Cumhuriyet fikrinin kendisi bir terakki nişanesi olmakla birlikte beraberinde pek çok sorunlar getirmiştir: Bunların başında da temsil meselesi vardır. Bütün bir halkı temsilen hareket nasıl olacaktır?
Cumhuriyet nedir? Cumhuriyet iktidarın kral olan bir baş yerine başsız kalan bir beden tarafından yönetilmesidir. O bedenin değişik isimleri vardır. Toplum veya cumhur bunlardan biridir. O bedenin politik ismi ulustur (yani millet). Milletin egemenliğine (ulusun hükümranlığına) cumhuriyet diyoruz. Demek cumhuriyet, egemenliğin, şahsi iktidarın lağvıyla baş’tan (sultan’dan) beden’e (halk’a) geçmesidir. Zira beden uyanınca baş ya düşer ya da bedene onu temsilen teslim olur ki o da başka bir düşmedir.
BİR TEMSİL MESELESİ
Cumhuriyet fikrinin kendisi bir terakki nişanesi olmakla birlikte beraberinde pek çok sorunlar getirmiştir: Bunların başında da temsil meselesi vardır. Bütün bir halkı temsilen hareket nasıl olacaktır? Cumhuri’lik ve temsil, temsil edilenin katılımı ve uyanık oluşuyla mümkündür. Bunun gibi sebeplerden, cumhuriyet fikri ile eğitim(lilik) arasında doğrudan bir bağ vardır. Milli eğitim, eğitimi millileştirmek için olmaktan ziyade eğitim ile milliliği tahsil etmek (üretmek) içindir. İnsanların atomize olup birey suretinde dağılması ve bu her bir atoma aklın, ihtiyarın (yanı iyi ve kötüyü temyiz edecek eğitimsel olgunluğun) girmesi gerekmektedir. Cumhuriyet, yönetimde bir linç eylemidir. Kitleselliğin bir aktör olarak siyasete akmasıdır. Bu akıntının parti’ler suretinde derelere ayrıştırılıp demokrasi isimli barajda temsiliyet ve ifade çarkını döndürmesi ise demokratik cumhuriyetin kazanımlarıdır. Mutlak anlamda başarılı bir cumhuriyet yoktur. Çoğunluk diktatörlüğü de cumhurilik ve kayda değer bir temsil kabiliyeti arz eder ancak demokratik sayılmaz. Cumhuriyet ve demokrasi, ikisi birden bir yerde kamilen tahakkuk ettiklerinde herkes hem sultan hem de teb'adır, hem hakim hem mahkumdur. Cumhuriyetin ürettiği bu yeni insan malzemesine “yurttaş” (vatandaş) denilir ve ona hem hakların verilmesi hem de yüklerin yüklenmesi bundandır.
Gerçekte fikir olarak cumhuriyet Türkiye’de modernleşmenin en popular vechelerinden biridir; Ancak pratikte geniş kesimler nezdinde cumhuriyet Türkiye’de yabancılaşmış bir kavramdır.
TEMEL İTİRAZ CUMHURİYETE DEĞİL GÖRÜNÜMLERİNE
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’da başlayıp Osmanlı sonrasında tamamlanmış bir modernleşme çabasının ürünü olarak vücuda gelmiştir. Laik, dindar, Kürt, Türk tüm kesimlerin ortak kazanımıdır. Türkiye’de Cumhuriyet fikrine karşı olan bir kesim yoktur. Cumhuriyet’in Türk veya laik niteliğine olan kimi itirazlar Cumhuriyet karşıtlığı olarak görülmüş ve sunulmuştur. Gerçekte fikir olarak cumhuriyet Türkiye’de modernleşmenin en popüler vechelerinden biridir. Ancak pratikte geniş kesimler nezdinde cumhuriyet Türkiye’de yabancılaşmış bir kavramdır.
Cumhuriyet’ler kendilerine gelirler. Ya uyanmış bir halk bir cumhuriyete dönüşür. Ya da elitlerin çeşitli gerekçelerle pişirdiği bir cumhuriyet projesi zamanla halka layık bir hal alır veya halkın işgaline uğrar. Demokrasi, cumhuriyetin ayağını halk yorganına göre uzatmasını sağlayan rejimdir. Bu yüzden demokratik temsil arttıkça cumhuriyet adının gereği bir şekilde dönüşür. Toplumlarda yaşanan elit dönüşümü de bunun bir parçasıdır.
Türkiye’de kabaca “laik” kesim olarak bilinen kurucu elitin hakimiyeti ve imtiyazları, AKP’de vücut bulan “halk devrimi” ile yıkıldı. Bu dindar ve taşralı halk devrimi, alttan gelen her devrim gibi çirkin görünüyor. Bugün itibarı ile AKP’de temsiliyet bulan halk kitleleri ve değerler sisteminin yol açtığı değişim, laik elitler için cumhuriyetin yıkılışı gibi görünse de en fazla cumhuriyetin işgali olarak anlaşılmalıdır. Bu iktidar değişimi politik, ekonomik ve kültürel alanlarda devam ediyor. Politik olarak hakimiyetini tahkim eden dindarlık, ekonomik olarak da pastadan daha büyük dilimleri belki görgüsüzce koparmaya devam ediyor. Eski elitlerin yeni elitlerin bu görgüsüzlüklerini ayıplaması da öyle sıra dışı bir durum değildir. Zira eski soylular yeni burjuvalardan ikrah eder. Türkiye’de son dönemdeki kültürel iktidar tartışmaları hegemonik değişimin kültürel ayağındaki dengesizliği yansıtması açısından öğreticidir. Eskilerin yenileri riyakâr, talancı, sonradan görme vesaire olarak görmesi normaldir. Haset, hegemonyanın devir teslim töreninde görünür olsa da her iktidar ortamında mutlaka zimni olarak vardır. Dindarların laiklere görünümünü, laiklerin kendilerinden önceki elitler olan gayrimüslimlere (mesela Ermenilere) görünümüyle mukayese etmek öğretici olabilir.
Cumhuriyetin, yüzüncü yılında eriştiği ve erişmesi umulan olgunluk, dindar olabilen cumhuriyetin artık Kürt de olabilmesidir. Dindarlıkla barışan cumhuriyetin temsil başarısı Kürtlükle barışmayla hakiki kıvamını bulacaktır.
CUMHURİYETİN KÜRTLERE OLAN İKİ BORCU
Dindarlar, onların üstüne kurulan ve onları beğenmeyen Cumhuriyet’ten intikamlarını, ona sahip olarak, sahip haline gelerek aldılar. Bu demokratik “sahip”lenme bir cumhuriyet için kazanımdır. Türkiye’de bugün dindarlar artık belki laiklerden daha çok bu ülkenin sahibi edasındalar. Bu duygu, laikler kadar onların da hakkı idi ve ancak yakın zamanda yerini buldu. Peki Kürtlerin Cumhuriyet ile ilişkileri ne durumda?
Yüz yıllık Cumhuriyet Kürtlere iki noktada borç içindedir. Biri orijindeki borç. Yani kurucu unsur olarak Kürtlerin daha sonra devre dışı bırakılmaları ve inkâr politikaları ile cumhuriyetten ve çoğunluk statüsünden azınlık statüsüne sürgün edilmeleridir. Kürtlerin kendilerinin bile bugün bu azınlık statüsünü kabul edip içselleştirmeleri bu sürgünün trajik bir sonucudur. Buradan (geçmişten gelen) kurucu unsur hukuku açısından cumhuriyet Kürtlerin kayıp malıdır. Yeniden temelluk edilmeyi beklemektedir.
İkinci borç ise kuruluş momentindeki katkı, statü ve hukuklarından bağımsız olarak bugün cumhuriyette yurttaşlık çerçevesi içinde yaşayan Kürtlere demokratik temsilin doğurduğu borçtur. Varsayalım ki bidayette hiç Kürt olmasaydı bile bugün bu kadar Kürt’ün varlığı karşısında Cumhuriyet’in amir değil memur, efendi değil hizmetkar olarak Kürtlerin emrine girmesi gerekirdi.
Özetle yüzüncü yılında cumhuriyetin “üçüncü bir cumhuriyet” olarak yenilenmesi bir zarurettir. Laiklerin malikiyetini yansıtan birinci cumhuriyet, dindar taşranın malikiyetini yansıtan yeni (ikinci) bir cumhuriyete yerini bıraktı. Bu ikinci cumhuriyetin de Kürtlerin malikiyetini yansıtan bir üçüncü cumhuriyete evrilmesi gerekiyor. Bu hem cumhuriyetin Kürtlere geçmişteki tahsil edilmemiş başlangıç borcudur hem de gelecekte tahsil edilmesi gereken demokratik temsil borcudur.
Cumhuriyetin, yüzüncü yılında eriştiği ve erişmesi umulan olgunluk, dindar olabilen cumhuriyetin artık Kürt de olabilmesidir. Dindarlıkla barışan cumhuriyetin temsil başarısı Kürtlükle barışmayla hakiki kıvamını bulacaktır. Kürtlerin cumhuriyete geri dönüşü bir teslim, iltica, kabul talebi suretinde değil, bir teslim alma, bir sahip olma ve hükmetme suretinde tecelli ettiğinde ilk kez cumhuriyetin geleneksel birliktelik, eşitlik ve kardeşlik gibi söylemleri anlamını bulabilir. Laik cumhuriyetin dindarlaşması ve Kürtleşmesi, cumhuriyetin demokratik olarak kendine gelmesidir.
---
Bu yazı geçtiğimiz yıl Cumhuriyetin 100.yılı dosyasında yer almıştır.
Yorum Yazın