© Yeni Arayış

"Yurt" arayan Yahudiler Filistin'de

"Yurt" arayan Yahudiler Filistin'de

Sykes-Picot anlaşması ve Arabistan'daki paylaşım savaşı sonrasında Osmanlı'dan arta kalan kaotik iktidar boşluğu, "Devlet" kavramından uzak kabilelerin ayaklandırılması ve içlerinde hiç bitmeyen kargaşaların, darbelerin yaşandığı, birbiriyle çatışan, "Hüdaverdi" petrolle yaşayan Arap devletlerini ve Siyonist bir devleti ortaya çıkardı. Yahudiler daha önce Osmanlı-Yahudi "Milleti" ilişkisindeki "Yurt" arayışlarını Sykes-Picot sürecine etkinlikle katılarak sürdürdü. "Hasta Adam"ın Suriye, Irak ve Arabistan'ı  kaybetmesiyle oluşan iktidar boşluğu yüz yıldır giderilemedi. Yaygın kanı, yaşananların kaynağında İngiltere, Fransa (ve Rusya)'nın Sykes-Picot anlaşmasındaki sınırların insanları gözetmeden, kendi aralarında ve kendi çıkarlarına göre cetvelle çizilmiş olmasıdır. Oysa yaşananlar, sorunların "cetvel"in bencilliğinden değil, Osmanlı'nın "Ecdat yadigarı" diye sakındığı toprakların paylaşımında, evdeki hesabın Ortadoğu pazarına uymamasından kaynaklandığını gösteriyor. Sykes-Picot anlaşması ve Arabistan'daki paylaşım savaşı sonrasında Osmanlı'dan arta kalan kaotik iktidar boşluğu, "Devlet" kavramından uzak kabilelerin ayaklandırılması ve içlerinde hiç bitmeyen kargaşaların, darbelerin yaşandığı, birbiriyle çatışan, "Hüdaverdi" petrolle yaşayan Arap devletlerini ve Siyonist bir devleti ortaya çıkardı. Yahudiler daha önce Osmanlı-Yahudi "Milleti" ilişkisindeki "Yurt" arayışlarını Sykes-Picot sürecine etkinlikle katılarak sürdürdü. Savaş sonrasındaki uzun süreçte kurulan kökleri Batı kültüründen beslenen İsrail devleti ile Arap toplumları (ve devletleri) arasındaki farklılık antisemitizmi de besleyerek, Orta Doğu'yu dünyada sürekli barış arayışı içinde olan çatışma bölgelerinden birine dönüştürdü. Sykes ve Picot anlaşmayı son görüşme için Rusya'ya götürdüklerinde anlaşmadaki bir "eksik"i orada üçüncü ortakla gidermek istemişti. (Nisan 2016): Anlaşmada Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in çıkarları düşünülmüş ama Yahudiler unutulmuştu. Acaba "Uluslararası Özel Yönetim bölgesi" ile Yahudileri ilişkilendirerek onların anlaşmadan doğacak olası tedirginliğini giderilebilir miydi? Çünkü o sırada Filistin'de önemli bir Yahudi nüfusu vardı.

YAHUDİLERİN SYKES-PİCOT İLE İLİŞKİSİ 

Sykes ve Picot (Ekim 1916) antlaşması ile İngiltere, Fransa (ve Rusya), Süveyş Kanalı'nı Basra Körfezi üzerinden Akdeniz'e bağlayan kuşağı İngiltere'nin, onun kuzeyindeki Suriye ve Lübnan üzerinden Akdeniz'e bağlayan kuşağı da Fransa'nın etki alanı olarak belirledi. Fransa ile İngiltere arasındaki ana hat üzerindeki "Kutsal topraklar" (Kudüs ve Filistin), savaş sonrasında özel bir yönetime bırakılacaktı. Çıkarları bölüştüren ana hatın çiziminde Hindistan'ı Akdeniz'e bağlayan ticaret yolunun İngiltere'nin çıkarlarına uygunluğu gözetilmişti. Sykes, Balkanlar ve Mısır'dan Hindistan'a kadar bütün önemli İngiliz diplomatlarını tanıyan tek dışişleri görevlisiydi. Şam'dan Hicaz'a uzanan demir yolunun kontrolünün Mekke Emiri Şerif Hüseyin'e bağlı kabilelerce sağlanacağını öğrenene kadar, kentli Arapların "korkak, zayıf, küstah ve vahşi, Bedevilerin ise açgözlü ve saldırgan" olduklarını düşünüyordu. Picot ise Fransa'nın Beyrut büyükelçisiydi. Lübnan'ın güçlü ekonomik ve sosyal bağlarını oluşturan ileri gelenlerinin (notables) ve Arap milliyetçisi aydınların Osmanlı'dan özerklik isteklerinin gücüne inanıyordu. İngilizlerin Şerif Hüseyin'in öncülüğünde kurmayı düşündüğü Arap Devletini "Absürt" buluyor, Arapları kandırdıklarını düşünüyordu. Picot'ya göre Araplar devletleşmeye uygun yapılanması olmayan çok sayıdaki bir grup, kabileydi.

Sykes, Picot ve Yahudiler, Nisan - Ekim 1916

Sykes ve Picot anlaşmayı son görüşme için Rusya'ya götürdüklerinde anlaşmadaki bir "eksik"i orada üçüncü ortakla gidermek istemişti. (Nisan 2016): Anlaşmada Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in çıkarları düşünülmüş ama Yahudiler unutulmuştu. Acaba "Uluslararası Özel Yönetim bölgesi" ile Yahudileri ilişkilendirerek onların anlaşmadan doğacak olası tedirginliğini giderilebilir miydi? Çünkü o sırada Filistin'de önemli bir Yahudi nüfusu vardı. Sykes, Rusya'ya gitmeden önce Yahudi asıllı Savaş kabinesi üyesi Herbert Samuel ile görüşmüştü. Samuel'e göre Yahudilerin Süveyş'in hemen doğusunda kuracak bir Yahudi kolonisi Süveyş Kanalı'nın kontrolünü arttırırdı. İngiltere ile yapılan bir sözleşme, Rusya ve Doğu Avrupa'dan gelen ve o sırada İngiltere'de sayıları 250 bine yaklaşan Yahudinin, Sykes Picot'dan doğan tedirginliğini giderebilirdi. Bir zamanlar Çar hükümetinin Wall Street'te savaş için para toplamasını baltalayan Siyonistlerle ilişkilerin  geliştirilmesi, ABD'de yaşayan 2 milyon Yahudinin desteğini kazandırır, belki de ABD'nin savaşa girmesini sağlardı. Ama Sykes Rusya'ya gittikten sonra Fransızların Orta Doğu'da uluslararası bir rejim kurulmayacağı konusunda önceden Ruslarla gizli bir anlaşma (26 Nisan 1916) yaptığını öğrendi. Üstelik Picot, İngilizlerin "İsrail Krallığı" için yapılacak bir destek anlaşmasını "komik ve hiçbir amaca hizmet etmediğini..." düşünüyordu. Bu nedenle "eksiklik" giderilemedi. Rusya anlaşmayı son şekliyle  ancak Ekim 1916'da imzaladı. Sykes ve Picot, anlaşmadan sonra da Sefarad Yahudi Toplumu Başhahamı Dr. Moses Gaster ile Londra'da "Uluslararası Özel Yönetim bölgesi" (Kutsal Topraklar) konusunu görüşmeye devam etti (Nisan 1916). Gaster, İngiltere ve Fransa'nın Arap ve Yahudilerin hamileri olarak onlara birlikte çalışmayı önerdi.  Sykes, Yahudi güçlerinin dengeyi Almanların ve Türklerin lehine bozabilme olasılığına karşı, Yahudilere Filistinde işlerine gelecek bir şeyler sunarak onların Jön Türk hükümetinden desteklerini çekebileceklerini düşünüyordu. Gerçekten de Osmanlı-Yahudi ilişkileri o sırada bıçak sırtındaydı. Cemal Paşa iki yıl önce, tüm yabancı tebalı Yahudilerin ülkeden çıkarılmasını emretmişti (1915). Osmanlı tebasından olmayan Filistin'deki Yahudilerin en az yarısı yurt dışı edilmiş, o sırada İstanbul Darülfünunda hukuk öğrencisi olan Ben Gorion (sonradan İsrail'in ilk Devlet Başkanı) ve İzak Ben Zuvi de bir yıl önce Osmanlı Filistini'ni savunmak için ABD'de bir Yahudi Osmanlı Ordusu kurulması için bir kampanya yürütmüş (1914) olmalarına karşın yurt dışı edilmekten kurtulamamıştı. Sykes'ın önerisi kabul edilirse, Yahudilerin Sykes-Picot anlaşmasına desteği sağlama alınmış olurdu. Ama Picot, anlaşmada kendisinin (Fransa ve Rusya'nın) toprak görüşüne göre yazılmış olan Filistin'de kurulacak "Uluslararası Özel Yönetim"de ısrar etti. İngiliz sterlinleri Arap kabilelerinin Osmanlı'ya karşı bayrak açmalarının temel nedeniydi. Kahire'deki istihbaratçı Wyndham Deedes'e göre, cumartesi öğleden sonraları altınları kendi eliyle mermi kutularına doldurup, çöldeki Lawrence'e gönderilmek üzere yüklenen develere nezaret ediyordu. Aşiretler Lawrence'in getirdiği serveti o güne kadar hiç görmemişti. Bu para aşiretlerin sadakatini değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda parayı dağıtan İngiliz'e bakışlarını da değiştirmişti.

OSMANLI’YA SALDIRIYA HAZIRLIK

Cidde, Mayıs 1917

Orta Doğu muharebeleri "Çanakkale geçilmez"in bir devamı ve Avrupa'daki savaşın Orta Doğu cephesidir. İngiltere ve Fransa, Orta Doğu'daki güçlerini ne kadar etkin kullanabilirlerse Avrupa'da Almanya'ya karşı o ölçüde güçlü olacaklardı (35 yıl sonra II. Dünya Savaşı'ndaki gibi). Sykes ve Picot Londra'dan Cidde'ye geldiklerinde Mekke şerifi Hüseyin'e anlaşmayı ayrıntılarıyla anlattı (Mayıs 1917). Aslında İngiliz istihbaratı Kahire Bürosu'na göre Hüseyin yeni yaratılan Arap milliyetçiliğinin lideri olmaktan çok, milliyetçilikle pek ilgilenmeyen ve tek kaygısı yeni güç ve toprak edinmek olan biriydi. Ona kralı olmak istediği Suriye'de Fransa'nın etkisini kabul ettirmek için yapılan aylık ödeme 75 bin (altın) sterlinden 250 bin sterline çıkarıldı. Medine'yi savunan Fahrettin Paşa teslim olunca fazladan yüz yirmi beş bin sterlin daha kazanacaktı. İngiliz sterlinleri Arap kabilelerinin Osmanlı'ya karşı bayrak açmalarının temel nedeniydi. Savaşın başlangıcında Lawrence'ın 200 bin sterlin ettiği söylenirdi. Ama sonunda savaş İngiltere'ye bunun 50 katına mal oldu. Kahire'deki istihbaratçı Wyndham Deedes'e göre, cumartesi öğleden sonraları altınları kendi eliyle mermi kutularına doldurup, çöldeki Lawrence'e gönderilmek üzere yüklenen develere nezaret ediyordu. Aşiretler Lawrence'in getirdiği serveti o güne kadar hiç görmemişti. Bu para aşiretlerin sadakatini değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda parayı dağıtan İngiliz'e bakışlarını da değiştirmişti. Yaklaşık 50 yıl sonra Lawrence'i hatırlayıp hatırlamadığı sorulan bir Bedevi şeyhi, "Altın getiren adamdı." demişti. Cidde'ye gelmeden önce, savaşın stratejisini, liderini olduğu gibi savaş bayrağının şeklini ve renklerini bile Sykesve Picot birlikte hazırlamıştı. Bugün de kullanılan o bayraktaki siyah renk Abbasileri, beyaz Emevileri, yeşil Fatımileri kırmızı üçgen ise Şerifin dökeceği kanı temsil ediyordu. Acaba Şerif Hüseyin'in ünvanı ne olmalıydı? Arapların Kralı, Kutsal Toprakların Kralı mı, yoksa sadece Hicaz Araplarının Kralı mı? Sonunda Hicaz Kralı dendi. Bu aynı zamanda onun sınırlarını da gösteriyordu. Üye kabileler için isyanın omurgasını da oluşturacak bu unvan, Şam'a doğru, duruma göre hep değişti ve sonunda "Arapların Kralı"na dönüştü.

Filistin'den Şam'a doğru, Mayıs 1917

İngiliz Ordu Komutanı Murray 1917'nin ilk yarısında Gazze'ye iki kez saldırmış ve Alman Komutan Kress'e yenilince görevden alınmıştı. Kahiredeki İstihbarat Bürosu, yeni atanan komutan Allenby'nin ve Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal'a bağlı Bedevilerin de Murray gibi Osmanlı'nın düzenli ordusu karşısında tutunamayacağını ve yerleşim bölgelerineki kentliler tarafından kabul edilmeyeceği görüşündeydi. Oysa bu tartışmalar sürerken Lawrence, 10 bin sterline satın aldığı Huveytat'ın Bedevi Şeyhi Auda ile birlikte kıyıdan kuzeye gidip Akabe'yi ele geçirmişti (1300 şehit). Bu başarı Allenby'e birliklerin 480 km kuzeydeki savaş alanına denizden taşınabileceğini göstermiş ve kabilelerin gücüne güvenini arttırmıştı. Allenby'nin en büyük desteği,  Filistin'in en güçlü aşireti Huveytat'ın reisi Auda ve reis olmak için iki kardeşini öldüren Nuri Şalan'a bağlı Ruvallah aşiretiydi. Artık Allenby'nin, Lawrence ve Faysal'ın Kabilelerinin hedefi, Fransızlardan önce Şam'a ulaşmak, ara sıra da "Tespih tanesi gibi dağılan" Arap kabilelerini sterlinlerle yeniden toplamak ve Fransa ile ilişkileri çatışmasız sürdürebilmek gibi zorluklarla başetmekti.

Sykes-Picot ve Balfour Deklarasyonu, Haziran 1917

Balfour Deklarasyonu savaşın tam ortasına düştü: İngiliz kuvvetlerinin Gazze'yi işgalinden yedi gün sonra (Haziran 1917) Uluslararası Özel Yönetim için Fransız baskısına karşı, Dışişleri Bakanı Balfour'dan İngilizlerin Siyonizme vaatleri konusunda bir açıklama yapması istendi. Görüşmeye iki ay önce İngiliz Siyonist Federasyonu başkanlığına seçilen Haim Weisman da davet edildi. On yıl önce Osmanlı'nın tüm borçlarının silinmesi karşılığında Filistin'de koloni kurmak için toprak satın alma izni alamayan Rotschild'e bir mektupla "Filistin'de Yahudi halkı için bir yurt" sözü verildi. Bu söz Fransızları ve daha çok da Arapları tedirgin etti. Sykes Picot anlaşmasında "Kutsal yerler" Şeria nehrinin batısı olarak tanımlandığı için, Fransızlar bu sözün sadece  Hayfa, Hebron, Kuzey Galile Necef Çölü'yla sınırlı kalacağını umuyordu. Oysa "Yurt", Filistin olarak tanımlanmış Kudüs ve Akra sancaklarının tamamını kapsıyordu.

Şam'a varış, Eylül 1918

Allenby, Lloyd George'un ondan istediği gibi Noel'den önce, 11 Aralık 1917'de Kudüs'e girdi. Sonrasında Faisal'ın kabileleriyle birlikte tren raylarını bombalayarak, yerleşimleri yağmalayarak 4. Ordunun kuvvetlerini Şam'a doğru sürdü. Ordu, geri çekilişinin son yüz yirmi kilometresinde Dara'dan Şam'a kadar iki gün içinde tükendi. Dara'dan çıkarken altı bin kişi olan 4. Ordu, yirmi beş kilometre kuzeydeki Şeyh Miskin'e vardığında beş bin, elli kilometre sonra Mesmiye'ye geldiğinde üç bin ve Şam'ın on altı kilometre dışına ulaştığında iki bin kişiye düştü. Onları Şam'da Mekke Şerifi Hüseyin'in küçük oğlu Nasır ve Filistin'in en güçlü kabilesi olan ve savaştan sonra "Aşiretinin topraklarını Yahudilere satan Arap" diye anılan Ruvallah'ın reisi Nuri Şalan yakaladı. 4. Ordudan kalan askerler Şalan'la İngilizler arasına sıkıştı. Tam bir kıyım yaşandı. Lawrence günlüğüne "Toplamda yaklaşık beş binini öldürdük, sekiz binini yakaladık.." diye yazdı. Ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa (Yahudi asıllı Alman komutan) şehit olmaktan kıl payı kurtuldu. "Yahudi Milleti", Osmanlı'da Fatih'ten (1492) beri çoğunlukla büyük kentlerde oturan "kadim" bir tebaydı. Hükümet'in "Filistin" diye tanımladığı (1891) Kudüs ve Akka sancaklarıyla buranın civarında oturanlar ise yakın dönemde Osmanlı tebasına geçen yahudilerden oluşuyordu. Sanayi devrimi ile birlikte 1870 lerden itibaren yükselen milliyetçilik akımı Avrupa'daki devletlerin ırkçı ve baskıcı uygulamalarını arttırdı. Doğu Avrupa ve Rusya'da baskıların 1892'de zirveye çıkmasıyla daha da şiddetlendi. Yahudiler, polgromlarda ve belirli mahallelerde yaşamaya zorlanırken, Osmanlı'dan kaçmak bir yana çare olarak Osmanlıya sığındı. Canını kurtarmak ve daha güvenli bir yaşam isteyenlerin çoğu Amerika ve Kanada'ya, bir daha benzer olayları yaşamamak kendi yurtlarını kurmak isteyenler de Osmanlı'ya yöneldi. "Kutsal topraklar"a, Kudüs'e 1830'larda başlayan göçle birlikte, 1882 yazında 3 bin kadar Yahudinin Yafa'da kendi geçimlerini sağlayabilen koloniler kurmasıyla yeni bir dönem başladı. Sanayi devrimi ile birlikte 1870 lerden itibaren yükselen milliyetçilik akımı Avrupa'daki devletlerin ırkçı ve baskıcı uygulamalarını arttırdı. Doğu Avrupa ve Rusya'da baskıların 1892'de zirveye çıkmasıyla daha da şiddetlendi. Yahudiler, polgromlarda ve belirli mahallelerde yaşamaya zorlanırken, Osmanlı'dan kaçmak bir yana çare olarak Osmanlıya sığındı.

II. Abdülhamid ve Yahudiler

II. Abdülhamid, Yahudilerin Osmanlı topraklarına yerleşmesine ve toprak satın almasına karşı değildi. Sultan'ın tebasına geçenlerin "Yahudi Milleti"nin bir parçası olmalarında bir sakınca yoktu. Ancak topluca Filistin'e yerleşmelerinden ve koloni kurmalarından endişeliydi. "Ecdat toprağı"nı satmak istemiyor ve kolonilerin güçlenmesinin iktidarını zayıflatmasından, "Hükümet içinde  hükümet" olmalarından endişe ediyordu. Osmanlı borçlarının silinmesi, madenlerin işletilmesi, fabrikalar kurulması, demiryolu yapılması, üniversite ve diğer eğitim kurumları açılması gibi o dönemde Osmanlı için son derece "cazip" teklifleri kabul etmedi. Ne var ki, sözlü ve yazılı yasakların tümü, delik deşik olmuş ve çürümüş Osmanlı bürokrasisinin görünen eli gibi açık ya da toplumsal gelişimin görünmeyen elin sosyal gücü kolonileşmeyi durduramadı. 1882'den sonra 32 koloni daha kurulmuş satın alınan topraklar 400 bin dönümü aşmıştı. Osmanlı borçlarının her gün arttığı bu dönemde Avrupa'da yükselen bankacı ve sanayiciler ile entellektüellerin oluşturduğu "Yahudi cemaati" Avrupa'dan kaçan Yahudilerin "Kutsal Topraklar"a, Filistin'e yerleştirilmesine odaklanmıştı. Teodor Herzl, Prusya kralı II. Wilhelm'in desteğiyle Dünya Siyonist Teşkilatı adına Padişah düzeyinde, II. Abdülhemid'le pazarlık yaparak Filistin'i satın alarak bir devlet kurmaya çalışırken; II. Mahmut döneminden beri (1834) Sarayla sıkı ilişkisi olan İngiliz vatandaşı ve Londra Borsa'sının güçlü adamı Edmond de Rostschild yerel düzeyde, Filistin'de kendi ya da başkaları adına değişik yollardan satın aldığı arazilerde oluşturduğu kolonileri birleştirerek bir devlet kurmaya çalışıyordu.

Koloni yapılanması ve etkileri

Kolonilerin kendi idari yapıları, güvenlik, sağlık ve eğitim birimleri vardı. O güne kadar çoğu çorak boş arazilere zeytin, dut, asma, ve değişik meyve ağaçları dikildi, bağ bahçe oluşturuldu. Açılan okulların eğitimi de bu üretime uygun tarım tekniklerini, bağ ve bahçelerden elde edilen ürünlerin işlenmesine yönelik, yağ, ipek böcekçiliği, şarap üretimi gibi konuları içeriyordu. Yerleşim yeri olduğu kadar birer üretim birimi de olan kolonilerin gücü, Siyonistlerin parasal desteğinin Avrupa kültürüyle kullanabilme becerisine dayanıyordu. Avrupa'da öğrendikleri tekniklerle yapılan tarım ve ona uygun sanayi temeline dayalı ekonomiye ve ekonominin eğitimle desteklenen sosyal yapısı, Yahudileri  Filistin'deki Arap toplumunun kabilele yapısından farklılaştırıp geliştiriyordu. Çölde kurulan koloniler gerçek bir vahaya dönüşüyordu. Bu arada üretimle ilgisi olmayan Arap kabile reisleri kolonileri örnek almak yerine kabile arazilerini satıyor, köylüler işsiz kalıyor, toplumsal huzursuzluk "Yahudi düşmanlığı"na dönüşüyordu. Osmanlı devletinin ve kabilelerin bilgisi ve görgüsü bu huzursuzluğu giderebilecek kültürel güçten yoksundu. Bu nedenle sorunu ne Yahudilere kolonileşmeyi yasaklayarak çözebiliyor, ne de kolonileşme karşılığında "Osmanlı'nın borçlarını silelim" önerilerini "Ecdat yadigarı" diye kabul edebiliyordu. Dahası Yahudilerin ödemek istedikleri vergiyi bile toplayamıyordu: Örneğin, 1893 yılında Akka Sancağı dahilinde bulunan Şakya, Ümmüttavt, Ümmülcemal ve Nezale köylerindeki meyveli ağaçlar için 20 yıllık aşar vergisini önceden ödeme takvimi sunmuşlar... Beyrut valiliği... Maliye Nezareti... Hükümet toplantısı...derken sonunda "Aşar Nizamnamesi hükümlerine aykırı olduğuna" (!) karar verilerek kabul edilmemişti…

Sykes-Picot'dan sonrası 

Osmanlı'nın II. Abdülhamid ve sonrasındaki direnişi Filistin'de "Yahudi Yurdu" kurulmasına izin vermedi. Siyonist lider Herzl'in de, Padişah II. Abdülhamid'in de ısrarlarının gerekçesi kendi toplumlarına özgü nedenleri olan insan ve kültürel bağlara ilişkindi. Herzl, "Yahudi yurdu" olarak Filistin'e alternatif olarak önerilen Arjantin'in "Arjantinliler ile aramızda sorunlar çıkabilir... ama Filistin bizim her zaman tarihi bağlarla..." diye istiyor,  II.Abdülhamid ise "Yahudi düşmanlığına, halk arasında huzursuzluğa... ve Ecdat toprağı'nın Devlet içinde devlete neden olacağı..." için kabul etmiyordu. Anlaşmazlığın temelinde kültürel farklılık vardı. Her ikisinin de ortak noktası ülke içinde ve dışında toplumsal uyum (antisemitizm ve barış) ve bunu sürdürebilecek bir iktidar endişesiydi. Yahudilerin Batılı kültürü, Orta Doğu'nun değil Batı toplumlarının dinamikleriyle oluşmuştu. Oysa Sykes-Picot anlaşmasını yapan ülkeleri o coğrafyanın "Kimseye ait olmayan topraklar"ına Yahudileri yerleştirirken kapitalizmin uluslararası piyasalardaki kendi ülke çıkarlarının dışında, Arap toplumu ile Yahudiler arasındaki kültürel farklılığı gözetmek gibi bir endişeleri yoktu.  Sonunda, acziyeti gün geçtikçe artan Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu toprakları Birinci Dünya Savaşı başlarında İngiliz ve Fransızların kendi aralasında yaptığı anlaşma ile paylaşılması tasarlanmış, savaş sonunda İngilizler, Antakya dahil Halep vilayetini Fransızları vererek Filistin’e 1919 yılında el konulmuş, Orta Doğu'ya da çatışmalı bir siyasal ortam bırakılmıştır.

Kaynaklar

Ali Arslan (Prof. Dr.), Yahudilerin Filistine Sakince İskanı, İskenderiye Kitap, 2023, 1.Baskı David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, Epsilon Yayınevi, 2018, 7. Baskı James Karr, Kırmızı Çizgi, 2016, Pegasus Yayınları, 2. Baskı James Karr, Çöl Ateşi, 2020, Pegasus Yayınları, 1. Baskı William L. Cleveland, Modern Middle East, Westview Press, 2009, 4th Edition

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER