Cumhur İttifakı liderleri olan Bahçeli ve Erdoğan’ın söylediklerine baktığımızda Kürt sorunu yok, terör sorunu var. Ve bu terör çoğunlukla da dış kaynaklı. Burada açık soru şudur; bu süreci kim istiyor ve ne için istiyor?
Bugün sitemizde siyaset bilimci Hasan Bülent Kahraman’ın Türkiye özelinde bir nesne olarak cumhuriyet üzerinden özne olan devleti analiz ettiği önemli bir yorum yazısı yer alıyor. Özelikle okumanızı tavsiye derim.
Bu yazıya özellikle referans verme nedenim, son dönemde yeniden tartıştığımız adına açılım demesek de iktidar blokunun tarihi fırsat penceresi olarak ifade ettikleri ve amacı PKK’nın silah bırakmasını, silahsızlandırılmasını hedefleyen süreç.
Bundan sonrayı anlamak için bugüne kadar olan süreci kısaca bir hatırlamakta fayda var.
Genel olarak sürecin, 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına giderek onlarla tokalaşması ile başladığı ifade edilse de öznesinin Devlet olduğu ve yaklaşık 1 yıldır süren Öcalan’la ve muhtemelen Kandil’le dolaylı süren görüşmeler var.
Bu süreci siyaset düzleminde başlatan ise Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Bakanı Erdoğan’ın 10 Eylül’de partisinin Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında ifade ettiği “iç cephe”yi güçlendirme ifadesidir.
Aynı çağrıyı Erdoğan 30 Ağustos töreninde de ifade etti.
Sonrasında 1 Ekim’de MHP lideri Bahçeli’nin Dem Parti sıralarına gitti. Bahçeli bu davranışını Erdoğan’ın çağrısına icabeten gerçekleştirdiğini ifade etti.
Takip eden haftalarda önce isim vermeden Öcalan’a PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasını talep ettikten bir hafta sonra açık biçimde Öcalan’ın DEM Parti Grubu'na gelip PKK’ya silah bırakma çağrısı yapmasını, bunun karşılığında da tutukluluğunun yeniden değerlendirilmesi anlamına gelecek umut hakkını konuşulmasını talep etti.
Bahçeli’nin çağrısında sonra peş peşe iki ilginç gelişme oldu.
İlki ülke içinde uzun süredir gerçekleşmen bir terör saldırısı oldu ve TUSAŞ terör saldırısının hedefi oldu.
Sonrasında ise Öcalan’ın yeğeni DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan’a İmralı’ya gidiş izni verildi. Öcalan bu görüşmesinde, şartlar uygun olursa üzerine düşeni yapacağı mesajını verdi.
Diğer yandan herkes, Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis’e davetine Erdoğan’ın vereceği cevabı merak etti. Grup konuşmasında Erdoğan, açık biçimde bu çağrıyı sahiplenmese de, dış tehdit vurgusu yaparak, Kürtlere uzatılan bu eli tutun çağrısını yeniledi.
Erdoğan’ın grup konuşması öncesi ise Esenyurt’un Belediye Başkanı Ahmet Özer, 10 yıldır süren bir soruşturma kapsamında gözaltına alınıp PKK üyeliği suçlamasıyla tutuklandı.
Görüldüğü gibi Cumhur İttifakı liderleri olan Bahçeli ve Erdoğan’ın söylediklerine baktığımızda Kürt sorunu yok, Terör sorunu var. Ve bu terör çoğunlukla da dış kaynaklı.
SÜREÇLE HEDEFLENEN NE?
Burada açık soru şudur; bu süreci kim istiyor ve ne için istiyor?
Gerek sürece gerekse bu süreçte Cumhur İttifakı liderlerinin söylemlerine baktığımızda bu sürecin siyasetin değil devletin talep ettiği ve amacın da içerden çok dışardan gelebilecek tehditleri bertaraf etmek olduğu açıktır.
Süreç konusunda muhalefeti konuşarak ikna etmek yerine, kürsülerden yanına çağıran, geçmiş deneyimlerden ders almayan, sorunun sembolik isimlerini içine almayan bir süreci,, siyasetin ve toplumun sahiplenmesi de kolay değildir.
İkinci olarak devlet bu süreçle gücünü tahkim etmek ve yeni anayasa ile de bu güce meşruiyet kazandırmak istemektedir. Bunun için içerde tüm siyasi partileri iç cepheyi güçlendirmek için Erdoğan, Cumhur İttifakı safına davet etmektedir. Bu açıdan Erdoğan AKP liderinden çok devletin ideolojik temsilciliğini yapmaktadır.
Peki bu sürecin ana aktörü devlet diye bu süreci reddetmek gerekir mi?
Elbette hayır.
Hiç kuşkusuz, devlet ve iktidar bloku reddetse de Kürt sorununu konuşabilmek, barıştan bahsedebilmek önemli ama tek başına bunları konuşabilmek, bunlar üzerine yazabilmek devlet ve iktidar bloku için bir şey ifade etmiyor.
Sonuçta devlet ve iktidar bloku için bu tartışmaları yapanlar hala öteki, hala muhalif.
Diğer yandan PKK’nın varlığı ve silahı Türkiye için tehdit olmaktan çıktığında bu devlet-toplum ilişkisinde Kürt sorununu daha rahat konuşabileceğimizin hatta çözebileceğimizin bir garantisi var mı?
Ya da ülkenin demokratikleşebileceğine, devlet-toplum ilişkinin asimetrik yapısının terse döneceği yönünde bir garanti var mı?
Unutmayalım ki, bu süreçte devlet hem içerde hem de dışarda siyaseten gücünü tahkim etmek istiyor ve bu gücü ülkenin demokratik kurumlarından, ekonomisinden değil topluma karşı olan gücünden alıyor.
Bugün devlet/iktidar blokunun bakışının dışında, dış güvenliği ihmal etmeyen hatta dış güvenliği içerden, içerdeki toplumsal barıştan, dayanışmadan, diyalogdan başlatan bir siyasi akla, siyasete ve siyasetçilere ihtiyaç var.
TOPLUMU ÖNCELEYEN BİR AKIL GEREK
Bu açıdan devletin başlattığı çözüm süreci, demokratikleşmeyi, siyasal alanının genişlemesini içermedikçe devleti, toplum karşısında güçlendirmekten başka bir işe yaramayacak.
Bu yüzden, devlet/iktidar blokunun bakışının dışında, dış güvenliği ihmal etmeyen hatta dış güvenliği içerden, içerdeki toplumsal barıştan, dayanışmadan, diyalogdan başlatan bir siyasi akla, siyasete ve siyasetçilere ihtiyaç var.
Bu siyasetin merkezinde bu süreç bağlamında Kürt sorununun demokratik çözümü, siyasi alanın genişlemesini ve demokratikleşmeye dönüş olmalıdır.
Bu da ancak siyasi ve sivil alandaki kimlikleri, kültürleri, fark etmeksizin demokratların, özgürlükçülerin, devlet değil toplumun güçlenmesini ve devletin demokratikleşmesini önceleyenlerin birlikteliği, dayanışması ile olur. Bunun için CHP başta olmak tüm demokratik muhalefetin, bu devlet-toplum ilişkinin değişmesini isteyenlerin, bu siyaset yapma tarzına itşirazı olanların demokrasi koalisyonunda buluşması gerekmektedir.
Buradan tekrar yazının başına dönüp Kahraman’ın yazısını anmakta yarar var. Türkiye’den devletin kendini toplumdan soyutlamasının tarihsel geçmişi var. Ve bu geçmiş ne yazık ki, Türkiye demokratik siyasetin kurumsallaşmasına ne yazık ki izin vermiyor.
Buna da “devlet aklı” deniyor.
Yorum Yazın