Holden’ın istihbarat dünyasıyla ilişkisi sadece CIA ile sınırlı değildi. İngiliz istihbaratı MI6’nın da Holden ile henüz Cambridge Üniversitesi’nde öğrenciyken temasa geçtiği ve bazı operasyonlarla bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Holden’ın yakın arkadaşı ve meslektaşı John Slade-Baker, ünlü James Bond karakterinin yaratıcısı Ian Fleming tarafından işe alınmış eski bir istihbarat ajanıydı. Ian Fleming, MI6 için çalıştıktan sonra The Sunday Times dış haberler servisine geçmişti. Slade-Baker da aynı süreçte gazeteci olarak işe alınmış ancak istihbarat faaliyetlerini sürdürmüştü. Bu gazetecilerin aynı zamanda MI6 için çalıştıkları iddia ediliyordu. Holden’ın da bu gruba dâhil olup olmadığı net değil. Ancak The Sunday Times’daki hızlı yükselişi ve öldürülmesinin ardından MI6 içindeki bazı belgelerin ortadan kaybolması bu konuda da soru işareti yaratıyor.
KGB BAĞLANTISI
Holden’ın özel hayatı da, onun istihbarat dünyasındaki muhtemel konumunu aydınlatan önemli detaylar barındırıyordu. Bir zamanlar Holden’la ilişkisi olan Leo Silberman, yıllar sonra bir Sovyet casusu olduğunu itiraf etti. Silberman, genç erkekleri etkileyerek KGB’ye kazandıran bir ajan olarak faaliyet gösteriyordu. FBI tarafından 1955’te hazırlanan bir raporda, Washington’daki “bilinen Sovyet ajanlarıyla” temas hâlinde olduğu belirtilmişti. Silberman’ın Holden ile ilişkisi, Holden’ın da KGB’ye çalışmış olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Eğer Holden gerçekten bir süre Sovyetler adına casusluk yapmış ancak sonrasında Batılı istihbarat servislerine bilgi aktarmaya başlamışsa, bu ihanetinin bedelini hayatıyla ödemiş olabileceği öne sürülüyor.
BBC’YE SÖYLENEN YALANLAR
Cinayetle ilgili ilginç noktalardan biri de Holden’ın seyahati hakkında BBC’nin Kudüs muhabiri Michael Elkins’e yalan söylemesi olarak belirtilmiş. Elkins, Holden’a Kahire’ye ne zaman gideceğini ve nerede kalacağını sorduğunda, Holden kaçamak cevaplar vermiş ve bu bilgiyi paylaşmaktan kaçınmış. Oysa ki Holden, Amman’da bir otele rezervasyon yaptırmış gibi görünüyordu. Fakat otel kayıtlarında onun adına ayrılmış bir oda yoktu. Holden’ın bu bilgileri neden sakladığı ve gerçekte nerede kalmayı planladığı gizliliğini koruyor.
CIA’İN SESSİZLİĞİ
David Holden’ın ölümüyle ilgili en büyük soru işaretlerinden biri, CIA’in bu cinayet hakkında neler bildiği ve neden sessiz kaldığıyla ilgili görünüyor. The Sunday Times, Holden’ın ölümünden sonra CIA, onunla ilgili bazı kritik belgeleri kamuoyuna açıklamamak için özel çaba gösterdiğini belirtiyor.
Holden, ölmeden kısa bir süre önce Kudüs’ten bir arkadaşına bir kartpostal gönderdiği ve üzerine “Orta Doğu’da kaleler hâlâ önemini koruyor” ifadesini yazdığı belirtilen araştırmada bu cümlenin ABD’nin bölgedeki gizli operasyonlarından biri olan “Citadel” kod adlı CIA operasyonu ile bağlantılı olabileceği yönünde şüphe uyandırdığının altı çizilmiş. Ancak Citadel Operasyonu’na dair somut bir kanıt henüz ortaya çıkmış değil.
Bununla birlikte, Amerikan istihbarat kaynakları, Holden’ın Kudüs’te CIA’nin gizli operasyon merkezlerinden biriyle temas kurduğunu öne sürüyorlar. Ancak bu konuda hiçbir resmi açıklama yapılmamış. Daha da dikkat çekici olan, Holden’ın ölümünün ardından CIA iç yazışmalarında bazı kritik dosyaların erişime kapatılması.
Tüm bu detaylar, Holden’ın gerçekten CIA ile bağlantısı olup olmadığı konusunda kesin bir yanıt vermiyor. Ancak CIA’in cinayet sonrası sessizliği ve bazı belgeleri gizli tutması, bunun basit bir gazeteci cinayeti olmadığını kanıtlar nitelikte.
1990’ların sonunda, eski BBC muhabiri Michael Adams, Heykel’e, Holden’ın katilini sorduğunda, Heykel’in detay vermeden “Biz öldürdük” yanıtını verdiğini aktarıyor. Benzer bir şekilde, Holden’ı tanıyan ve adı saklı tutulan Amerikalı bir gazeteci “O sadece bir gazeteci değildi” diyerek, konunun “devlet meselesi” olduğunu ve asla aydınlanamayacağını söylediği not edilmiş.
DAVID HOLDEN’I KİM ÖLDÜRDÜ?
David Holden’ın ölümünden Mısırlı yetkililerin sorumlu olduğu uzun süredir tartışılan bir iddiaydı. The Sunday Times araştırması, bu iddiayı destekleyen yeni bulgular ortaya koydu. Özellikle, Mısırlı gazeteci ve eski bakan Muhammed Hasaneyn Heykel ile yapılan iki ayrı görüşme, cinayetin arkasında Mısır’ın olduğuna işaret etti.
1990’ların sonunda, eski BBC muhabiri Michael Adams, Heykel’e, Holden’ın katilini sorduğunda, Heykel’in detay vermeden “Biz öldürdük” yanıtını verdiğini aktarıyor. Benzer bir şekilde, Holden’ı tanıyan ve adı saklı tutulan Amerikalı bir gazeteci “O sadece bir gazeteci değildi” diyerek, konunun “devlet meselesi” olduğunu ve asla aydınlanamayacağını söylediği not edilmiş.
Cinayetten üç yıl sonra, Kahire polis şefinin suikastı üstlendiği ve gerekçe olarak “Holden KGB için çalışıyordu” dediği biliniyor. Ancak asıl soru, eğer Holden KGB adına çalışıyorsa, Mısırlılar neden onu öldürdü?
DEĞİŞEN GÜÇ DENGELERİ VE MISIR
Araştırmacılar bu sorunun cevabının 1970’lerdeki Orta Doğu’daki güç dengelerinde yattığını belirtiyorlar. 1960’larda Sovyetler Birliği’ne bağlı olan Mısır, 1970’lerde ABD ile yakınlaşarak CIA ile çalışmaya başladı. Mısırlı yetkililer, KGB ajanlarının kim olduğunu biliyordu ve Holden’ın bu bağlantısı, hedef alınmasına neden olabilir. Diğer taraftan Holden, 1972’den sonra Mısır’a hiç gitmemişti. Beş yıl aradan sonra Aralık 1977’de Kahire’ye adım atar atmaz öldürüldü.
SONUÇ: CASUSLUK, İHANET VE ÖLÜM
David Holden’ın ölümü üzerine yıllar içinde ortaya çıkan yeni deliller, Holden’ın bir dış haber muhabirinden çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Yeni soruşturmalar, Holden’ın ölümüne dair pek çok spekülasyonu doğruluyor. Kanıtların çoğu dolaylı olsa da, ulaşılan bulgular artık daha net bir tablo çiziyor. Buna göre:
• Holden yalnızca bir dış haber muhabiri değil, aynı zamanda bir casustu.
• Gazeteci olmadan önce KGB tarafından işe alınmıştı.
• Daha sonra CIA ile bağlantıya geçti.
• Holden’ın çifte ajan olma ihtimali oldukça güçlü.
• Bu, onun öldürülmesinin en muhtemel sebebi olarak öne çıkıyor.
Ancak soru hâlâ yanıtlanmış değil: David Holden’ı kim öldürdü?
Geride kalan belgeler ve tanıklıklar, onun istihbarat savaşlarının gölgesinde kaybolan isimlerden biri olduğunu gösteriyor. The Sunday Times araştırması, 48 yıl sonra bile bu soruya kesin bir yanıt veremese de, Holden’ın ölümünün sıradan bir gazeteci suikastı olmadığını kanıtlıyor. Anlaşılan bazı şeyler hiç değişmiyor. Dünya gizleriyle dönmeye devam ediyor.

Yorum Yazın