Sonuç olarak, aitlik duygusu artık sabit bir kimlik kartı değil, zamanla şekillenen, yaşamın içinde dönüşen bir yolculuktur. Birey, doğduğu topraklarla bağını sürdürebilir; ama gelişme, değişme ve derinleşme ihtiyacını başka bir yerde karşılıyorsa, orada da bir "yuvaya" kavuşmuş demektir.
Son yıllarda kültürel kimlik, aitlik ve bireysel dönüşüm kavramları üzerine yürütülen tartışmalar, özellikle küreselleşme çağında ülkeler arası geçiş yapan figürler aracılığıyla yeni boyutlar kazanıyor. Oyuncular, sanatçılar ve yaratıcı bireyler artık sadece bir ülkenin sınırları içinde tanımlanmakla kalmıyor; hayatlarının farklı evrelerinde farklı coğrafyalarla kurdukları ilişkiler üzerinden yeniden şekilleniyor. Bu dönüşümün kamuoyunda en çok tartışılan örneklerinden biri, Can Yaman’dır.
Geçtiğimiz haftalarda katıldığı bir televizyon programında, Can Yaman’a yöneltilen “Türkiye mi, İtalya mı?” sorusuna tereddütsüz “İtalya” yanıtını vermesi, sosyal medyada tartışmaların fitilini ateşledi. Bu kısa ama net cevap, birçok kişi tarafından doğduğu ülkeyi reddetmek, köklerinden kopmak ya da geçmişine sırt dönmek olarak yorumlandı. Oysa bu tür yorumlar, aitlik meselesini yalnızca milliyet merkezli düşünsel kodlarla değerlendiren indirgemeci bir bakış açısını yansıtıyor. Aitlik, özellikle günümüzde, doğduğumuz yer ile sınırlı olmayan çok katmanlı ve devingen bir deneyimdir. Bir bireyin hangi coğrafyada kendini daha özgür, daha üretken ve daha huzurlu hissettiği sorusu, onun kimliğini derinlemesine belirleyen bir unsura dönüşebilir.
Can Yaman, Türkiye’de doğmuş ve ilk çıkışını Türk televizyonlarında yapmış bir oyuncudur. Ancak Türkiye’deki bu çıkışı, her zaman ifade özgürlüğü ve mesleki destekle pekişmemiştir. Uzun yıllar boyunca oyunculuğu geri planda kalmış, fiziksel özellikleri, özel hayatı ya da magazin haberleri üzerinden şekillenen bir imajla anılmıştır. Eleştiriler çoğu zaman yüzeysel olmuş, kendisini geliştirmek adına attığı adımlar kamuoyu nezdinde takdir görmemiştir. Bu süreçte, yetenekten çok etiketlerin öne çıktığı bir anlatının içine sıkışmış olması mümkündür.
İtalya ise onun için yalnızca yeni bir ülke değil, aynı zamanda kişisel ve mesleki anlamda yeniden doğabileceği bir zemin hâline gelmiştir. Önemli olan, Can Yaman’ın bu ülkeye tamamen yabancı biri olarak gelmemiş olmasıdır. İstanbul’daki İtalyan Lisesi mezunu olması ve İtalyanca biliyor olması, bu geçişi kolaylaştıran önemli bir altyapıydı. Ancak burada asıl dikkat çekici olan, onun bu hazır bilgiyle yetinmemesi, İtalya’daki kariyerine bilinçli ve planlı bir şekilde hazırlanmış olmasıdır. Alanının uzmanlarından özel dil ve oyunculuk dersleri alarak hem dilsel hem de sanatsal anlamda kendini ilerletmiş, bu çabasını disiplinli bir üretim süreciyle desteklemiştir.
İtalyan kamuoyunda oluşan Can Yaman imajı, yalnızca fiziksel cazibeye dayalı bir şöhret değil; aynı zamanda çalışkanlık, nezaket, sahici iletişim ve mesleki ciddiyetle kurulan bir tanınmışlıktır. Kendisi burada, kısa sürede güçlü bir hayran kitlesi edinmiş, televizyon projelerinden dijital platformlara geçişte de başarılı bir çizgi izlemiştir. Bugün uluslararası yapımlarda yer alması, yalnızca İtalyan izleyiciler nezdindeki popülerliğinin değil, aynı zamanda küresel izleyici karşısındaki temsil gücünün de bir göstergesidir.
Bu noktada, “İtalya” cevabını yalnızca siyasi veya kültürel bir tercih olarak değil, yaşamın sunduğu imkânlar doğrultusunda hissedilen bir yöneliş olarak okumak gerekir. Zira insan, ait olduğu yeri çoğu zaman rasyonel bir karar mekanizmasıyla değil, sezgisel bir bağlılıkla hisseder. Bu bağlılık, zaman içinde kurulan ilişkiler, verilen emeğin karşılık bulması, anlaşılma duygusu ve içsel dinginlik gibi unsurların birleşiminden oluşur. Dolayısıyla bu tercihi milliyetçi bir sadakat testi gibi değerlendirmek, meselenin özünü ıskalamaktır.
Can Yaman’ın İtalya’daki varlığı, göç, kültürel geçiş ve sanatçının kendini yeniden inşa etme hakkı üzerine düşünmek için güçlü bir örnek sunuyor. Onun hikâyesi, Türkiye’den tamamen kopmuş bir bireyin değil; iki ülke arasında yeni bir bağ kuran, kendini bir bütünün içinde yeniden tanımlamak isteyen bir bireyin hikâyesidir.
Sonuç olarak, aitlik duygusu artık sabit bir kimlik kartı değil, zamanla şekillenen, yaşamın içinde dönüşen bir yolculuktur. Birey, doğduğu topraklarla bağını sürdürebilir; ama gelişme, değişme ve derinleşme ihtiyacını başka bir yerde karşılıyorsa, orada da bir "yuvaya" kavuşmuş demektir. Can Yaman’ın verdiği cevap da, bu dönüşümün samimi ve içten bir ifadesi olarak okunabilir.
Bu tür örnekler, sanatçıların yalnızca doğdukları değil, var olabildikleri coğrafyalar üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini bize hatırlatıyor. Belki de bu çağın en önemli sorularından biri şu: Nerede yaşamak değil, nerede yaşatılmak isteniyoruz?
İtalya’daki Projeler ve Mesleki Dönüşümün İzleri
Can Yaman’ın İtalya’daki mesleki varlığı, oyunculuk kariyerinde yeni bir evreyi temsil ediyor. Bu süreçte yer aldığı yapımların sanatsal kalitesi tartışmaya açık olmakla birlikte, onun bu ülkede kurduğu ilişkiler, aldığı geri dönüşler ve medya görünürlüğü, Türkiye’deki kariyer çizgisinden farklı bir yöne evrildiğini gösteriyor.
İtalya’daki ilk büyük televizyon projesi Viola come il mare (2022), başta heyecan uyandırsa da içerik açısından oldukça zayıf bir yapım olarak değerlendirilebilir. Polisiye-dram türünde sunulan dizi, oyunculukların genel tonu, senaryo derinliği ve sahne yönetimi açısından izleyicide inandırıcılık problemi yaratmıştır. Buna rağmen dizinin iki sezon boyunca sürmesi ve geniş bir izleyiciye ulaşması, Can Yaman’ın ekranda hâlâ karşılık bulduğunun bir göstergesidir. Ancak bu başarı, daha çok ekran figürü olarak tanınırlığına ve İtalyan medyasındaki popülerliğine dayanıyor.
Bunun ardından gündeme gelen Sandokan projesi, Yaman’ı aksiyon ve dönem dizisi türünde farklı bir oyunculuk sınavına taşıyor. Emilio Salgari'nin klasik korsan romanından uyarlanan bu yapım, yüksek prodüksiyonlu bir dizi olarak tasarlanıyor. Henüz izleyiciyle buluşmamış olması nedeniyle etkisi hakkında kesin yorumlar yapılamasa da, bu proje Yaman’ın fiziksel performansına ve uluslararası ekiplere entegrasyonuna dayalı yeni bir sınav niteliği taşıyor.
Bir diğer önemli yapım ise El Turco isimli dizi. Disney+ için hazırlanan bu projede, Can Yaman 17. yüzyılda yaşayan bir Osmanlı askeri karakterini canlandırıyor. Avrupa-Türkiye ilişkilerinin sembolik bir yansıması olan bu kurgu, oyuncunun iki kültür arasında kurduğu köprüyü hikâye düzlemine taşıyor. İngilizce çekiliyor olması ve dijital platformda yayımlanacak olması açısından da kariyerinde farklı bir açılım yaratabilir.

Yorum Yazın