Uygulamada, söylemde, algıda siyaset-devlet ayrımının kısmen silikleştiği, güç-devlet ilişkisinin öne çıktığı, devlet üzerinden siyaset tarzının bir taçlandırılması bu. Bu dönem, hiçbir açıdan umut vermiyor.
Siyasi hayatla ilgili iki tespit siyasetle ilgili işleyişi ana hatlarıyla özetler sanıyorum.
Bir yanda muhalif partiler, bir iki istisna dışında, açık ve ağır krizle cebelleşiyor. Bu, gerçekte seçimlerin arkasına saklanan maskeli bir kriz. Ülkede siyasetin seçimlere, seçimlerin ittifaklara ve kazanacak kişi arayışlarına kilitlendiği, bir anlamda içinin boşaldığı bir evreden geçiyoruz. Siyaseti bunlara indirgemiş durumdayız. Bu koşullarda ortalıkta toplumsal, ilkesel siyasetten eser olmaması şaşırtıcı değil.
Olup bitene dair, siyasi intihar girişimlerinde bulunan İYİ Parti ve siyaseten ne yaptığı belli olamayan CHP iki baskın örnek…
İYİ Parti’nin kamuoyu araştırmalarındaki performansı yaşadıklarını gösteriyor aslında. Oyları yüzde 10’dan yüzde 5’e gerilemiş bulunuyor. Parti her geçen gün yeni bir istifayla sarsılıyor. Genel başkanı dünde kalmış görüyor ve asabi. Altılı Masa meselesinden, İmamoğlu, Yavaş ve CHP eleştirisinden kopamıyor. Partide bütünlüğü sağlamanın çok uzağında bulunuyor. İYİ Parti, kurulduğundan bire siyasetsizlikle malûl bir yapı.
Hemen hiçbir kritik sorunda açık, dikkat çeken, geleceğe işaret eden bir önerisi yok. Pozisyon siyasi izliyor, yani günlük olaylar karşısında tavır alıyor ve Kürt temsilcileri konusunda siyasi ret fikrini temsil ediyor. Bugün ödediği bedel bu siyasetsiz tavrın sonucu. Bu partinin bir dönem, en azından anketlerde büyümesi veya her şeye rağmen seçimlerde yüzde 10’larda seyretmesi, bir seçmen grubunun merkez sağ bir parti beklentisiyle ilgiliydi. Son seçimlerde başarısızlık, düşük oy oranı, lidere bağlı bir siyasi parti görüntüsü, liderin ani ve güvenilmez siyasi hamleleri, bu beklentiyi yatağında öldürdü.
CHP’ye gelince… Yerel yönetim seçimlerinde İstanbul ve Ankara’da umut bağlansa da, şahıs siyasetine endeksli hale gelen siyasi parti var ortada. Nitekim iktidarın icraatlarına ve hukuk dışı hamlelerine itiraz etmek dışında, CHP’nin yeni yönetiminin gelecekle ilgili bir tasavvuru, Türkiye tasavvuru yok.
CHP’ye gelince…
Yerel yönetim seçimlerinde İstanbul ve Ankara’da umut bağlansa da, şahıs siyasetine endeksli hale gelen siyasi parti var ortada. Nitekim iktidarın icraatlarına ve hukuk dışı hamlelerine itiraz etmek dışında, CHP’nin yeni yönetiminin gelecekle ilgili bir tasavvuru, Türkiye tasavvuru yok. Değişen dünyada Türkiye’nin yeriyle ilgili fikri yok. Kürt meselesinden ne anladıklarına bir ipucu söz konusu değil. CHP, hangi gücü, umudu, geçişi temsil ediyor? Meydanı Erdoğan’a ve AK Parti’ye bırakmaktan başka ne yapıyor? Bu sorulara verilecek yanıtların toplamı sanırım kocaman bir “sıfır” ediyor. Daha ötesi var. Parti içi siyasi gelişmeler de kaygı verici yönler taşıyor. Yeni yönetim belediye başkan adaylarının merkezden belirlenmesi, seçim hazırlığı kadar, yeni yönetimin parti içi güçlenme ve yayılma arayışını da temsil etme eleştirisiyle karşı karşıya kaldı.
Bu bakımdan CHP’nin kronik hastalığının alevlendiği söylenebilir. Bu hastalık, esas olarak, siyaseti, diğer partilerle rekabete değil, parti içi iktidar mücadelesine dayandıran bir anomali halidir. Bu çerçevede, siyaset, ait olunan grup, parti, topluluk içinde, kişinin özel alanını genişletmesi, grubun hiyerarşi merdiveninde yukarılara doğru çıkması faaliyetine verilen isimdir. Fayda, itibar, güç kapılarına açılır ve toplumsal tasavvura dair bir siyasetsizlik besler.
Bu partilerin temel sorunları siyasi boşluk içinde hareket ediyor olmaları. Krizin esasen bu boşluktan kaynaklanıyor. Bu durumu, aktörlerin yaşadıkları dönemin iç ve dış çeperindeki ana dalgaların farkında olmamaları, biraz farkına varınca ne yapacağını, bunlara nasıl yanıt vereceğini, nasıl uyum sağlayacağını bilmemeleri olarak da tanımlamak mümkün.
Aklıma 1990’lardaki CHP, SHP’yle sosyal demokratlar, sol, örneğin Baykal geliyor. 1980’lerden itibaren dünyada esmeye başlayan neo-liberalizm rüzgarı, finans merkezli ekonomi, bireyci değerlerin yükselmesi, cemaat ruh halinde çıkma çabası, ardından Berlin duvarının yıkılması ve Sovyetlerin dağılması, insan hakları ve temel özgürlükler ile merkez partilerin buluşmasına yol açmıştı.
Muhalif partiler yalnız değiller. İktidar cephesi belki siyaset fikri bakımından muhalefet kadar geride bulunmuyor. Topluma ve geleceğe dair bir tasavvurları anlattıkları bir güç ve başarı hikayesi var. Milliyetçi, büyümeye dayalı bir beka söylemiyle yol alıyorlar. Ne var ki, Türkiye o bakımından da bir siyaset sorunu yaşıyor.
Bu gelişmeler dünyada da Türkiye’de de solu pusulasız bırakmıştı. Ara yollar arayanları oldu, liberalizme öykünenleri oldu, simge ve söylem siyasetine sarılanları oldu. Arkasından kimlikler talepleri yükselmeye başlayınca kavganın ve yaşananın karşısında şaşkınlık hali daha da arttı.
Aynı şaşkınlık hali soğuk Demirel’in simgelediği savaş merkez sağ siyasetine hakimdi. Karma ekonomi ve popülist alışkanlıklar, laik bir sağcılıkla öne çıkan, merkez siyaset yöne koşullarda yumruk yemiş gibi oldu.
Sonuç siyasi boşluktu.
Bir tür siyasetsizlik haliydi.
Bugün olduğu gibi…
Bu hal bakımından muhalif partiler yalnız değiller. İktidar cephesi belki siyaset fikri bakımından muhalefet kadar geride bulunmuyor. Topluma ve geleceğe dair bir tasavvurları anlattıkları bir güç ve başarı hikayesi var. Milliyetçi, büyümeye dayalı bir beka söylemiyle yol alıyorlar. Ne var ki, Türkiye o bakımından da bir siyaset sorunu yaşıyor. İktidar cephesinde bu hal başka bir açıdan özellikle siyaset-toplum ve devlet-siyaset ilişkisi bakımından karşımıza çıkıyor… Uygulamada, söylemde, algıda siyaset-devlet ayrımının kısmen silikleştiği, güç-devlet ilişkisinin öne çıktığı, devlet üzerinden siyaset tarzının bir taçlandırılması bu.
Bu dönem, hiçbir açıdan umut vermiyor.
Milliyetçiliğin, milliyetçilik üzerinden ilkesel-toplumsal siyaseten uzaklaşmanın nedeni bu.
Yorum Yazın