Prof. Dr. Fahri Bakırcı Can Atalay’ın vekilliği ile ilgili son gelişmeleri yazdı. Bakırcı; “Bu metinde aktarılan konuşmalar Meclis’in yönetiminde muhalefeti yok sayan açık bir bakışı yansıttığından anlamlı ve önemlidir; bu yazıda tartışılan “dipnot” da bu dönemde iktidarın muhalefete bakışını ve dönemin ruhunu yansıtması açısından tarihsel bir belge niteliğindedir. Can Atalay’ın hak ihlaline, ihlale yaraşır bir “dipnot” konmuş durumdadır” diyor
Hakikat ayrıntılarda gizlidir.
Yıl 1985…
12 Eylül Darbesinin sıcaklığı hissediliyor…
TBMM’in 1 Kasım 1985 tarihli ilk birleşiminde darbenin lideri Cumhurbaşkanı Kenan Evren konuşuyor:
“Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 17 nci Dönem 1 inci Yasama Yılının ilk birleşimi olan 7 Aralık 1983 günü sizlere yine bu kürsüden hitap etmiş; fakat 2 nci Yasama Yılının ilk birleşimi olan 1 Eylül 1984 günü açış konuşmasını yapamamıştım. Geçen yıl böyle bir açış konuşması yapmamış olmamdan üzüntü duyan sayın milletvekili sayısının bir hayli fazla olduğunu ve hatta bu durumu benim Yüce Meclise karşı bir kırılganlığıma bağlayanların bulunduğunu öğrendim. Anayasanın, Cumhurbaşkanın arzusuna bağlayan bu açış konuşmasının bir mecburiyet haline dönüştürülmemesini sağlamak gibi samimi bir düşünceden başka hiçbir maksat gütmeyen bu davranışımdan dolayı ben de üzüldüm; ancak, sayın milletvekillerinin bu hassasiyetini, şahsıma ve Cumhurbaşkanlığı makamına karşı beslenen sevgi ve saygının bir ifadesi olarak da kabul ettim. Bu çok manalı hassasiyetinizden ötürü hepinize teşekkürlerimi sunuyor ve bu yasama yılının da başarılı geçmesini ….”
Olay şuydu:
1924 Anayasası’nda Cumhurbaşkanının Meclisin açılış konuşması yapmak zorunda olduğuna ilişkin dolaylı bir hüküm vardı. (1927 İçtüzüğü bu zorunluluğu doğrudan hale getirmişti.)
1961 Anayasası’nda Cumhurbaşkanı ile Meclisi birbirinden kesin çizgilerle ayırma amacıyla bu tür açılış konuşmalarına yer verilmedi.
1982 Anayasası’nda Cumhurbaşkanına “Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde açılış konuşması yapmak’’ görevi verildi.
Yani açılış konuşmasını yapmak 1982 Anayasası’nda ilk defa Cumhurbaşkanının takdirine bırakıldı.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren de TBMM’nin 1984 yılı açılışında konuşma yapmadı.
Ama konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla çok sayıda milletvekili bundan alınmıştı ve kendisine ulaşarak sitemlerini belirtmişlerdi.
O da bunu “Cumhurbaşkanlığı makamına karşı beslenen sevgi ve saygının bir ifadesi olarak” almış ve amacının açılış konuşmasının zorunlu olmadığını göstermekten ibaret olduğunu belirtmişti.
Şimdilerde herkesin “darbe karşıtı” olduğuna bakarak o zamanlarda darbecilere duyulan saygıya yönelik şaşkınlığımızı bir kenara bırakırsak buraya kadar her şey olağan görünüyor; sorun bundan sonra başlıyor.
Evren bu konuşmasında 1983 yılındaki ilk açılış konuşmasını yapmış olduğunu söylüyor; oysa milletvekilleri başından beri açılış konuşması yapılmadığını iddia etmiş görünüyorlar.
Evren “…1 inci Yasama Yılının ilk birleşimi olan 7 Aralık 1983 günü sizlere yine bu kürsüden hitap etmiş”tim diyor.
Milletvekillerinin ise ilk birleşimde konuşma yapıldığını hatırlamadıkları anlaşılıyor.
Bu nasıl olabilir?
Tutanaklar yayınlanıyor, merak edenlerin tutanakları açıp inceleme olanağı var. Şimdi tutanaklara bakalım…
TBMM’nin Darbe’den sonraki ilk toplantısı 24 Kasım 1983 tarihinde yapılmış…
Evren “açılış” konuşması yapacaksa konuşmasını doğal olarak açılış günü olan 24 Kasım’da yapmış olması ve konuşmanın tutanaklarda yer alması gerekirdi.
Ama boşuna aramayın, çünkü 24 Kasım’da açılış konuşması yok…
Dolayısıyla açılış konuşmalarının listesini yapan Marslı bir doktora öğrencisi 1983 yılında Cumhurbaşkanı tarafından açılış konuşması yapılmadığını kayıt altına alabilirdi.
Ama durum bu değil, çünkü gerçekten açılış konuşması yapmış hazret.
Ne zaman: Kendi konuşmasında söylüyor: 7 Aralık.
Oysa 7 Aralığa kadar TBMM dört Birleşim yapmış ve aradan iki hafta geçmiş.
“Paşam” açılıştan iki hafta sonra geliyor ve “artık açılışınız bu olsun” diyor.
Hiç kimse “sayın Paşam açılışın üzerinden iki hafta geçti, biz çoktan açtık, artık açılış konuşması yapamazsınız” demiyor ya da diyemiyor.
Dikkat edilirse 1985 yılındaki açılış konuşmasında da “; 17 nci Dönem 1 inci Yasama Yılının ilk birleşimi olan 7 Aralık 1983 günü sizlere yine bu kürsüden hitap etmiş”tim diyor ve hiç kimse bizim açılışımız 7 Aralık’ta değil 24 Kasım’daydı demiyor.
Evren’in açılış konuşmasını açılıştan iki hafta sonra yapması ve buna kimsenin itiraz etmemesi siyaset bilimi açısından son derece anlamlı.
Bir darbeden sonra darbe yapan muktedirlerin iktidarlarını nasıl pervasızca kullandıklarını gösteren müthiş bir belge.
“Ben öyle dediysem öyledir; siz açılışı 24 Kasım’da yapmış olabilirsiniz ama ben 7 Aralık’ta konuştuysam açılışınız 7 Aralıkta’dır.”
Herhangi bir itiraz yapılmadığına göre karşıdakiler “siz öyle diyorsanız öyledir Paşam” demiş sayılırlar.
Ortada ne Anayasa ne İçtüzük kalmış…
Ve bahsettiğimiz kurum herhangi bir kurum değil, yasama yetkisini kullanan “Yüce Meclis”tir.
Şimdi gelelim günümüze…
TBMM’nin 16 Nisan 2025 tarihli 77. Birleşiminin tutanağının sonunda şöyle bir dipnot bulunuyor:
“(*) Bu bölümde, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde yer almayan bir okuma işlemi TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olarak yapılmıştır.”
TBMM tutanakları ile ilgilenmeyen bir okuyucu için bu dipnot pek anlamlı olmayabilir.
Ancak bu dipnotun siyaset bilimi açısından anlamı çok büyük; tarihsel bir belge niteliğinde.
Başlangıç olarak şunu söyleyeyim: TBMM tarihinde buna benzeyen başka bir dipnot yok.
Olayın ne olduğunu olaydan hemen sonra değerli meslektaşım Murat Sevinç Diken Gazetesi’nde son derece anlaşılır biçimde yazdı.
Ben de olayı çok kısaca özetleyeyim:
TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının Başkanlıkça okunması suretiyle Can Atalay’ın milletvekilliğini düşürülmesi sağlanmaya çalışıldı.
Bu işlemin dayanağı Anayasa’nın 84. maddesinde yer alan “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur” biçimindeki hüküm idi.
Ancak bu işlemde hukuksal bir sorun vardı: AYM bu konuda yeniden yargılama yapılması için dosyayı ilgili Mahkemeye geri göndermişti ve ortada Anayasa’nın sözünü ettiği türde milletvekilliğinin düşmesinin nedeni olabilecek nitelikte kesinleşmiş bir mahkeme kararı yoktu.
Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinde şu hüküm yer almaktadır:
“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…. (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.”
Kararı veren yerel Mahkemenin Anayasa Mahkemesi kararına uymamak gibi bir yetkisi yoktu, çünkü Anayasa’nın 138. maddesinde şu hükme yer verilmişti:
“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Bu açık hükümlere rağmen herhangi bir yetkisi olmayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi yerel mahkemenin yerine geçerek ve AYM kararını tanımayarak TBMM Başkanlığına bir karar gönderdi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki TBMM Başkanlığı tarafından yapılması zorunlu olan bir işlemi tamamladığı için başkanvekilinin yaptığı işlem hukuken yerindedir; eksikliği gidermiştir.
Anayasa’ya uymak zorunda olan TBMM Başkanlığı’nın bu yazıyı geri göndermesi ve AYM kararı doğrultusunda hak ihlalinin giderilmesini sağlayan bir karar için çabalaması hukuksal olarak zorunluydu.
Ancak TBMM Başkanlığı aslında “yok hükmünde” olan Mahkeme kararını kesinleşmiş bir mahkeme kararıymış gibi okutup Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmüş olduğunu açıkladı.
Sözkonusu kararın Genel Kurulun 54. Birleşiminde okunması üzerine Anayasa Mahkemesine yeniden başvuru yapıldı ve Mahkeme “kesin hükmün varlığından söz edilmesi hukuken mümkün olmadığından” “fiilî durum hakkında Anayasa Mahkemesince karar verilmesi mümkün değildir” diyerek yapılan bu yeni işlemin Yok Hükmünde olduğunu saptamakla yetindi: Kararın ilgili bölümü şöyle idi:
“6.TBMM Genel Kurulunda iptal talebine konu edilen Daire yazısının okunması suretiyle oluşturulan bu fiilî durumun Anayasa’nın 84. maddesinin ikinci fıkrasının kapsamına giren bir yasama işlemi olarak değerlendirilmesine imkân bulunmamaktadır. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesinin 25/10/2023 tarihinde verdiği 2023/53898 başvuru numaralı karar sonrasında Hatay Milletvekili Şerafettin Can ATALAY hakkında kesin hükmün varlığından söz edilmesi hukuken mümkün olmadığından TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının Başkanlıkça okunmak suretiyle Genel Kurula bildirilmesi işlemi ile oluşan fiilî durum hakkında Anayasa Mahkemesince karar verilmesi mümkün değildir….Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611, Değişik İş. 2024/1 sayılı kararının ekte gönderildiğine dair anılan Daire Başkanlığı yazısının okunması suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna bildirilmesi işleminin iptali talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Kadir ÖZKAYA, İrfan FİDAN, Muhterem İNCE ile Yılmaz AKÇİL’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA 22/2/2024 tarihinde karar verildi.”
Sonuç olarak ortada “hukuksal olmayan” bir “fiili durum”un olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından saptanmıştı.
AYM kararlarının bağlayıcı olduğunu kabul edilmesi halinde iki şey yapılabilirdi:
1. TBMM Başkanlığı, AYM kararıyla yok hükmünde olduğu saptanan işlemini ortadan kaldırmak için daha önce yaptığı işlemi geri alabilirdi.
2. Kararının kesinleşmiş bir karar olmadığını gören, Mahkeme AYM kararı doğrultusunda geçerli bir karar verme yoluna gidebilirdi.
Ortada sürüncemede kalmış bir durum vardı.
TBMM Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca yapılması gereken işlemleri hatırlatmak amacıyla AYM’nin hak ihlali bulunduğuna ilişkin kararını TBMM’nin 16 Nisan 2025 tarihli 77. birleşiminde okuttu.
İşte yukarıdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde yer almayan bir okuma işleminin TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olarak yapıldığına ilişkin dipnotta belirtilen “İçtüzüğe aykırı” işlem budur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki TBMM Başkanlığı tarafından yapılması zorunlu olan bir işlemi tamamladığı için başkanvekilinin yaptığı işlem hukuken yerindedir; eksikliği gidermiştir.
Teknik olarak bakıldığında işlemde hiçbir İçtüzüğe aykırılık bulunmamaktadır. Çeşitli yönleriyle bakalım.
Dolayısıyla işlemin “Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde yer almayan bir okuma işlemi” olduğu iddiası teamüllerle örtüşmemektedir: Bu bölümde yapılacak okuma işlemleri hakkında milletvekillerinin önceden bilgisi olmaz.
BİR
Sözü edilen 77. Birleşimdeki okutma işleminden hemen önce aşağıdaki Danışma Kurulu önerisi okunmuş ve Genel Kurul tarafından onaylanmıştır:
“Danışma Kurulunun 16 Nisan 2025 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, Genel Kurulun 16 Nisan 2025 Çarşamba günkü birleşiminde gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmında yer alan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi ve 17 Nisan 2025 Perşembe günü toplanmaması önerisinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.”
TBMM İçtüzüğü’nün 49. maddesinde TBMM’nin gündeminin nelerden ibaret olduğu belirtilmektedir ve "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" ilk sıradaki işlerdendir.
Buradaki “Başkanlık” TBMM Başkanını değil, o gün “oturumu yöneten Başkanlık Divanı”nı ifade eder.
TBMM Başkanvekili sözkonusu Danışma Kurulu önerisi ve Genel Kurul Kararı doğrultusunda Başkanlığın Genel Kurula sunuşlarını gerçekleştirmiş ve bu kapsamda AYM kararını okutmuştur.
Hatırlayalım: AYM tarafından yok hükmünde olduğu saptanan okutma işlemi de aynı şekilde Başkanlığın Genel Kurula sunuşları kısmında okutulmuştu.
Nitekim bu kısımda, her birleşimde oturumu yöneten Başkanvekilleri tarafından Genel Kurulun bilgisine ya da onayına çok sayıda bilgi ve belge sunulmaktadır.
Belirli bir birleşimde yapılacak “sunuşlar” önceden herhangi bir yerde yayınlanmaz. Bazı kısımlarda yer alan işler geliş sırasına göre yer alır ve önceden yayınlanır; ancak sunuşlar gündelik olarak tükendiğinden herhangi bir yerde yayınlanmaz.
Dolayısıyla işlemin “Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde yer almayan bir okuma işlemi” olduğu iddiası teamüllerle örtüşmemektedir: Bu bölümde yapılacak okuma işlemleri hakkında milletvekillerinin önceden bilgisi olmaz.
Buna inanmayan biri varsa “TBMM Genel Kurulunun 30/1/2024 tarihli 54. Birleşiminde Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 3/1/2024 tarihli ve E.2023/12611 sayılı yazısının Başkanlıkça okunma”sıişlemine bakabilir; bu karar da aynı şekilde önceden bilgi verilmeksizin okunmuştur.
Nitekim TBMM Başkanı, 30/1/2024 tarihli 54. Birleşimde yapılan okumanın kendisi yurt dışında olduğundan bilgisi dışında gerçekleştiğini söylemişti.
Öte yandan her okuma işleminin TBMM Başkanının bilgisi dâhilinde olduğunu söylemenin de olanağı yoktur.
Dolayısıyla her iki işlem de aynı yöntemle Başkanvekilleri tarafından Genel Kurul’un bilgisine sunulmuş olduğu halde birisini İçtüzüğe uygun, ötekisini İçtüzüğe aykırı saymak hukuken savunulabilir değildir.
Başkan bizzat yönetmek isterse buna kimsenin itirazı olamaz ancak yönetmediği oturumların yönetimini başkanvekilleri arasında hakkaniyetli biçimde bölüştürmesi tarafsızlığının gereğidir. Başkanın hangi oturumların başkanvekilleri tarafından yönetilmesine karar vermek dışında bir müdahale yetkisi yoktur.
İKİ
Olaya “Başkan” ile “Oturumu Yöneten Başkan” ilişkisi açısından bakıldığında Oturumu Yöneten Başkan Gülizar Biçer Karaca’nın İçtüzüğe aykırı bir tutumu sözkonusu değildir.
İçtüzüğe göre Başkan ile Başkanvekillerinin ilişkisi şöyle düzenlenmiştir (m. 15):
“Başkanvekillerinin görevi, Başkanın yerine Genel Kurul görüşmelerini yönetmek ve yönettiği oturumlarla ilgili tutanak dergisi ile tutanak özetinin düzenlenmesini gözetmektir. Başkanvekillerinin hangi birleşim veya oturumları yöneteceklerine Başkan karar verir.”
Dolayısıyla açıktır ki Başkanvekilleri Başkanın “yerine” Genel Kurul toplantılarını yönetirler: Aralarında hiyerarşik bir ilişki ya da amir-memur ilişkisi yoktur.
Başkan Genel Kurulu yönetmediği zamanlarda Başkanvekilleri bu işi Başkanın yerine yaparlar ve Başkanın sahip olduğu bütün yetkilere sahiptirler.
O yüzden de İçtüzükte kimi zaman “Başkan” dendiğinde TBMM Başkanının kendisi değil o oturumdaki “Başkanvekili” anlaşılır.
Başkanvekillerinin Başkan tarafından yetkilendirilmeleri gibi bir durum sözkonusu değildir; onlar da Başkan gibi Genel Kurulu yönetirler.
Başkanvekilleri de Anayasa gereği yönettikleri oturumlarda Başkan gibi tarafsız olmak zorundadırlar.
Başkan’ın, oturumu yöneten Başkanvekilinin yönetimine müdahale etmesi olanaklı değildir.
Başkan sadece “Başkanvekillerinin hangi birleşim veya oturumları yöneteceklerine” karar verir, ancak bu kararı verirken tarafsızlığı gereği Anayasanın 95. maddesindeki “güç oranında temsil ilkesi”ni gözetir: Örneğin “Genel Kurul’u sadece iktidar partilerine mensup başkanvekilleri yönetir” türünde bir karar veremez.
Başkan’ın sahip olduğu temsil görevleri nedeniyle Genel Kurul’u sadece belirli özel günlerde yönettiği ve olağan günlerde Genel Kurul’un yönetimini dört başkanvekili arasında eşit olarak paylaştırdığı bilinen bir teamüldür. Bu teamül güç oranında temsil ilkesinden kaynaklanmaktadır.
Başkan bizzat yönetmek isterse buna kimsenin itirazı olamaz ancak yönetmediği oturumların yönetimini başkanvekilleri arasında hakkaniyetli biçimde bölüştürmesi tarafsızlığının gereğidir.
Başkanın hangi oturumların başkanvekilleri tarafından yönetilmesine karar vermek dışında bir müdahale yetkisi yoktur.
Birinci örnek Anayasa’dan:
Anayasa’da yasama sorumsuzluğunu düzenleyen maddede şu hüküm vardır:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”
Dolayısıyla bir oturumda açıklanan sözlerin Meclis dışında tekrarlanması ve açığa vurulması ile ilgili karar veren “Meclis Başkanı” değil diğer oturum divanıyla birlikte o oturumu yöneten “Başkanvekili”dir.
Anayasa bu yetkiyi doğrudan Başkanvekiline vermiştir; Başkanvekili bu tür bir öneride bulunmadığı takdirde Başkan’ın onun yerine geçerek karar vermesi açık bir Anayasaya aykırılık oluşturur.
Dolayısıyla Anayasa Başkanvekilini Başkan’dan bağımsız bir aktör olarak tanımıştır.
İkinci örnek İçtüzük’ten:
İçtüzüğün “gündem dışı konuşma”yı düzenleyen 59. maddesi şöyledir:
“Meclis Genel Kuruluna duyurulmasında zaruret görülen olağanüstü acele hallerde beşer dakikayı geçmemek üzere, Başkanın takdiriyle en çok üç kişiye gündem dışı söz verilebilir. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, olağanüstü acele hallerde gündem dışı söz isterse, Başkan, bu istemi yerine getirir. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanların açıklamasından sonra, siyasî parti grupları birer defa ve onar dakikayı aşmamak üzere, konuşma hakkına sahiptirler. Grubu bulunmayan milletvekillerinden birine de beş dakikayı geçmemek üzere söz verilir.”
Burada sözü edilen “Başkan” “Oturumu Yöneten Başkanvekili”dir.
Çünkü sözü verecek olan -eğer kendisi yönetmiyorsa- bizzat Başkan değil, Başkanvekilidir.
Örneğin bir milletvekili gündem dışı konuşma yapmak isterse Başkana değil, o birleşimde oturumu yönetecek Başkanvekiline başvurur.
Başkanın Başkanvekiline müdahale ederek bir gündem dışı konuşma verilmesini engellemesi olanaklı değildir.
Yerleşik teamüle göre her Başkanvekili geliştirdiği kendi kriterlerine göre her birleşimin başında üç milletvekiline gündem dışı söz vermektedir ve kimsenin bu yetkiye müdahale etmesi sözkonusu değildir.
Başkanlık divanının hiçbir üyesinin diğerine disiplin cezası uygulama yetkisi yoktur; Divanın da üyesiyle ilgili bir cezalandırma yapma yetkisi yoktur. Bunun nedeni her bir Divan üyesinin bir partiyi temsil etmesidir.
ÜÇ
TBMM’de iki önemli kurul vardır: Danışma Kurulu ve Başkanlık Divanı.
Her iki Kurul da Genel Kurul’un işleyişine ilişkin yetkileri olan yapılardır ve siyasal partilerin temsiline dayanırlar.
Örneğin Danışma Kurulunda 580 üyeyi temsil eden dört siyasal parti bir konuda hemfikir olmasına rağmen 20 üyeli bir siyasal parti grubu karara katılmazsa karar alınamaz.
Bu nedenle sayının azlığına bakılarak bir dışlama yapılamaz.
Başkanvekili Başkan tarafından atanmış bir kamu görevlisi değil, bir siyasal parti grubunun temsilcisidir; siyasal parti grubu o Divan üyesinin şahsında yasama çalışmalarına katılır ve bu katılım Anayasa gereğince zorunlu kılınmıştır.
Şimdi Başkanvekili Karaca’nın okutma işleminden sonra Meclis Başkanı ve bir başka Başkanvekili tarafından yapılan açıklamalara bakalım:
Meclis Başkanı’nın şunları söylüyordu:
“TBMM Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca’nın Anayasa’ya, İçtüzük’e ve teamüllere aykırı olarak bir metni kâtip üyeye okutması hem yetki aşımı hem de hukuken yok hükmündedir…Ayrıca; İçtüzük’ün 15’inci maddesine göre TBMM Başkanvekilleri, Genel Kurul birleşimlerini TBMM Başkanı adına yönetir. Başkanvekillerinin hangi birleşim ve oturumları yöneteceğini, gündemin “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında yer almasını ve gündeme girecek işleri TBMM Başkanı belirler. Hiçbir TBMM Başkanvekili, TBMM Başkanı’nın iradesi hilafına, temsil ettiği bu makamın yetkilerini kullanamaz. TBMM Başkanı tarafından belirlenmeyen herhangi bir husus, Genel Kurul gündemine getirilemez. TBMM Başkanı olarak Yüce Meclis’in saygınlığını korumak adına, hukuken yok hükmündeki bu tutumlarıyla görevlerini kötüye kullanan TBMM Başkanvekili Gülizar Biçer Karaca ve Kâtip Üye Sibel Suiçmez’i kınıyor, haklarında Anayasa ve İçtüzük’ten kaynaklanan yetkilerimi kullanacağımı beyan ediyorum.”
Bir başka açıklama iktidar partisine mensup diğer Başkanvekilinden geliyordu:
“Sayın Karaca, Meclis Başkanvekilliği görevini kötüye kullanmış ve korsan bir eylem yapmıştır. İçtüzüğe aykırıdır; hiçbir oturumda görev almaması, Meclis Başkanvekilliği görevinin sonlandırılmasını talep ediyoruz.”
Bu sözler siyasal iktidarın muhalefete bakış açısını berrak biçimde yansıttığından son derece önemlidir.
Sayın Başkanvekili muhalefete mensup diğer bir başkanvekilini siyasal iktidarın memuru olarak gördüğünden, tıpkı bir devlet memurunun disiplin cezasıyla cezalandırılmasında olduğu gibi görevden uzaklaştırılmasını ve görevinin sona erdirilmesini talep etmektedir.
Anayasa’nın 94. maddesinde “Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasî parti gruplarının üye sayısı oranında Divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur.” ve 95. maddesinde “İçtüzük hükümleri, siyasî parti gruplarının, Meclisin bütün faaliyetlerine üye sayısı oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir.” hükümlerine yer verilmiştir.
Dolayısıyla Başkanlık Divanı çoğulculuk esaslarına göre oluşturulmak zorundadır ve siyasal partilerin güçleri oranında temsiline göre kurulur. Bir başkanvekilinin görevden alınması, ilgili kişinin değil ilgili siyasal partinin cezalandırılması anlamına gelir.
Başkanlık divanının hiçbir üyesinin diğerine disiplin cezası uygulama yetkisi yoktur; Divanın da üyesiyle ilgili bir cezalandırma yapma yetkisi yoktur. Bunun nedeni her bir Divan üyesinin bir partiyi temsil etmesidir.
Başkanın yaptığı açıklamalar ise Meclisin demokratik teamüllerden ne kadar uzaklaştığını yansıtması bakımından çok önemlidir.
1. Başkan konuşmasında İçtüzükteki “Başkan yerine” ibaresini “TBMM Başkanı adına”ya dönüştürmektedir. Başkan yerine görev yapmak Başkanın kullandığı yetkilere sahip olmak; Başkan adına görev yapmak Başkanın verdiği görevleri yapmak anlamına gelir. Dolayısıyla İçtüzük Başkanvekillerini yetkiyle donatırken, Başkanın konuşmasında Başkanvekillerinin bu yetkisi ellerinden alınmaktadır.
2. Başkan konuşmasında “Başkanvekillerinin hangi birleşim ve oturumları yöneteceğini, gündemin “Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları” kısmında yer almasını ve gündeme girecek işleri TBMM Başkanı belirler.” demektedir. Oysa Başkan Anayasa ve TBMM İçtüzüğü ile bağlıdır ve bu metinlerdeki kurallardan bağımsız olarak gündem belirleme yetkisine sahip değildir. Başkanlığın Genel Kurula sunuşlarının ne olduğu Anayasa ve İçtüzükle belirlenmiştir ve Başkanın bu sunuşlarla ilgili tercihte bulunma yetkisi yoktur. Anayasa ve İçtüzük gereğince Genel Kurul’un onayına ve bilgisine sunulacak işler bellidir ve bu işler geldiğinde bunları Genel Kurul’un bilgisine ve onayına sunmak için Başkanın onayı gerekmez.
3. Başkan konuşmasında “TBMM Başkanı tarafından belirlenmeyen herhangi bir husus, Genel Kurul gündemine getirilemez” demektedir. Başkan bu cümleyi İçtüzüğün 49. Maddesinin son fıkrası olan “Danışma Kurulunun görüşü alınıp, Genel Kurulca kararlaştırılmadıkça, Başkan tarafından görüşüleceği önceden bildirilmeyen hiç bir husus, Genel Kurulda konuşulamaz” hükmüne dayanarak söylemektedir. Ancak bu hüküm maddenin tümüyle birlikte okunmak zorundadır ve bağlamdan koparıldığında amacından saptırılmış olur. Öncelikle buradaki “Başkan” ibaresinin “oturumu yöneten Başkanvekili” olduğunu belirtmek gerekir. Maddenin bütününe bakıldığında şöyle bir sistematik kurulduğu görülür. İçtüzük TBMM gündeminin hangi kısımlardan ibaret olduğunu ve bu kısımların hangi esaslara göre görüşüleceğini belirlemektedir. Oturumu yöneten başkanvekili bu esasları gözeterek gelecek birleşimde hangi konuların görüşüleceğini Genel Kurul’a bildirir. Eğer Başkanın yetkisi Genel Kurul gündemini belirleme konusunda iddia edildiği gibi sınırsız olsaydı, gündemin kısımlarını düzenleyen 49. madde gereksiz olurdu.
TBMM Genel Kurulu’nda yer alan bir görüşmenin tutanaktan çıkarılması mümkün olmadığı gibi, TBMM Genel Kurulu’nda yer almayan bir görüşmeye tutanaklarda yer verilmesi de mümkün değildir.
DÖRT
TBMM çalışmalarını İçtüzük hükümlerine göre yürütürken usul ile ilgili çeşitli itirazlar olabilir. İçtüzük bu konuda ne yapılacağını “usul hakkında konuşma” başlıklı maddesinde şöyle düzenlemiştir:
“Görüşmeye yer olup olmaması, Başkanı gündeme veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet gibi usule ait konular, diğer işlerden önce konuşulur. Bu yolda bir istemde bulunulursa, üçer dakikadan fazla sürmemek şartıyla, lehte ve aleyhte en çok ikişer kişiye söz verilir. Bu görüşme sonucunda oya başvurmak gerekirse oylama işaretle yapılır.”
Genel Kurul’da çok defa önemli itirazlar yapılmaktadır; bu itirazlar haklı da olabilmektedir.
“Başkanı gündeme uymaya davet” usul görüşmeleri içinde yer aldığına göre, Başkanın gündeme uymaması sıklıkla karşılaşılan bir durumdur.
Bu tür iddialar sözkonusu olduğunda başvurulan olağan usul 1927 Dahili Nizamnamesi’nden beridir “usul tartışmaları”dır. (Müzakereye mahal olmadığı, ruznameye veyahut bu nizamname ahkâmına riayete davet, takdim ve tehir teklifleri asıl meseleye takaddüm eder. m. 89)
Bu yazının konusu olayda da Başkan’ın gündeme uymaya davet edilmesi gibi bir yol bulunmaktaydı ve bunun için bir usul tartışması açılması istenebilirdi.
Bir Başkanvekilinin uygulamasının İçtüzüğe aykırı olduğuna dipnotta yer verilmesi Meclis tarihimizde görülmüş şey değildir.
Bu durumda muhalefet partisi milletvekilleri de oturumu yöneten Başkanvekillerinin beğenmedikleri uygulamalarının İçtüzüğe aykırı olduğunu belirttiklerinde bu ifadelere de dipnotlarda yer verilebilir mi? Yer verilmezse iktidar ve muhalefet grupları arasında ayrımcılık yapılmış olmaz mı?
İçtüzüğe aykırı uygulamalar dipnotlarda açıklanacağına göre İçtüzüğün usul konuşmaları ile ilgili maddesi eylemli olarak kaldırılmış olmaz mı?
Bu dipnotla ilgili önemli sorulardan biri bu “dipnot”un kimin iradesini yansıttığıdır.
Aslında mevcut İçtüzük kuralları içinde bu sorun rahatlıkla çözülebilirdi: TBMM Başkanı uygulamanın yanlışlığını ya da İçtüzüğe aykırılığını katıldığı bir birleşimde ifade edebilirdi ve Genel Kurulda dile getirilen bu ifade tutanaklarda yer alırdı.
Bu yolla yeni bir sorunlu usul ihdas edilmiş durumdadır ve bu usul iktidarın muhalefeti yok sayma anlayışından kaynaklamıştır.
Bu yeni usul çok sayıda yönden sorunludur.
Genel Kurul tutanaklarına eklenen dipnottan Genel Kurul’un bilgisi olmadığına göre, TBMM Başkanı’nın kendi başında bir İçtüzüğe aykırılık saptayarak tutanaklara ekletme yetkisinin olup olmadığı gündeme gelmektedir.
Anayasa’da tutanaklarla ilgili “Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundaki görüşmeler açıktır ve tutanak dergisinde tam olarak yayımlanır” (m. 97) hükmü bulunmaktadır.
Dolayısıyla tutanak dergisinde tam olarak yayınlanması gereken “TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler”dir.
TBMM Genel Kurulu’nda yer alan bir görüşmenin tutanaktan çıkarılması mümkün olmadığı gibi, TBMM Genel Kurulu’nda yer almayan bir görüşmeye tutanaklarda yer verilmesi de mümkün değildir.
Bu durumda bu dipnotta yer alan “İçtüzüğe aykırılık değerlendirmesi” bir düşünce olduğuna göre tutanaklara nasıl eklenebilmiştir?
Dipnottaki düşünce TBMM Başkanının iradesini yansıtmıyorsa, kimin iradesidir ve sadece TBMM Genel Kurulu’nda görüş açıklamaya yetkili olanların sözlerini içermesi gereken tutanaklarda bu açıklamalara nasıl yer verilmiştir?
Bu mantığın uzantısında TBMM tutanaklarına başka açıklamaların da eklenebileceği tehlikesi doğmaz mı ve bu durumda Genel Kurul’un iradesi gölgelenmiş olmaz mı?
Çoğaltılması mümkün olan bu tür soruların anlamsız olduğunu biliyorum.
Bu arada yasama yetkisini millet adına kullanan TBMM’nin temsilini sağlayan TBMM Başkanlığının önemi konusunda herhangi bir tereddüt bulunmadığını ekleyelim.
Ancak çoğulculuk esaslarına göre yapılandırılan bir parlamentoda muhalefet partilerinin yadsınması mümkün değildir.
Muhalefet partilerinin yasama ve denetim süreçlerine katılımını sağlayan kurumlardan biri olan Başkanlık Divanı’nda işlerin işbölümü ve işbirliği esaslarına göre birlikte yürütülmesi gerekir; Divanın iktidar partilerinin güdümünde olması muhalefet partilerinin haklarını kullanmalarını engeller.
Yukarıda aktarılan konuşmalar Meclis’in yönetiminde muhalefeti yok sayan açık bir bakışı yansıttığından anlamlı ve önemlidir; bu yazıda tartışılan “dipnot” da bu dönemde iktidarın muhalefete bakışını ve dönemin ruhunu yansıtması açısından tarihsel bir belge niteliğindedir.
Can Atalay’ın hak ihlaline, ihlale yaraşır bir “dipnot” konmuş durumdadır.

Mülkiye’den sınıf arkadaşım, dostum Prof. Dr. Fahri Bakırcı’nın yazısını dikkate okudum. Diğer yazıları gibi bu yazısına da imzamı atıyorum. Anayasa Hukuku hocamız Mümtaz Soysal’ın yerini dolduracağına inanıyorum.
Birol Ertan
20-04-2025 19:14