12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra başladığı avukatlık faaliyeti, büyük ölçüde siyasi davalarla geçmişti. İşkencenin, “önümüze gelene tekme” şiarıyla yaygın ve sistematik görünüm kazandığı Kenan Evren yıllarında, işkenceyle mücadeleyi yalnızca bir hukuka aykırılıkla mücadele değil, aynı zamanda felsefi bir duruş gereği, insanlık dışı bularak mesleğe adım attığını söylerdi. Mücadelesini de hep bu ilkeler etrafında kurdu.
Büyük bir insan hakları savunucusunu geçtiğimiz 17 Aralık tarihinde kaybettik. İnsan Hakları Derneği’nin kurucularından, uzun süre de Genel Sekreterlik ve Genel Başkanlık yapan kıdemli bir insan hakları savunucusu, benim de çıraklarından biri olmakla övündüğüm Av. Hüsnü Öndül’ün vefatıyla Türkiye’deki insan hakları yıldızlarından bir tane daha kaydı.
Hüsnü Öndül, İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Çağdaş Hukukçular Derneği’nin kurucuları arasında yer alarak, yaşamını insan hakları ve adalet mücadelesine adadı. Aynı zamanda yazar kimliğiyle de tanınan Öndül, “Kimiz” adlı şiir kitabı ve “İnsan Hakları Yazıları” isimli eseri kaleme aldı. Evrensel gazetesinin de çok uzun süredir köşe yazarlarından biriydi.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra başladığı avukatlık faaliyeti, büyük ölçüde siyasi davalarla geçmişti. İşkencenin, “önümüze gelene tekme” şiarıyla yaygın ve sistematik görünüm kazandığı Kenan Evren yıllarında, işkenceyle mücadeleyi yalnızca bir hukuka aykırılıkla mücadele değil, aynı zamanda felsefi bir duruş gereği, insanlık dışı bularak mesleğe adım attığını söylerdi. Mücadelesini de hep bu ilkeler etrafında kurdu. Senelerce Sıkıyönetim Askeri Mahkemelerinde, sonrasında Devlet Güvenlik Mahkemelerinde, onun sonrası özel yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde hep aynı duruşla savunma görevi yaptı.
Hüsnü Öndül’den öğrendiğim çok şey var, ama birkaçını burada tekrarlamak isterim. İlk olarak, bir insan hakları savunucusunun mütemadiyen ilkesel davranması gerektiğini söylerdi. Bir olaya göre tavır alırken, ona benzeyen bir başka insan hakları ihlalinde büsbütün farklı bir tavır almanın, bir başka deyişle “insan hakları eyyamcılığı” yapmanın kabul edilmezliğinin altını çizerdi.
Hüsnü Öndül, etrafındaki gençlerin seslenişiyle Hüsnü Ağabey, aynı zamanda çok iyi bir araştırmacıydı. Kafasına takılan bir konuyu, bir hukuk probleminin çözümünü saatlerce aramaktan hiç gocunmaz, yazılan bir insan hakları raporunu gözden geçirirken olanca dikkatini kelimeler üzerine vermekten çekinmezdi.
HÜSNÜ ÖNDÜL, AYNI ZAMANDA ÇOK İYİ BİR ARAŞTIRMACIYDI
Bir başka nokta olarak, Öndül’ün sürekli tekrarladığı, bizlere de yeri geldikçe anımsattığı bir bilgi olarak, mağdurun da failin de kimliğine bakmamak gerektiğiydi. Herkesin fareklı kimlik ve kişilik özellikleriyle doğduğunu, bunları bizlerin belirleyemeyeceğini, ancak davranışlarımızı iradi olarak kendimizin belirleyebildiğini defalarca konuştuğumuzu hatırlıyorum. Bu doğrultuda, Kürt, Türk, Alevi, Roman, Ermeni, Süryani, kimliğine bakmaksızın, yalnızca fiile bakarak insan haklarını savundu.
Hüsnü Öndül, etrafındaki gençlerin seslenişiyle Hüsnü Ağabey, aynı zamanda çok iyi bir araştırmacıydı. Kafasına takılan bir konuyu, bir hukuk probleminin çözümünü saatlerce aramaktan hiç gocunmaz, yazılan bir insan hakları raporunu gözden geçirirken olanca dikkatini kelimeler üzerine vermekten çekinmezdi.
Akademik özgürlükler konusunda da büyük bir hassasiyeti vardı. Üniversiteden KHK ile ihraç edildiğimi öğrenince hemen arayarak “hepiniz döneceksiniz, hiç merak etme” demiş, ilk karşılaşmamızda da kütüphanesinden getirdiği Haldun Özen’in “Entelektüelin Dramı” kitabını okumamı önermişti. Okuduktan sonra kitabı iade etmek için gittiğimde,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 4 numaralı protolün hikayesini ilk ondan dinlemiştim. Bu protokol, hem sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirlmemesinden dolayı özgürlükten yoksun bırakmayı yasaklıyor, hem de seyahat özgürlüğünün bir parçası olarak pasaport hakkını teminat altına alıyordu. Türkiye, 4 Numaralı Protokol’ü 19 Ekim 1992 tarihinde imzalamış ve onaylamış, 23 Şubat 1994 tarih ve 3975 sayılı Onaya Uygun Bulma Kanununu, 26 Şubat 1994 tarih ve 21861 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Protokol’ün onaylanmasını kararlaştıran 9 Haziran 1994 tarih ve 94/5749 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ve Protokol’ün resmi Türkçe çevirisi de 14 Temmuz 1994 tarih ve 21990 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştı. Buna karşın, onay belgeleri halen Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne tevdi edilmemiş durumdaydı, halen de böyle... Bu durumda, Protokol iç hukuk bağlamında yürürlüğe girmiş, ancak uluslararası yükümlülük doğurmamış kabul ediliyor, bu nedenle iç hukuk yollarında Protokol’deki haklara dayanılabilse de bu haklara ilişkin olarak Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmak mümkün olamıyordu. Hüsnü Ağabey, “nasıl hukuk devleti ama” diyerek heyecanla anlatmıştı.
Türkiye’nin hukuk devleti kavramıyla kurduğu ilişkide ne yazık ki bir iyileşme hala olamadı. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve insan haklarına dayalı bir düzene geçmesi konsunda da ufukta bir ışık belirmiyor. Tüm bu durum içinde, yine Hüsnü Öndül’ün umut dolu yaklaşımını hatırlamakta fayda var: “Esas şimdi bizlere, insan hakları savunucularına daha çok ihtiyaç var, esas şimdi daha çok çalışmak zamanı” derdi. İnsan hakları savunucularının, belki de kendilerini en çok yalnız hissettikleri bir zaman diliminin içinden geçerken, hele de Hüsnü Ağabeyin kaybıyla daha da yalnızlaşmışken, bu düşünceyi hatırlamakta büyük yarar olduğuna inanıyorum.
Hüsnü Öndül’ü saygıyla anıyorum.
Yorum Yazın