Soru şu: Acaba “aptal” sakinleri için tasarlanmış ve düzenlenmiş bir “akıllı” dünya olabilir mi? Failleri içine almayan, onları aptal nesneler olarak gören -ya da haline getiren- bir politik düzenin kendi aklının olabileceğini hayal edebiliyor muyuz? Artık 19. yüzyıldaki ya da 20. yüzyıldaki gibi düzenleyici bir aklın hüküm sürdüğü, geri kalan dünyanın kendi kendisini resmederek, yeniden üreterek bağımsız varlığını korumaya çalıştığı bir dünyada değiliz. Marina Garcés’e göre iflah olmaz bir durumla karşı karşıya olduğumuz halde hala “akıllı” bir dünyadan söz edenler var. Ona göre insan türünün kendisini sürdürülebilirliğin sınırlarına getiren felaketin büyüklüğü göz önüne alındığında bilme biçimlerinin yeni güç ilişkilerini harekete geçirmekten başka bir işlevleri yok. Bunların hepsi yönetimleri güya daha akıllı yapacak, toplulukları ise tahakküm karşısında daha haysiyetsiz, daha aptal hale getirmeyi sağlayan teknikler. Soru şu: Acaba “aptal” sakinleri için tasarlanmış ve düzenlenmiş bir “akıllı” dünya olabilir mi? Failleri içine almayan, onları aptal nesneler olarak gören -ya da haline getiren- bir politik düzenin kendi aklının olabileceğini hayal edebiliyor muyuz? Artık 19. yüzyıldaki ya da 20. yüzyıldaki gibi düzenleyici bir aklın hüküm sürdüğü, geri kalan dünyanın kendi kendisini resmederek, yeniden üreterek bağımsız varlığını korumaya çalıştığı bir dünyada değiliz. Bütünüyle bu bönlüğü yaratan düzene teslim olmuş durumdayız. Devrimin dünyanın düzenleyici akıl tarafından teslim alınmasıyla gerçekleşeceği hayalini yaşıyorduk. Oysa dünya teslim olduğunda geriye düzenleyici bir akıl da kalmadı. Artık felaketin geri döndürülemezliğini kabul eder hale geldik. Bu nedenle çağımızın ona göre bir “ölüm-sonrası çağ” olduğu söylenebilir. Öyle bir durumdayız ki ancak birbirimizi yok ederek hayatta kalıyoruz. Bu şehir gibi kolektif bir yaşamın sürdüğünü varsaydığımız bir yerde topyekün bir felakete birlikte gitmekten başka bir şey değil. Birbirimizle mücadele ederken, sürüklenmekte olduğumuz felaketi görmüyoruz. Onun göz kamaştırıcı belirtilerine, yarattığı yıkımlara tanık olsak bile.
Yönetimlerle, müteahhitlerle iç içe girmiş imtiyaz sahibi uzmanlar İstanbul’u hala planlıyormuş gibi yapıyorlar. Atık suları arıtıyormuş gibi yapıyorlar. Ulaşım sorunu için çözümler geliştiriyorlar. Yönetimlerle ilişki içindeki uzmanlar yönetimleri daha akıllı hale getirdiklerini söylüyorlar. Sürekli tekrarladıkları şey şu: “Siz hiç merak etmeyin. Sorunlar varsa da çözülecek. Her şey daha iyi olacak…”
AKILLI BÖNLÜĞE TESLİM OLMAK
Politikacılar şöyle diyorlar: “Hiç merak etmeyin. Sizin zahmet etmenize gerek yok. Şehri gücünüz yettiği kadar bol bol yağmalayın. Kaynaklarını istediğiniz gibi kirletin. Sizin kendinizi düşünmekten başka yapacağınız bir şey yok. Biz bütün sorunlarınızı çözüyoruz…”Bu iflah olmaz bönlükle mücadele yöntemlerini bulamadığımız takdirde şehrin bir geleceği yok. Yönetimler bakıyorum bu durumda bile hala şehrin planlandığından, düzenlendiğinden söz ediyorlar. Yönetimlerle, müteahhitlerle iç içe girmiş imtiyaz sahibi uzmanlar İstanbul’u hala planlıyormuş gibi yapıyorlar. Atık suları arıtıyormuş gibi yapıyorlar. Ulaşım sorunu için çözümler geliştiriyorlar. Yönetimlerle ilişki içindeki uzmanlar yönetimleri daha akıllı hale getirdiklerini söylüyorlar. Sürekli tekrarladıkları şey şu: “Siz hiç merak etmeyin. Sorunlar varsa da çözülecek. Her şey daha iyi olacak…” Şehrin ne kadar yeşil alanı, az katlı yapısı varsa bunların hepsine gökyüzünü işgal eden yapılar inşa ediliyor. Şehir muazzam bir gelir transferi alanına dönüşmüş vaziyette. Buna rağmen belediyeler, şehir plancıları hala İstanbul’u hala planlıyormuş gibi yapıyorlar. Felaket karşısında hala akılları gelişiyormuş, üstelik daha da akıllı geliyormuş gibi yapıyorlar. Gözlerimizi kendi güçleriyle kamaştırarak, sanki anestezistler, uyuşturucu dağıtıcıları ya da şebekeleri gibi tuhaf bir rol üstleniyorlar."Kapitalist şehir" yeni bir şey değil. Hafızası antik zamanlara, köle emeğine uzanıyor. Şehrin bir nesne olarak tasarlanması, yeniden üretimi. Bu bir hayalin ürünü. Hayal diyorum çünkü ne ölçüde gerçekleştiği müphem.
POST-KAPİTALİST ŞEHRİN BİR GELECEĞİ OLABİLİR Mİ
19.ve 20. yüzyılın hiçbir zaman gerçekleşmeyen şehir tasarlama hayallerinden söz ettim. Bunlar pratikte iflas etmiş gözüküyor, ancak ortadan kalktıkları anlamına gelmiyor. Garcés’insöylediği gibi yönetimlerin, iktidarların ve seçkinlerin güya akıllı oldukları ama toplulukların aptal olduklarını varsayılan post-kapitalist düzenin tahakküm ilişkilerini ve ideolojisini üretiyor. Gözleri kamaştırarak felaketin görünmez olmasını sağlıyor.“Kapitalist şehir” yeni bir şey değil. Hafızası antik zamanlara, köle emeğine uzanıyor. Şehrin bir nesne olarak tasarlanması, yeniden üretimi. Bu bir hayalin ürünü. Hayal diyorum çünkü ne ölçüde gerçekleştiği müphem. Kimi zaman şehrin küçük bir bölümünün, yapı adalarının, sokakların düzenlenmesi ile sınırlı kalıyor. Kimi zaman külliyelerde gördüğümüz gibi şehrin yalnızca iktidarı simgeleyen bir yapı bütünü ile sınırlı kalıyor. Ancak hiçbir zaman tam anlamıyla tasarlanmış değil. Yönetimin hizmetindeki mimarlar, ya da askerler geleneksel dediğimiz tipik bilgileri ihtiyaca göre devşirmekle yetiniyorlar. Sivil alandaki örnekleri ise Rönesans ile belirginleşiyor. Daha geniş bir seçkinler zümresinin hizmetindeki mimarlar efendileri için antik dönemden kalan bu villa (domus) yapı tipini ve onun içindeki yaşantı biçimini kopyalıyorlar. Burada mimari kadar yaşantı biçimi önemli. Önemli, çünkü bu efendiler sanatkarlardan da hizmet almaya başlıyorlar. Ancak bu da tam anlamıyla kapitalist bir mekan kurgusu değil. Henüz efendilerin sınırlı ve göz kamaştırıcı yaşantısı. “Kapitalist” adı verilen bu mekan düzeni ve yaşam biçiminin burjuvaziye mal olması. 19. yüzyılda endüstri devrimi sonrası bu mekan ve yaşam biçiminin burjuvazi tarafından kopyalandığını görüyoruz. Post-kapitalizm bunun tüm topluluklara mal olması. Bu şehirleşme ve yaşantı biçiminin Rönesans mimarları tarafından antik dönemlerden aktarıldığını biliyoruz. Ancak daha sonra sanki Roma’yı hatırlatır bir şekilde kendi çöküşünü hazırlıyor.Post kapitalist şehir bir karşı hafıza girişimine sahne oluyor. Kalıntılar olarak kurumlar kendilerini yeniden üretiyorlar. Ancak şehri bir nesne olarak düzenleme, planlama hayali bir uyuşturucu işlevi görüyor. Eşitsizlikleri, şiddeti gizliyor. Post-kapitalist şehir bir büyü makinesi. Köleleri efendileri gibi düzenin içine yerleştiriyor...
Yorum Yazın