Züleyha, İtalya’yı nasıl fethetti?
KÜLTÜR SANATZüleyha karakterinin İtalya’da bu kadar derin bir etki bırakmasının altında, Türk dizilerinde sıkça rastlanan “edilgen, kaderine razı kadın” profilinden net bir biçimde ayrışması yatıyor. Züleyha, başına gelen tüm felaketlere rağmen zamanla güçlenen, kendi kararlarını veren, duygularına sahip çıkan ve kendi yolunu çizen bir figüre dönüşüyor.
İtalyan izleyicisi için Züleyha yalnızca bir karakter değil, bir duygunun karşılığı. Onun direnci, acıya rağmen ayakta kalışı, tekrar tekrar ayağa kalkışı; özellikle kadın izleyiciye bir tür içsel aynalanma sunuyor. Züleyha'nın hikâyesi, aşkın bir kadını kurtarmadığı, ama bir kadının kendi içinden yükselerek hayatı yeniden kurabileceği gerçeğini yansıtıyor.
Son yıllarda Türk televizyon dizilerinin yükselişi, Orta Doğu ve Latin Amerika sınırlarını aşarak Avrupa'nın kalbine doğru ilerledi. Bu kültürel fethin en dikkat çekici örneklerinden biri ise hiç şüphesiz İtalya oldu.
İtalya’ya ilk kez geldiğim 2009 yılında, Venedik’te karşılaştığım Balkan kökenli arkadaşlarımın dilinde Muhteşem Yüzyıl dizisi vardı. Ancak o dönem İtalyanlar arasında Türk dizileri henüz tanınmıyordu. Sanırım İtalya’nın televizyon dünyasında Türk dizilerine açılan kapı, Erkenci Kuş ile aralandı.
Dizinin başrol oyuncuları Can Yaman ve Demet Özdemir kısa sürede büyük bir hayran kitlesine ulaştı; sonraki projeleri de bu sadık takipçi grubunun desteğiyle ülkenin en çok izlenen yapımları arasında yer aldı.
Ancak oyuncuların kişisel başarılarından bağımsız olarak, kamuoyunun gözünde Akdeniz’in bu iki yakası arasında kurulan kültürel köprünün asıl amiral gemisi, Türkiye’de Bir Zamanlar Çukurova, İtalya’da ise Terra Amara adıyla gönülleri fetheden yapım oldu.
İlk bakışta melodramatik bir aşk üçgeni gibi algılansa da, Terra Amara, İtalyan seyircisi için çok daha derin anlamlar taşıyor. Dizi, yalnızca reyting rekorları kırmakla kalmadı; aynı zamanda sosyal medyada fırtınalar estirdi, magazin basınının manşetlerini süsledi ve hatta akademik çevrelerde tartışma konusu hâline geldi.
Bu sürükleyici anlatının merkezinde yer alan Züleyha karakteri ise, salt bir televizyon figürünün ötesine geçerek bir duygunun, bir direncin ve güçlü bir kadın anlatısının sembolüne dönüştü.
Bu yapımın İtalya’daki etkisini yakından gözlemledikçe şunu farkettim: İtalyan izleyiciler kadın hikâyelerine derin bir bağ kuruyorlar. Üstelik ilgileri yalnızca başrol oyuncularına değil; yardımcı karakterlere, hatta konuk oyunculara kadar uzanıyor. Terra Amara örneğinde olduğu gibi, İtalyanlar karakterlere yalnızca izleyici olarak değil, adeta tanıdıkları birinin hikâyesine tanıklık ediyormuş gibi yaklaşıyorlar.
Zamanın dışında bir dünya: Terra Amara'nın büyülü dokusuna dair
Terra Amara’nın bu denli sevilmesinin ardında yalnızca dramatik olaylar zinciri ya da karakter çatışmaları değil; izleyiciyi içine çeken nostaljik ve estetik açıdan zengin bir dünya inşası da yatıyor.
Öncelikle mekânsal anlamda yaratılan atmosfer, günümüzün dijital ve hız odaklı gerçekliğinden uzak; zamanı neredeyse yavaşlatan, insan ilişkilerini derinleştiren bir alan açıyor. Seyirci, modern dünyanın koşuşturmasından sıyrılıp 1970’lerin Çukurova’sında nefes alabiliyor.
Karakterlerin dönemin modasını birebir yansıtan kostümleri, özenle dekore edilmiş iç mekânlar, geniş bahçeler, taş konaklar ve klasik otomobiller, diziye görsel bir derinlik kazandırıyor. Özellikle mutfakta geçirilen uzun saatler, yemek hazırlıkları etrafında kurulan diyaloglar, aile çevresinde geçen sahneler ve evin yardımcılarının hikâyeye doğrudan sunduğu katkılar, sadece bir arka plan değil; anlatının dokusunu oluşturan asli unsurlar hâline geliyor.
Ayrıca antagonist karakterlerle yaşanan güçlü çatışmalar, aşkların ve ideallerin önünde duran toplumsal engeller ve imkânsızlıkların içtenliği, diziyi romantik bir hayalden çıkarıp gerçekçi bir duygu haritasına dönüştürüyor.
Bütün bu yapısal öğeler, hemen her bölümde göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlayan Züleyha karakterinin sunduğu duygusal yoğunlukla birleşerek, Terra Amara’yı yalnızca izlenen değil, yaşanan bir deneyim hâline getiriyor.
Aşk üçgeninin ötesinde bir öznelik arayışı: Züleyha'nın aynalarındaki yansımalar
Bir Zamanlar Çukurova’nın temelindeki gerilim, Züleyha'nın iki farklı erkek arasında yaşadığı duygusal çıkmaz gibi görünse de, bu anlatı aslında çok daha katmanlı bir anlam taşıyor: bir kadının kendi kimliğini inşa etme ve özneleşme mücadelesi. Gençlik aşkının saf temsilcisi Yılmaz ve zoraki bir evlilikle hayatına giren, ancak zamanla derin bir duygusal bağ kurduğu Demir, Züleyha'nın iç dünyasını yansıtan iki farklı aynaya dönüşüyor.
Yılmaz (Uğur Güneş): İlk aşkın idealize edilmiş, sadık ve tutkulu temsilcisi. Ancak hayatın acımasızlığı ve intikam arzusuyla gölgelenerek karanlık bir yola sapıyor. Bu dönüşüm, İtalyan izleyicisinde idealize edilmiş aşkın kırılganlığına dair bir yankı uyandırıyor.
Demir (Murat Ünalmış): Başlangıçta otoriter, hatta zalim bir figür olarak çizilen Demir, zamanla aşkın dönüştürücü gücüyle yumuşayan, kırılganlıklarını açığa vuran karmaşık bir karaktere evriliyor. Bu değişim, İtalyan izleyicisinin "kusurlu kahraman" arayışına cevap veriyor.
İtalyan sosyal medyasında alevlenen “Team Yılmaz” ve “Team Demir” tartışmaları, dizinin final yapmasına rağmen hâlâ canlılığını koruyor. Ancak pek çok izleyici için asıl zafer, Züleyha'nın bu iki erkek arasında bir seçim yapması değil, kendi kaderini tayin etme özgürlüğünü kazanmasıydı. Bu durum, dizinin romantik melodramın ötesine geçerek bireysel özgürleşme temasına vurgu yaptığını gösteriyor.
Terra Amara’daki erkek karakterler, yalnızca romantik partnerler değil; aynı zamanda iktidar, vicdan, baba figürü ve toplumsal rollerin yansıması olarak da kurgulanıyor. Her biri farklı bir erkeklik temsilini taşıyor ve bu temsil, dizinin dramatik evreninde duygusal derinliği artırıyor.
Kadın karakterler: Arketiplerin ötesinde çok katmanlı temsiller
Terra Amara, yalnızca başkarakter Züleyha üzerinden değil, yardımcı kadın karakterler aracılığıyla da güçlü temsiller sunuyor. Bu karakterler, klasik melodram arketiplerinin ötesine geçerek kendi içlerinde tutarlı, çok boyutlu ve zamanla dönüşen portreler çiziyor:
Hünkar (Vahide Perçin): Ataerkil yapının en tepesindeki güçlü kadın figürü olarak konumlanan Hünkar, dizinin en ikonik karakterlerinden biri. Sert ve otoriter görünümünün ardında, sarsılmaz bir adalet duygusu ve oğluna duyduğu derin sevgi yatıyor. Hünkar’ın iktidarla kurduğu karmaşık ilişki, İtalyan izleyicisinin güçlü kadın figürlerine olan tarihsel ilgisiyle örtüşüyor.
Şermin (Sibel Taşçıoğlu): Entrikacı, kıskanç ve çıkarcı bir "kötü kadın" arketipi gibi görünse de, Şermin’in her hamlesi ve repliği izleyiciyi ekran başına kilitlemeyi başarıyor. İtalyan televizyon kültüründe yaygın olan karikatürleşmiş "villain" figürlerine benzemekle birlikte, Şermin’in zaman zaman trajikleşen hâli izleyiciyle ambivalan bir bağ kuruyor.
Müjgan (Melike İpek Yalova): Kıskançlık ve saplantının trajik örneği olan Müjgan, dizinin başında empati uyandıran bir karakterken zamanla giderek içe kapanan ve kendi iç çatışmalarına yenik düşen bir figüre dönüşüyor. Bu düşüş, İtalyan izleyicisi tarafından hem üzüntüyle hem de bir “kadınlık sınavı” olarak algılanıyor.
Gülten (Selin Genç): Sessiz, naif ama derinlikli bir karakter olan Gülten, dizi boyunca karşılıksız sevgisi, sadakati ve içtenliğiyle izleyicinin kalbinde özel bir yer ediniyor. İtalyanlar için Gülten, Anadolu kadınının direncinin, emeğinin ve sadeliğinin bir sembolü hâline geliyor.
Erkek Figürler: Baba, Aşk ve İktidarın Farklı Yansımaları
Terra Amara’daki erkek karakterler, yalnızca romantik partnerler değil; aynı zamanda iktidar, vicdan, baba figürü ve toplumsal rollerin yansıması olarak da kurgulanıyor. Her biri farklı bir erkeklik temsilini taşıyor ve bu temsil, dizinin dramatik evreninde duygusal derinliği artırıyor.
Ali Rahmet Fekeli (Kerem Alışık): Dizinin vicdanı ve akil adamı olarak öne çıkan Fekeli, geçmişin sertliklerinden süzülüp gelen bir bilgelik figürüdür. Sözlerine sadık, duygularına sahip çıkan, gerektiğinde şefkatli ve gerektiğinde adaletli davranabilen bir karakter olarak İtalyan izleyicisinin gözünde kaybolmaya yüz tutmuş “centilmen erkek” arketipini yeniden canlandırır.
Demir Yaman ve Yılmaz Akkaya, aşk üçgeni içinde Züleyha’nın etrafında konumlanan figürler olmakla birlikte, aynı zamanda iktidar ve duygusal dönüşüm temalarının da taşıyıcısıdır. Demir'in zamanla yaşadığı içsel yumuşama, Yılmaz’ın ise idealist aşk anlayışının yavaşça sarsılması, bu iki karakteri sadece rakip değil, aynı zamanda dönüşen bireyler olarak da okunabilir kılar.
Bu erkek figürlerin her biri, İtalyan izleyici için birer “duygusal eşlikçi” rolü üstlenirken, aynı zamanda kadın karakterlerin gelişiminde de belirleyici kırılma anlarının fitilini ateşleyen aktörler hâline gelir.
Züleyha karakterinin İtalya’da bu kadar derin bir etki bırakmasının altında, Türk dizilerinde sıkça rastlanan “edilgen, kaderine razı kadın” profilinden net bir biçimde ayrışması yatıyor. Züleyha, başına gelen tüm felaketlere rağmen zamanla güçlenen, kendi kararlarını veren, duygularına sahip çıkan ve kendi yolunu çizen bir figüre dönüşüyor.
Zamanın Tanığı: Büyükanne figürü ve sessiz direnişin gücü
Terra Amara’nın anlatı evreninde, gözden kaçmaması gereken ama bir o kadar da dokunaklı bir unsur, evin büyükannesi figürüdür. Beş sezon boyunca demans hastalığı ile mücadele eden bu yaşlı kadın karakter, zaman zaman yaşadığı kaybolmalar, hatırlama güçlükleri ve gerçeklikten kopuşlarıyla izleyicinin kalbinde ayrı bir yere yerleşmiştir. Ancak onu asıl özel kılan şey, tüm bu kırılganlıklarına rağmen hayatın akışına sessizce direnen varlığıdır.
Dizide birbiri ardına başrol oyuncuları vedalaşırken, karakterler ölürken, hikâye çalkantılı sulara sürüklenirken; büyükanne, tüm bu kaosun ortasında dinginliğiyle ayakta kalmayı başarır. Bu durum, İtalyan izleyici için ironik bir hayranlık uyandırır: Gençliğe, güzelliğe, entrikaya ve iktidara karşı “hiçbir şey yapmadan” var olmak bile bir direniş biçimi olabilir.
Demansı, yalnızca bir yıkım ya da kayıptan ibaret değildir. O, hiçbir şeyi tam hatırlamasa da her şeyi hisseder. Herkes değişirken o aynı kalır. Herkes konuşurken o susar. İşte bu suskunluk, zamanla izleyiciyle arasında görünmez bir bağ kurar ve bir tür duygusal sığınak hâline gelir.
Final yaklaştığında sosyal medyada yankılanan ortak temennilerden biri şudur: “Allah ömrünü daha da uzatsın, büyükanne.” Çünkü seyirci onunla yalnızca empati kurmaz; ona içten içe hayranlık da duyar. Terra Amara’da yaşlılık, bir kayıptan çok bir dirayet göstergesine dönüşür.
Züleyha'nın İtalyan kalplerini fethetmesinin sırrı
Züleyha karakterinin İtalya’da bu kadar derin bir etki bırakmasının altında, Türk dizilerinde sıkça rastlanan “edilgen, kaderine razı kadın” profilinden net bir biçimde ayrışması yatıyor. Züleyha, başına gelen tüm felaketlere rağmen zamanla güçlenen, kendi kararlarını veren, duygularına sahip çıkan ve kendi yolunu çizen bir figüre dönüşüyor.
İtalyan izleyicisi için Züleyha yalnızca bir karakter değil, bir duygunun karşılığı. Onun direnci, acıya rağmen ayakta kalışı, tekrar tekrar ayağa kalkışı; özellikle kadın izleyiciye bir tür içsel aynalanma sunuyor. Züleyha'nın hikâyesi, aşkın bir kadını kurtarmadığı, ama bir kadının kendi içinden yükselerek hayatı yeniden kurabileceği gerçeğini yansıtıyor.
İşte bu nedenle Züleyha, İtalyan ekranlarında bir başrolden fazlası hâline geldi. Seyirci onunla ağladı, onunla sustu, onunla hayal kurdu. Belki de bu yüzden Terra Amara, kadın kahramanların kaderine yön verme gücünü yeniden hatırlatan evrensel bir anlatıya dönüştü.
"Terra Amara"nın İtalya’daki kalıcı etkisi
Terra Amara, İtalya’da yalnızca bir televizyon dizisi olarak değil, bir dönem ruhunun, ortak duyguların ve kültürler arası bağın taşıyıcısı olarak iz bıraktı. Dizinin tekrar bölümlerinin hâlâ yüksek reytinglerle izlenmeye devam etmesi, onun sıradan bir ekran ürününden çok daha fazlası olduğunu gösteriyor. Bu başarı öyle boyutlara ulaştı ki, Terra Amara’nın bazı bölümleri, Papa Francesco’nun Paskalya konuşmasıyla aynı saatlerde yayınlandığında, İtalya’nın en Katolik izleyici kitlesi tarafından bile daha çok izlenmeyi başardı. Bu veri, yalnızca bir reyting zaferi değil, aynı zamanda kültürel bir dönüşümün simgesiydi. Çünkü ekran başındaki İtalyan seyirci, kendi inanç sistemine dair geleneksel bir ritüeli bile, Züleyha'nın yaşadığı dramatik evreni tercih ederek geri plana atabiliyordu.
Züleyha'nın Yılmaz ve Demir arasındaki aşk üçgeninde değil, kendi hayatının merkezinde dimdik duruşu; seyirciyle kurduğu bağı bireysel bir zafer anlatısına dönüştürdü. İtalyanlar, bu uzak coğrafyadan gelen hikâyede kendi tutkularını, çelişkilerini, aileye ve aşka dair inançlarını yeniden gördü. Belki de bu yüzden, Terra Amara yalnızca bir dizinin değil, kültürel empati kurma becerisinin en güçlü örneklerinden biri hâline geldi.
Bu yapım, Türkiye ile İtalya arasında kurulan kültürel alışverişin sadece yüzeyde kalmadığını; karakterler, duygular ve temsiller üzerinden derinleştiğini kanıtladı. Ve belki de en önemlisi, evrensel insan duygularının —aşkın, acının, umudun ve direnişin— hangi dilde anlatılırsa anlatılsın ortak bir hikâyeye dönüştüğünü gösterdi.
İlginizi Çekebilir