Onu yaptığı haberden, yazdığı yazılardan dolayı ‘Türk ya da Türkiye düşmanı’ olarak belleyenler, belletmeye çalışanlar ve onların tetikçileri eğer Hrant'ın yüzüne 5 dakika baksalar, onunla 5 dakika konuşsalar; kendilerinden ve bu düşüncelerinden şüphe duyabilirlerdi.Bundan 17 yıl önce öğleden sonraki yazı işleri toplantısına girmeye hazırlanırken haber düştü ekranlara, saat 15.03 ya da 15.04’tü; “Hrant Dink öldürüldü” yazıyordu ekranda. İçimden “Hrant abimi mi vurdular” deyip, hemen masama döndüm, Etyen hocamı (Mahçupyan) aradım. “Doğru mu” dedim, “Evet” dediğini hatırlamıyorum bile. KIRMIZI PAZARTESİDink’i ölüme götüren süreç, 6 Şubat 2004 günü Agos Gazetesi’nde yayımlanan “Sabiha Hatun'un Sırrı” başlıklı röportajla başladı. Haberde Sabiha Gökçen'in binlerce Ermeni yetimden biri olabileceği iddia ediliyordu. Bu haber asıl etkisini 21 Şubat'ta Hürriyet gazetesinde Ersin Kalkan'ın imzasıyla, “Sabiha Gökçen mi Hatun Sebilciyan mı” başlığıyla, Agos kaynak gösterilerek yayımlanmasından sonra oldu. Aynı gün Genelkurmay Başkanlığı açıklama yaparak; haberin milli birlik, beraberlik ve değerler açısından tehlikeli bulunduğu belirtildi, tüm basın organları yayım ilkelerini tekrar gözden geçirmeye davet edildi. Bir kaç gün sonra (24 Şubat) İstanbul Valiliği'ne çağrılan Dink, burada bulunan MİT ve emniyetten olduğunu söylediği iki kişiden tarafından tehdit edildi. Valilikteki bu olaydan bir gün sonra 25 Şubat 2004 tarihinde Mehmet Soykan tarafından verilen şikâyet dilekçesi üzerine Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından Hrant Dink'in başka bir yazısı için “Türklüğü aşağılamak” suçlamasıyla TCK'nin 301. maddesinden dava açıldı. Sonrasını biliyoruz. Dink, bu toprağa aşkını binlerce kez anlatmasına rağmen o sondan kurtulamadı. Hatta cinayet günü çıkan Agos’taki köşe yazının başlığı “Ruh halimin güvercin tedirginliği” idi ve yazı şöyle bitiyordu; “Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”Her ne kadar yazının sonunda; “Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.” dese de insanlar değil ama azmettiriciler onu aramızdan aldı. Cinayeti 17 yaşındaki Ogün Samast işledi. Onu azmettiren Erhan Tuncel, Yasin Hayal ve diğerleri bir biçimde Trabzon’da jandarma ve emniyet görevlileri ile ilişkideydiler. Ama asıl önemlisi, jandarma ve emniyet yetkililerinin İstanbul ve Ankara ile olan bağlantıları idi. Bütün bunları sonraki yıllarda hep öğrendik, gördük.
Dink’i öldürmeye götüren süreç, bizatihi devletin onayı ile oldu. Bu anlamda Dink’in ölümü Gabriel Garcia Marquez’in ünlü romanı Kırmızı Pazartesi’deki herkesin bildiği ama engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı Santiago Nasar’ın öldürülmesi benziyor. Nasar’ın öldürüleceğini kasabada herkes bilir ama kimse buna engel olmaz.Bu açıdan cinayete, Trabzon’daki gençler değil Ankara’daki bazı birimler karar vermiş görünüyordu. Ne yazık ki, aradan geçen 16 yıla rağmen, Hrant’ı vuran tahliye bile edildi ama onu azmettirenler hâlâ bulunamadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 Ocak 2012’de Dink Davası (o kadar dava sonuçlandı ki) sonuçlandığında şunları söylemişti; “Kimse endişe etmesin Uludere ve Dink cinayeti Ankara'nın dehlizlerinde kaybolmaz”. Bu sözün üzerinden de 11 yıl geçti. Ve Dink Davası o karanlık dehlizlerde kaybolmuş görünüyor. Dava “Ankara’nın karanlık dehlizlerinde”, soruşturma dosyaları da devlet kurumlar arasında dolaştırılmaya devam ediyor. Bazıları göz altına alınıyor, bazıları serbest bırakılıyor, yeniden soruşturma başlatılıyor, soruşturma yapan savcı görevden alınıyor. Özetle dava süründürülüyor. Failler ortaya çıkarılmak istenmiyor. Çünkü Dink’i öldürmeye götüren süreç, bizatihi devletin onayı ile oldu. Bu anlamda Dink’in ölümü Gabriel Garcia Marquez’in ünlü romanı Kırmızı Pazartesi’deki herkesin bildiği ama engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı Santiago Nasar’ın öldürülmesi benziyor. Nasar’ın öldürüleceğini kasabada herkes bilir ama kimse buna engel olmaz.
Geçen yıl katıldığım anmada 16 yılda epeyce dostumun, arkadaşımın yaş aldığını farkına varıp üzülmüştüm. Bugün de bunu hissedeceğimden şüphem yok. Ve ne yazık ki, kimilerimiz Dink’in gerçek katillerini bilmeden bu hayata veda edeceğiz.HRANT ANADOLULUYDUOnu yaptığı haberden, yazdığı yazılardan dolayı ‘Türk ya da Türkiye düşmanı’ olarak belleyenler, belletmeye çalışanlar ve onların tetikçileri eğer Hrant'ın yüzüne 5 dakika baksalar, onunla 5 dakika konuşsalar; kendilerinden ve bu düşüncelerinden şüphe duyabilirlerdi. Çünkü Hrant, bu toprağın insanıydı. Anadoluluydu, yüreğiyle, aklıyla, diliyle.Hatta 1915 Büyük Felaketi’nin yaralarını içinde taşırken ne bu topraklara ne de bu toprağın insanlarına küstü. O daima geçmişin yaraları sağaltmaya çabaladı. Çağrısı sadece bize değildi Hrant’ın, Ermenilere de sesleniyordu. “1915'e takılıp kalmayın. Fransız ya da Amerikan Senatolarının alacağı kararlar iki toplumun yaralarının iyileştirmez. Ermenilerin doktoru Türkler, Türklerin doktoru Ermeniler. Reçete de diyalog” diyebilen bir yürekti Hrant. Hrant Ermenistan’da, Avrupa’da Türk, Türkiye’de Ermeni idi. Ve bundan hiç kurtulamadı. Bugün 19 Ocak. Hrant’sız 17 yıl geride kaldı. Bugün devletin, sistemin tüm mağdurları, vicdanlı insanlar saat 15.00’de Agos’un önünde buluşacağız. Hrant’ın yüreği orada olacak. Aklının yerini zaten biliyoruz. Hrant için konuşmalar yapılacak ve sonrasında hepimiz dağılacağız.Geçen yıl katıldığım anmada 16 yılda epeyce dostumun, arkadaşımın yaş aldığını farkına varıp üzülmüştüm. Bugün de bunu hissedeceğimden şüphem yok. Ve ne yazık ki, kimilerimiz Dink’in gerçek katillerini bilmeden bu hayata veda edeceğiz.
Yorum Yazın