‘Yerli ve Milli’ çözüm süreci (2)
SİYASETPKK’nın silah bırakması, dışarda sınır güvenliğini sağladığı ölçüde içerde de otoriterleşmeyi tahkim edebilir. Bu durumda sistemin gücü, barışa sevinmemizi çok fazla izin vermeyebilir. Sonuçta otoriterleşme sadece siyasi alanın daralmasına değil aynı zamanda demokrasi ve özgürlüklerin de sınırının daralmasını doğuracaktır.
Medya izlediğimizde yeni süreçle ilgili iyimseler kadar karamsar olanlar kadar ihtiyatlı iyimserleri de görüyoruz.
Bu gayet doğal. Sonuçta sonu hayal kırıklığı ile biten bir süreç var geçmişte.
Medyada var olan ihtiyatlı iyimserler için de, karamsar olanlar içinde iktidar bloku kabul etmese de tartışmanın bir boyutu kaçınılmaz olarak Kürt sorunun çözümü ve bunun temel şartlarından birisi asgari demokratik bir düzenin olup, olmayacağı ile ilgilidir.
Bununla ilgili şu ana kadar açıklanmış bir durum söz konusu değildir.
Yeni başlayan süreç, içerdeki Kürt sorununun çözümünden çok dışarda i) PKK silah bırakması ve ii) Suriye’deki otonom yapının Türkiye için risk olmaktan çıkarılmasını önceliklendiriyor.
Bu açıdan 2013-2015 döneminden farklı olarak Kürt sorununun çözülmesini de kapsayan bir süreç değil.
Bu süreci ilkinden farklı kılan ikinci neden, çağrının MHP lideri Bahçeli tarafından yapılmış olması. Ama hemen ekleyelim ki, bu çağrının ana referansı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu işi biz çözelim” mealindeki siyasi hamlesidir.
Bu noktada Bahçeli’nin süreci başlatmadaki temel fonksiyonu, PKK’ya silah bıraktırma aracı olarak görülen Öcalan’ın sonrasında “umut hakkı”ndan yararlanması konusunda toplumdaki milliyetçi refleksi yumuşatmasıdır.
Bu ülkede demokratlar, özgürlükçü solcular yıllardır bir sonuç olan PKK’nin işlevsiz hala gelmesinin yolunun, örgütün ortaya çıkmasına yol açan nedenlerin yani Kürlerin kamusal alanda eşitliklerini sağlayacak temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesini olduğunu söylüyor ve yazıyorlar.
Ne yazık ki, bu konuda adım atılmadığı gibi istisnai dönemler dışında güvenlikçi politikalar sadece Kürtlerin değil kamusal alanda eşitlik, özgürlük talep eden tüm toplumsal kesimlerin baskı altına almıştır.
Bugün iktidar/devlet bloku PKK’yi işlevsizleştirmek için demokrasi, özgürlüklerin alanının genişletmeyi değil, İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan’ı kullanmak istiyor. Öcalan’ın sadece PKK değil Suriye’deki otonom yapı üzerinde var olduğu düşünülen etkisini kullanmak ve iki yapıyı da etkisizleştirmek istiyor.
Bu süreçte de öncekinde olduğu gibi Kürt siyasi hareketi, Bahçeli’nin de isteği ile aracı rolünü üstleniyor. Oysa onların yapması gereken sadece aracılık değil sürecin siyasi öznelerinden biri olma yolunda siyaset üretmeleridir.
İKTİDAR/DEVLET BLOKUNUN ÖNCELİĞİ
Kim ne derse desin iktidar/devlet blokunun önceliği bu aşamada, ülkenin demokratikleşmesi, hak ve özgürlük alanının genişlemesi değil. Öncelik Ortadoğu’daki olası gelişmeler karşısında sınır ötesinden doğabilecek riskleri minimize etmek.
İkinci amaç ise Anayasa değişikliği ise Erdoğan’ın yeniden aday olmasının yolunun açılmasıdır.
Bu iki gerçeği göz önüne almakta fayda var.
Ancak hemen ifade edelim ki, PKK’nın ve silahın devre dışı olması Kürt siyasi hareketinin siyaseten çok daha özgür olmasının yolunu açacaktır. Bu özgürlüğün, siyaseten anlamlı olmasının şartı ise, içeride onların da siyaset yapabilecekleri siyasi alanının varlığına ve genişliğinde bağlıdır.
Var olan sistemin otoriter özünü düşündüğümüzde, olası barış durumunda dahi Kürt siyasi hareketinin siyaseten işlevini tam olarak yerine getirebileceğini varsaymak güç olacaktır. Bu sadece Kürt siyasi hareketi için değil iktidar bloku dışındaki tüm siyasi partiler için böyledir.
Diğer bir tez de, Öcalan’ın umut hakkından yararlandığı bir ortamda Demirtaş dahil, diğer siyasi tutukluların da serbest kalabileceğidir. Bu teorik olarak gerçekçi olabilir. Ancak bunun siyaseten işlevsel olması yine siyasi alanın varlığı ve genişliğine bağlıdır.
Oysa eğer bu süreç başarılı olacaksa, Öcalan-Erdoğan-Bahçeli’nin liderliklerinin dışına çıkıp; Kürt sorununun dolayısıyla asgari demokratikleşmenin de konuşulduğu katılımlı, şeffaf bir sürece dönüşmelidir. Ve Kürt sorununu yok sayan değil, o alanda atılacak olumlu adımların süreci hızlandıracağını unutmamalıyız
2015’DEN BUGÜNE
Dünkü yazımda da ifade ettim, ilk çözüm sürecinde iktidar da, PKK da süreci, pragmatik biçimde kendi yararlarına kullandı. AKP, 2014 yerel seçimlerini kazanmak için çatışmasızlığı; PKK ise Suriye’deki yapının güçlenmesi için süreci uzattı.
Ancak 2015 Mart ayına geldiğinde Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum diyerek uzun süre önce bitmiş olan süreci fiili olarak da bitirdi.
İlginç olan ise bugün karşımıza Cumhur İttifakı olarak duran AKP-MHP ittifakının, ilk çözüm sürecinin bitişini takip eden aylarda yani 2015 Nisan-Mayıs’ta kurulmuş olduğudur. Bu ittifak o dönemin koşullarında bir anlamda anti-Kürt koalisyonudur.
2015’de 7 Haziran seçim sonrasından bugüne kadar yaşananları biliyoruz. Ülke içindeki siyasi iklimi de, siyasi pratikleri de. Bu açıdan içinde bulunduğumuz dönemin siyasi koşulları 3 Ocak 2013 öncesinden çok daha ağırdır.
Ancak bu gerçeğe rağmen süreç içinde yer alanlar değişen bir şey yokmuş gibi davranmayı tercih ediyorlar.
Mesela DEM grubu ile görüşen Öcalan’ın kamuoyuna sunulan 7 maddelik açıklamasına bakalım. Bu maddeler, yine Dolmabahçe Mutabakatı’nda Öcalan’ın söylediklerinden hangi yönüyle farklılaşmaktadır?
Bu metinlere de, ilk sürecin görüşme notlarına bakıldığında da görülecektir ki, temel mesele ve öncelik; değişin uluslararası konjoktürün yanında ülkenin demokratikleşmesinin zorunluluğudur.
Eğer Kürt sorunu çözülecekse asgari çerçeve budur.
Oysa başlayan yeni süreçte buna dair hiçbir işaret söz konusu değildir. Tersini savunanlar sanırım, Öcalan notunda yer alan; “Bütün bu çabalarımız, ülkeyi hak ettiği düzeye taşıyacak ve aynı zamanda demokratik bir dönüşüm için de çok kıymetli bir kılavuz olacaktır.” ifadeleri olmasa gerek.
Yine Öcalan aynı mesajında; “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.” derken ilk süreçten farklı olarak yeni bir paradigma çerçevesinde Bahçeli’nin devreye girmiştir ki, süreci Erdoğan’ın telkini ile başlatan kendisidir.
İlk süreçte Öcalan ve Erdoğan’ın iradesine güvenen taraflar, bu kez de Bahçeli’nin “milliyetçi” kimliğine güveniyor hatta çağrıyı onun yapıyor olmasını sürecin sigortası sayıyorlar.
Oysa eğer bu süreç başarılı olacaksa, Öcalan-Erdoğan-Bahçeli’nin liderliklerinin dışına çıkıp; Kürt sorununun dolayısıyla asgari demokratikleşmenin de konuşulduğu katılımlı, şeffaf bir sürece dönüşmelidir. Ve Kürt sorununu yok sayan değil, o alanda atılacak olumlu adımların süreci hızlandıracağını unutmamalıyız
Elbette, PKK’nın silah bırakması, sınır güvenliğinin sağlanması hepimizin temennisidir.
Ancak PKK’nın silah bırakması, dışarda sınır güvenliğini sağladığı ölçüde içerde de otoriterleşmeyi tahkim edebilir. Bu durumda sistemin gücü, barışa sevinmemizi çok fazla izin vermeyebilir. Sonuçta otoriterleşme sadece siyasi alanın daralmasına değil aynı zamanda demokrasi ve özgürlüklerin de sınırının daralmasını doğuracaktır.
Unutmayalım ki, iktidar/devlet bloku bir yanda güvenlik kaygısıyla bu süreci başlatırken bir başka hedefi de anayasa değişikliği ile Erdoğan’ı bir kez daha aday olmasını sağlamak olduğunu unutmamak gerekiyor.
İlginizi Çekebilir