AKP-MHP ilişkisinde devlet bir yandan güçlü bir yapıştırıcı gibi görünürken; aynı anda bunun tersi de geçerlidir. Bu açıdan Cumhur İttifakı bir yandan sürekliliği olabilecek bir birliktelikken; bir yandan hızla bitebilecek nüveler de içermektedir. Ama gelecekte, devlete eklemlenen değil toplumsal talepleri dayanan, meşruiyetini toplumdan alan partilerin siyaseten önü daha açık olacaktır.
Bayram bitiyor. Bakalım bayram öncesi karşılıklı mesajlarla ısınan AKP-Erdoğan-MHP-CHP arasındaki ilişkiler nasıl bir seyir izleyecek?Görünen o ki, AKP’den Erdoğan’a gelen “siyasetteki iklimi normalleştirelim yoksa partimiz iyice küçülecek” yönündeki mesajı Erdoğan almış ve bu kapsamda CHP lideri Özgür Özel’i hem parti merkezinde kabul etmiş hem de CHP Genel Merkezi’nde ziyaret etmiş; üstelik bu süreçte “siyasette normalleşmeye ihtiyaç” olduğunu da açıklamıştır.
Erdoğan’ın bu adımlarla bir yandan AKP’den gelen taleplere cevap vermiş bir yandan 31 Mart yenilgisinin konuşmasının önüne geçmiş bir yandan da Türkiye’nin esas gündemi olan ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik vs konuşulmasının önüne geçmiştir.
Erdoğan için öncelik kendi iktidar olma halinin sürmesidir. Ve Erdoğan biliyor ki, bunu sağlayan tek başına AKP değildir. Tam tersine Erdoğan, partisinden daha güçlüğü olduğunu bildiği için, partisinden vazgeçmese de, kendini hep partisinin üstünde konumlamaktadır.
ERDOĞAN NE İSTİYOR?
Bu noktada Erdoğan için sorulması gereken iki soru vardır;
1. Erdoğan siyasetin normalleşmesini ne kadar istiyor?
2. Bu sistem ve MHP ittifakıyla bu normalleşme mümkün mü?
Açıkçası ben iki soruya da Erdoğan açısından “evet” demenin kolay olmadığını düşünüyorum. Çünkü Erdoğan için öncelik kendi iktidar olma halinin sürmesidir. Ve Erdoğan biliyor ki, bunu sağlayan tek başına AKP değildir. Tam tersine Erdoğan, partisinden daha güçlüğü olduğunu bildiği için, partisinden vazgeçmese de, kendini hep partisinin üstünde konumlamaktadır.
Bu nedenle, bu süreç içinde MHP’den gelen uyarı mesajları ile bir anlamda geri adım atmış ve Cumhur İttifakı’na bağlılığını deklare etme gereği duymuştur. Bu konuda AKP’den gelen açıklamalar şüphesiz ki, Erdoğan’ın oluru ile yapılan beyanlardan öte anlam taşımamaktadır.
Bu noktada hemen şunu da ekleyelim ki, Erdoğan’ın siyasi pragmatizmi bu ihtimalleri her ana devre dışı bırakma potansiyeli de taşımaktadır.
AKP elitleri için 31 Mart seçim sonuçları, sadece partileri için değil kendi kişisel gelecekleri için de tehlike sinyali olmuştur. Ve onlar için Erdoğan üzerinden siyasette yumuşama çıkış formüllerinden birisidir. Ama şimdilik işlememiştir.
AKP ELİTLERİNİN AÇMAZI
Bu noktada geç kalınmış olsa bile AKP elitlerinin kendilerine kurumsal yapı ve kimlikleri ilgili temel soruya sormalarıdır;AKP bir siyasi parti midir?Kuşkusuz bu sorunun hukuki cevabı; “Evet, AKP siyasi partidir” olacaktır.Peki bu sorunun siyasi cevabı nedir?Ben 2014 yılında AKP’nin işleyiş açısından şirkete dönüştüğünü ve Erdoğan’ın da bir tür CEO olduğunu yazmıştım.
AKP-Erdoğan ilişkisi, 2018 yılında hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi’yle daha da kurumsallaşmıştır.Bu açıdan AKP elitleri için 31 Mart seçim sonuçları, sadece partileri için değil kendi kişisel gelecekleri için de tehlike sinyali olmuştur. Ve onlar için Erdoğan üzerinden siyasette yumuşama çıkış formüllerinden birisidir. Ama şimdilik işlememiştir.Bu bağlamda AKP elitleri için temel sorun, siyasette özne değil nesne olmayı kabullenmeleri ve kendilerinin temsil noktasında Erdoğan’ın özne olmasını kabullenmiş olmalarıdır.Bu yapı değişmeden AKP elitlerinin parti ve kendi gelecekleri için Erdoğan’ı ikna etmeleri kolay görünmemektedir.
Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi’nin en güçlü savunucusu AKP değil MHP’dir ve olası sistem değişikliğinin, siyasi iklim değişikliğinin en büyük mağdurunun kendisi olduğunu bildiği için yumuşama/normalleşme sürecine sadece eleştirel bakmakla yetinmemekte açık biçimde rest çekmektedir.
MHP/BAHÇELİ: RİSKSİZ İKTİDAR KONFORU
MHP milliyetçi hassasiyetleri baskın olan bir parti olarak 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi HDP’nin Türkiyelileşme iddia ve söyleminin, CHP’nin ekonomi temelli söylem ve projelerinin toplumda karşılık bulduğunu görmüş ve seçim akşamı da görüldüğü gerçeğin sandıklara yansıması ile o gece HDP’yi siyaseten kriminalize etmeyi tercih etmiştir.
Aynı şekilde Erdoğan’ın da CHP ile olası ittifakın önünü kesmesi; Bahçeli ve Erdoğan’ın çıkarlarını birleştirmiştir.Bu açıdan Bahçeli’nin rolü Erdoğan ile devlet arasında bir tür yapıştırıcı olmuş ve Cumhur İttifakı temeli atılmıştır.
Sonrasını biliyoruz.Erdoğan tarafından rafa kaldırılmış başkanlık sistemi Bahçeli önerisiyle gündeme gelmiş ve mühürsüz oy pusulalarının geçeli sayılması ile de anayasa taslağı referandumdan geçmiş ve Türkiye yeni yönetim sistemine geçilmiştir. Cumhur İttifakı’nda MHP’nin rolü; risk almadan siyasi ortaklık olmuş ve bu da esas olarak toplum değil devlet hassasiyetlerinin siyaseten seslendirilmesi olmuştur.
Bahçeli’nin son açıklamalarında esas olarak kendilerine bu açıdan Cumhur İttifakı’na esas itirazın AKP için geldiğini açıkça ifade etmiş ve sorumluluğu Erdoğan’a havale etmiştir.
Ancak başka bir gerçek de şudur ki, Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi’nin en güçlü savunucusu AKP değil MHP’dir ve olası sistem değişikliğinin, siyasi iklim değişikliğinin en büyük mağdurunun kendisi olduğunu bildiği için yumuşama/normalleşme sürecine sadece eleştirel bakmakla yetinmemekte açık biçimde rest çekmektedir.
Ve siyasi gücü de devletten aldığı meşruiyettir.Ama MHP/Bahçeli’nin unutmaması gerek Erdoğan’ın pragmatizmi gibi devletin de önceliğinin kendi ideolojik sürekliliği olduğudur. Bunun kimin eliyle sürdürdüğünün de bir önemi yoktur. Bu konjonktürde MHP devlet için operasyonel bir araç olabilir ama tek araç değildir.
Bu süreçte CHP’nin önceliği başlatılan “değişim” kavramının içinin ideolojik olarak doldurulması olmalıdır. Tüzük değişikliği gibi göreli olarak teknik sayılabilecek düzenlemeler bu ideolojik dönüşümüm parçası olabilir ama tamamı olamaz.
CHP: ERDOĞAN/AKP’YLE DEĞİL TOPLUMLA SİYASET
Yukarıdaki satırların yazılmasının tek nedeni CHP’nin 31 Mart seçimlerinde elde ettiği başarıdır. Seçimler yerel olsa da, CHP artık Türkiye’nin birinci partisi olmuş ve siyasi denklemin değişmesinin yolunu açmıştır. Erdoğan’ın CHP’yi muhatap alması, 18 yıl sonra parti genel merkezini ziyaret etmesi, onun için bir tercih değil sonuç olarak pragmatik bir tercihtir.
Ve bu tercihte, Erdoğan/iktidar blokunun İmamoğlu’nu siyaseten görmezden gelerek Özel’i bilinçli olarak öne çıkarma hedefini de görmek gerekmektedir. Diğer yandan Özgür Özel’in Erdoğan’la yürüttüğü görüşmeyi, “yumuşama” olarak değil “normalleşme” olarak tarif etmesi olumlu ama yeterli değildir.
Özel bir adım daha atmalı ve bu görüşmelerin özellikle iktidar ortaklarının ana muhalefet partisi lideri ile diyalog kurması bağlamında; “liderler arasındaki ilişkinin normalleşmesi” olduğunu ifade etmelidir. Çünkü, iktidar blokunun siyaset yapma tarzı, siyasi sistem değişmesi iradesi ortaya koymayan hiçbir adım siyasetin normalleşmesi olmayacaktır.
Bu süreçte CHP’nin önceliği içsel olarak başlatılmış “değişim” kavramının içinin ideolojik olarak doldurulması olmalıdır. Tüzük değişikliği gibi göreli olarak teknik sayılabilecek düzenlemeler bu ideolojik dönüşümüm parçası olabilir ama tamamı olamaz.
O yüzden CHP’nin “anti-entelektüel” anlayıştan uzaklaşarak, parti içinde ve çeperine bulunan entelektüelleri de içine alacak düşünsel bir değişimi başlatması; bunu yaparken de devletin değil toplumun taleplerini daha güçlü biçimde siyasallaştırması gerekmektedir.
SONUÇ
Görüldüğü gibi Türkiye’de iktidar dengelerinde ne yazık ki çoğunlukla toplum değil devlet etkili. İçinde bulunduğumuz dönem de böyle bir dönem.
O yüzden AKP-MHP ilişkisinde devlet bir yandan güçlü bir yapıştırıcı gibi görünürken; aynı anda bunun tersi de geçerlidir. Bu açıdan Cumhur İttifakı bir yandan sürekliliği olabilecek bir birliktelikken; bir yandan hızla bitebilecek nüveler de içermektedir.Ama gelecekte, devlete eklemlenen değil toplumsal talepleri dayanan, meşruiyetini toplumdan alan partilerin siyaseten önü daha açık olacaktır. Devlet bir biçimde her iktidarı zamanla dönüştürüp kendine benzettiği gerçeğini gözönüne alırsak, CHP’nin yapması gereken AKP’ye ve devlete yanaşmak değil toplumla birlikte toplumsal taleplerin taşıyıcılına soyunmak olmalıdır.
CHP’nın dışsal olarak yapması gereken budur ama onun kadar önemli olan içsel dönüşümü de gerçekleştirmektir. Bu açıdan önceki gün burada yayınlanan Hasan Bülent Kahraman’ın yazısı CHP’nin önümüzdeki yol haritasında aşması gereken çelişkileri göstermesi açıdan önemlidir.
Yorum Yazın