AKP’nin teğmenleri içtiği anttan şikayet etmesine de, korkmasına gerek de yok. Çünkü AKP, teğmenlerin içtiği antta yer alan ve rahatsız oldukları ifadelerin zihni olarak temsilcisidir. Bu yüzden muhalefet teğmenlere sahip çıkarken, salt bir “Mustafa Kemal’in Askeriyiz” sözü üzerinden değil daha kapsamalı bir biçimde zihniyet düzleminde fark yaratacak sahiplenmeyi ortaya koymalıdır.
Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde yaşanan yemin krizi devam ediyor.
Sürecin nasıl ilerlediğini hepimiz biliyoruz.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik’ten gelen ilk tepkiyi de, Bahçeli’den geleni de, AKP’nin içindeki farklı siyasilerden tepkileri de.
Ancak bu krizi derinleştiren kuşkusuz, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın olayın üzerinden geçen 8 gün sonra Kocaeli'nde 21. İmam Hatipliler Kurultayı'ndaki konuşması oldu.
Erdoğan; “Geçenlerde malum mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlarını çektiler.
Kılıçları kime çekiyorsunuz? Bunlarla ilgili olarak da gerekli bütün araştırmalar yapılıyor. Oradaki birkaç tane kendini bilmez de temizlenecek...
Biz buralara durup dururken gelmedik; 30 kişi olsun, 50 kişi olsun bunların ordumuzun içinde bulunması mümkün değil...”
Erdoğan’ın bu çıkışından sonra tartışma daha da alevlendi.
İktidar bloku, bu olayı açık biçimde geçmiş travmalarından hareketle kendi tabanını konsolide etmek için kullanma yolunu seçmiştir.
Erdoğan bugün soruşturulan bu andın içildiği törenlere geçmiş yıllarda katılmış ve şikayetçi olmamıştır. Bu andın ne zamandan beri resmi törenlere dahil edildiğini bilmiyoruz ama 2016 yılında askeri okullar ve harp akademisi kapatıldığında bu ant da tarihe karıştı.
NE OLMUŞTU?
Şimdi kısaca ne olduğunu hatırlayalım.
Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos günü yapılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı mezuniyet töreninin resmi kısmı bitiminden sonra sayısı yaklaşık 400-500 olan bir grup teğmen törenin yapıldığı çim sahanın ortasında toplanıp, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı attıktan sonra, Harp Okulu’ndan birincilikle mezun olan Teğmen Ebru Eroğlu önderliğinde ayrı bir ant içtiler.
Törenin resmi kasımında Teğmen Ebru Eroğlu, Erdoğan’ın önünde konuşma yaptı ve teğmenlere 1961 tarihli İç Hizmet Kanunu’nda yer alan “resmi” andı içtirdi.
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine ant içerim.”
Bu ant metni, kanundan (İç Hizmet Kanunun 37. maddesi) anlaşılacağı üzere, erler dahil olmak üzere, her askerin silahlı kuvvetlere katılırken içeceği ant.
O gün mezun Harp Okulu’ndan mezun olan subaylar, bu andı, okula başlarken içmişler. Yani teğmenler, okula başlarken içtikleri andı mezun olurken yeniden tekrarlamış oldular.
Bunu yanında, Kara, Deniz ve Hava Harp Okullarından mezun olan teğmenler, belli bir tarihe kadar mezuniyet törenlerinin resmi kısmında, “subaylık andı” içiyorlardı. Bu ant;
“Ant içeriz ki laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Ne mutlu Türküm diyene!” şeklindedir. Ve Erdoğan da, bu andın içildiği törenlere geçmiş yıllarda katılmıştır.
Bu andın ne zamandan beri resmi törenlere dahil edildiğini bilmiyoruz ama 2016 yılında askeri okullar ve harp akademisi kapatıldığında bu ant da tarihe karıştı.
Bu açıdan 30 Ağustos’ta teğmenler, sadece kendilerine özgü ve tarihsel olarak gelenekselleşmiş, ancak son yıllarda “yasaklanmış” andı içmişlerdir.
Yani teğmenler, Hakan Şahin’in ifadesiyle “geçmişte rutin olan bir uygulamanın yasaklanmasına yönelik rutin olmayan bir direnç” göstererek o andı içmişlerdir.
İktidar bloku teğmenlerin ettiği anttaki kavramların, kendi kültürel ve siyasi kimliğini yok sayan dönem ve anlayışa atıf yaptığını düşünülüyor olabilir. Bu açıdan haklı. Ama bugün o dönemin zihniyetini AKP temsil ediyor
İSTİSMAR EDİLEN KORKULAR
Burada şu sorular sorulabilir; Erdoğan kılıçlı yeminden 8 gün sonra neden teğmenleri hedef alan konuşma yaptı?
Ve bu konuşmayı neden İmam Hatipliler Kurultay’ında yaptı?
Belli ki, sadece parti içinde konuya farklı bakış değil Bahçeli’nin de açıklaması Erdoğan’ın çıkışında etkili oldu.
Diğer yandan yeminde yer alan; “laik, demokratik Cumhuriyet” ve “karşılarında bizi bulacak”, “kılıçlarımız keskin ve hazır olacaktır” gibi kavramların iktidar blokunu rahatsız ettiği açık.
İktidar bloku bu kavramların, kendi kültürel ve siyasi kimliğini yok sayan dönem ve anlayışa atıf yaptığını düşünülüyor olabilir.
Bu açıdan haklı.
Türkiye’de otoriter zihniyete dayanan bir devlet yönetim anlayışı sadece muhafazakâr değil sosyalist partileri ve Kürt partilerini tehlikeli gördü. Anayasa Mahkemesi yoluyla bu kimlikle siyaset yapan partileri kapattı.
Bu açıdan Kürt siyasi hareketi gibi muhafazakâr siyasi gelenek bu devletin yasaklı çocuğu oldu.
Ta ki AKP’nin 2002’de tek başına iktidar olmasına kadar.
AKP iktidarı bu açıdan, devletin dışladığı, kendisine benzetmek istediği bir kültürel kimliğin, onun siyasi temsilcilerinin iktidar olmasıydı. Bu toplumun kazandığı ama devletçi anlayışın kaybettiği bir dönemin başlamasıydı.
Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin yeniden siyasetle tanıştığı yani toplumsal taleplerin kamusal alanda tartışıldığı karar süreçleriyle kesiştiği bir dönemdi.
Ne yazık ki, bu çok uzun sürmedi.
2010-2011 dönemi ile AKP, 2002 ayarlarından uzaklaşarak, bu kez toplumu, biricikleştirdiği kendi kültürel kimliğine boyamak üzere bir toplumsal mühendislik projesi başlattı.
Eğitim, medya ve diyanet üzerinden bu projede hayli yol da aldı.
Ancak bütün bu süreçte 28 Şubat 2015’de Dolmabahçe’de AKP ve HDP’lerin birlikte imzaladıkları Dolmabahçe Mutabakatından tam 21 gün sonra Erdoğan, bu mutabakatı yok saydı ve 7 Haziran 2015 seçimi öncesi MHP/Bahçeli ile varılan zımni uzlaşı yıllar sonra karşımıza Cumhur İttifakı olarak çıktı.
İşte Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi, bu ittifakın bir anlamda siyasal meşruiyet yol haritası oldu. Ve AKP, MHP üzerinden devlete eklemlendi.
Bu açıdan bugün AKP, kültürel kimliği farklı olsa da; 2002 öncesi var olan otoriter devlet anlayışınınn siyasi temsilcisidir.
O ZAMAN ŞİKAYET NEDEN?
Eğer bu doğru ise şu soruyu soralım; 2002 öncesinden hatta 28 Şubat’ı anarak teğmenlerden neden şikayetçi olur ki?
Dahası bu şikayeti en üst perdeden seslendirmek için neden 8 gün beklendi?
Ama gerçek şu ki, AKP'nin, Erdoğan'nın teğmenleri içtiği anttan şikayet etmesine de, korkmasına gerek de yok. Çünkü AKP ve onun temsil ettiği siyasal anlayış, teğmenlerin içtiği antta yer alan ve rahatsız olduklarını ifade ettiklerinin arkasında devlet de olas zihni olarak siyasi temsilcisidir.
Bu yüzden muhalefet teğmenlere sahip çıkarken, salt bir “Mustafa Kemal’in Askeriyiz” sözü üzerinden değil daha kapsamalı bir biçimde zihniyet düzleminde fark yaratacak bir siyaseti ortaya koymak durumundadır. Burada mesele bu genç insanların ülkenin içinde bulunduğu siyasi iklime itirazının yansımasıdır. Burada üretilecek siyaset ancak demokrat bir zihniyet içinden ifadelendirildiğinde anlamlı olur.
Mesele genç teğmenlere ideolojik olaran anlama taşıyan "birilerinin askeri" olmak üzerinden değil, onlaraın temel hak ve özgürlükleri bağlamında demokrasi, özgürlük ve adaletin alanının gemnişletecek, var olan sistemin değişmesini, devlet-toplum ilişkisinin asimetrik halini terse çevirme iddiasi taşımalıdır. Aksi halde muhalefetin teğmenlerin iktidar söyleminin karşıtluğı, semboller üzerinden sesahiplenilmesini, iktidar blokunun olmayan bir karşıtlık üzerinden sadece geçmiş olumsuzluklara dayandırarak bir mağduriyet üretecektir ki, bu muhalefetin de bizim de en son ihtiyacımız olan şeydir.
Yorum Yazın