Bir gazeteci sadece “gerçeklerden” yana taraftır, sadece gerçek olguyu ortaya koymakla yükümlüdür, kimin doğrusunun veya yanlışının ne olduğu sadece gerçeği ortaya koyan bir gazeteci için önemli değildir, yaptığı gerçek bir haberin kimleri rahatsız ettiği veya mutlu ettiği bir gazeteciyi ilgilendirmez, gazeteci haber yaparken sadece “kamu yararı” ilkesini gözetir, yaptığı haberin gerçekliğini savunabileceği için de hakkında herhangi bir soruşturma veya dava açılması bir gazetecinin korktuğu bir şey değildir çünkü sadece gerçekleri ortaya koymuştur. Son tahlilde; bu iklimde gazetecilik “Türkiye şartlarına göre” yapılmaz, Türkiye şartlarına rağmen yapılır…
Bir süredir kendisini iktidara muhalif olarak konumlandıran ve eleştirel bakan pek çok siyasi yelpazeden ve ideolojiden gazetecilere ve medya kuruluşlarına yönelik yargı sopasıyla soruşturma, gözaltına alma ve tutuklama trendi yükselerek devam ediyor. Şunu söylemek gerek; istisnalar olsa da bu tarz baskılar genel olarak gazetecileri yolundan saptıramaz çünkü bu mesleği seçmiş olanlar ilk günden bu yana hapis tehlikesini ve minimum maddi kazançla maksimum riski almayı göze almış kişilerdir.
Gazetecilik bir kamu görevidir, kamu adına tüm siyasi ve diğer güç odaklarını denetlemek gazetecilerin işidir. Dünyada gazetecilikten başka hiçbir mesleğe yasama-yürütme-yargıdan sonra dördüncü erk payesi verilmemiştir. Dolayısıyla bir gazetecinin hesap vermekle yükümlü olduğu ve sırtını dayadığı tek güç halktır. Demokrasi kuramı içerisinde tüm odakları denetleme işlevine sahip olan gazetecilik mesleğini ne yargı sopası ne yürütme baskısı ne de yasama tahakkümü sınırlandıramaz, çerçeve çizemez ve neyin haber yapılıp neyin haber yapılmayacağına müdahalede bulunamaz.
Günümüzde Türkiye’de en çok erozyona uğrayan ve güven kaybı yaşayan mesleklerin başında şüphesiz gazetecilik geliyor. Gazeteciler “Haber Değeri” olgusuna göre haberlerini yapıp yayınlarlar ancak günümüzde neyin haber olup olmadığı, haber yapma ilkelerinin ne olduğu, hangi tutumun mesleki etik ilkeleri ihlal edip hangisinin etmediği gibi konularda gazetecilerin arasında bir fikir birliği bulunmuyor. Siyasetin basına etkisi, yargının Demokles’in kılıcı gibi muhalif gazetecilerin tepesinde sallandırılması, medyanın sahiplik yapısının iktidar eliyle değişmiş olması, gazeteciler arasında derin kutuplaşma yaşanması, haberin bir ticari meta ve “kullanışlı bir operasyonel unsur” haline dönüşmüş olması gibi etkenler şüphesiz mesleğin etik bağlamındaki ekolojisini değiştirmiş durumda.
Gelin hep birlikte gazetecilik etik tartışmalarına güncel olan Halk TV’nin bilirkişi haberinden bakmaya çalışalım. Öncelikle şunu belirtmeliyim; eğer bir habere dair gazetecilik yapım biçimi ve mesleki etik açısından bir eleştiri varsa onun zamanı bu haberi yapan gazeteciler gözaltında veya tutuklu oldukları an değildir. Özgürlüklerine kavuştuklarında ve cevap haklarını kullanabildiklerinde yapılır bu tartışmalar. Bir gazetecinin başka bir gazeteci meslektaşı gözaltına alınırken, sorgulanırken ve tutuklanmışken ve cevap hakkını kullanamıyorken habere dair kendi konfor alanından suçlayıcı yorumlar yapması ahlaki değildir ve mesleki etik ihlalidir, yakışıksız bir tutumdur.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, davalarına sürekli aynı bilirkişinin atanmasına dair önemli açıklamalarda bulundu ve bu bilirkişinin adını da deşifre etti, yani bizzat kamuya mal etti. Bunun üzerine Halk TV’den Barış Pehlivan bu şahsı arayarak hakkındaki iddiaları sordu ve Program Koordinatörü Kürşad Oğuz’un da bulunduğu bir ortamda görüşme kayda alındı ve Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’la yapılan istişareler sonrasında ses kaydı haber olarak yayınlandı. Önce Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne bu konuda bir göz atalım:
“Sahibinin izni dışında belge, fotoğraf, ses veya görüntü, ancak doğrudan kamu yararı bulunması ve başka hiçbir şekilde elde edilmeyeceğine kesin kanaat getirilmesi halindealınabilir.Fotoğraflarda yansıtılan gerçekliği deforme edecek ekleme, çıkarma, kolaj veya montaj yapılmamalıdır. Fotoğraf çekilemeyen özel durumlarda animasyon, illüstrasyon, montaj, canlandırma, dijital oynamalarla üretilmiş fotoğraf ve görsellerin bu niteliği ile güncel olup olmadığı okur/izleyicilerin rahatlıkla fark edebileceği şekilde belirtilmelidir. Kamusal kimliği olmayan kişilerin fotoğraf ve görüntüleri, etkinlik, olay, panel, konser gibi kamuya açık alandaki faaliyetler dışında kamu yararı ve haber değeri söz konusu olmadığı müddetçe izinsiz çekilmemelidir. Bu kişilerin dijital ortamlardaki fotoğrafları da izinsiz kullanılmamalıdır.”
Söz konusu bilirkişiyle yapılan konuşmaya bakıldığında; haberi yapan gazeteci kendisini tanıtıyor, Halk TV’den aradığını söylüyor, hakkındaki iddialara dair sorularını soruyor, kişisel herhangi bir alana girmiyor. Bilirkişi telefonu o anda kapatabilecekken ve basınla konuşmak istemediğini söyleyebilecekken bunu yapmıyor, konuya dair bazı açıklamalarda bulunuyor ve hatta espriler yapıyor. Yani burada bilirkişinin bu görüşmeye “zımni olarak” rızası olduğu çok aşikâr.
BİLİRKİŞİNİN “ZİMNİ OLARAK” RIZASI OLDUĞU AŞİKAR
Haberdeki en büyük tartışmalardan biri bilirkişinin “izni olmadan” ses kaydının alındığı ve yayınlandığı yönündeydi. Söz konusu bilirkişiyle yapılan konuşmaya bakıldığında; haberi yapan gazeteci kendisini tanıtıyor, Halk TV’den aradığını söylüyor, hakkındaki iddialara dair sorularını soruyor, bilirkişinin kişisel herhangi bir alanına girmiyor. Bilirkişi telefonu o anda kapatabilecekken ve basınla konuşmak istemediğini söyleyebilecekken bunu yapmıyor, konuya dair bazı açıklamalarda bulunuyor, eleştiriler yapıyor ve hatta espriler yapıyor. Yani burada bilirkişinin bu görüşmeye “zımni olarak” rızası olduğu çok aşikâr.
Var sayalım ki bilirkişinin bu görüşmenin kayda alınmasına yönelik rızası yoktu; o halde haberi yapan gazetecinin ve editoryal ekibin “doğrudan kamu yararı bulunması ve başka hiçbir şekilde elde edilmeyeceğine kesin kanaat getirilmesi”halinde ses kaydını alıp yayınlaması mesleki etik ihlali değildir. Eğer Türkiye’nin en büyük ilinin belediye başkanı ve potansiyel cumhurbaşkanı adayı olan bir isim bir bilirkişi hakkında böylesi iddialarda bulunuyorsa bu bilirkişiye mikrofon uzatmakta kesinlikle ve tartışmasız olarak kamu yararı vardır. Öte taraftan, benim gibi muhabirlikten gelen gazeteciler haberin herkesten önce hızla paylaşılma refleksini gayet iyi bilirler. Dolayısıyla; hakkında böylesi iddialar olan bir bilirkişinin yanıtlarının o anda kendisine ulaşılabilmişken “başka hiçbir şekilde elde edilmeyeceği” açık olduğundan ses kaydı almak ve yayınlamak mesleki etik ihlali değildir.
Diğer yandan; ses kaydında herhangi bir kesme ve montaj yapılmadığı anlaşılıyor ve Halk TV editoryal ekibi ses kaydına herhangi bir müdahalede bulunmadan aynen yayınlıyor. Dolayısıyla burada da bir mesleki etik ihlali yapılmamış.
Basın hürdür, engellenemez, sansürlenemez, basını sınırlayan ve haber yapmasını engelleyen yasalar çıkarılamaz. Elbette gazetecilik layüsel ve sorgulanamaz değildir, gazetecilik bir suç işleme aparatı değildir ancak hangi haberin “suç” olup olmadığına da dönemin egemenleri karar veremez. Gazetecilik öyle alelade bir yapı değildir, yüzyıllar içinde oluşmuş etik gelenekleri olan, mesleki etik ve ahlak kuralları olan, okulu ve bilimi olan bir meslektir. Günümüzde gazetecilik mesleğinin dejenere edilmiş olması bu gerçekleri değiştirmez.
Gazeteciliğin ulusal ve evrensel olarak kabul edilmiş çok sıkı mesleki etik kodları ve yasaları vardır. Örneğin Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi Türkiye’de gazetecilik yapanlar için bir kuralar bildirgesidir ve şu olguları içerir:
“Gazeteci; basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüstçe kullanır. Bu amaçla her türlü sansür ve oto sansürle mücadele eder. Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir. Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır. Gazeteci, ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını, öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler. Gazeteci; doğruluğuna, tarafsızlığına ve nesnelliğine inanmadığı bir görüşü savunmaya veya meslek ilkelerine aykırı bir iş yapmaya zorlanmamalıdır. Gazeteci; halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüğünü kullanırken kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmadan aktarmak zorundadır. Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz. Gazeteci, kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayınlamaz; kaynak açık olmadığında, yayınlamaya karar verdiği durumlarda da kamuoyuna gerekli uyarılarda bulunur. Gazeteci; bilgiyi yok edemez, görmezlikten gelemez, metinler ve belgeleri değiştiremez. Gazeteci; halkın haber alma hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiçbir amaç için izin verilmedikçe kimsenin özel yaşamın gizliliğini ihlal edemez.”
Bir gazeteci şunu bilir; eğer yalan haber ve gerçeğe aykırı bilgiler paylaşırsa kitleler nazarındaki güvenirliliğini yitirir ve bir daha mesleğini yapamaz. Dolayısıyla; bir gazeteci sadece “gerçeklerden” yana taraftır, sadece gerçek olguyu ortaya koymakla yükümlüdür, kimin doğrusunun veya yanlışının ne olduğu sadece gerçeği ortaya koyan bir gazeteci için önemli değildir, yaptığı gerçek bir haberin kimleri rahatsız ettiği veya mutlu ettiği bir gazeteciyi ilgilendirmez, gazeteci haber yaparken sadece “kamu yararı” ilkesini gözetir, yaptığı haberin gerçekliğini savunabileceği için de hakkında herhangi bir soruşturma veya dava açılması bir gazetecinin korktuğu bir şey değildir çünkü sadece gerçekleri ortaya koymuştur.
Son tahlilde; bu iklimde gazetecilik “Türkiye şartlarına göre” yapılmaz, Türkiye şartlarına rağmen yapılır…
Yorum Yazın