Yerel demokrasi ve birey ilişkisi üzerine
YORUMYerel demokrasi ve birey ilişkisi üzerine
KLEİSTHENES, REFORM VE SORUN ÇÖZME
Kleisthenes kan bağına dayalı dört kabile örgütlenmesini yıkarak, coğrafi bağa dayalı bir kabile örgütlenme tipi kurdu. Yeni yönteme göre Atina polisi, kent (asty), kıyı (parali) ve iç bölge (mesogeois) olmak üzere üç bölgeye ayrıldı. Her bölge, her bir bölümüne trittys (üçte bir) denen on bölüme ayrıldı. Dolayısıyla ortaya otuz trittys çıktı. Her bölgeden bir trittys alınarak üç trittys kura çekilerek birleştirildi. Dolayısıyla toplamda üçer trittys’den oluşan on yeni kabile çıktı; ancak bu kabileler artık kan bağına dayalı değildi. Böylece farklı bölgelerden ve karşıt sınıflardan kurayla heterojen (heteros genos) kabileler oluşturulmuş oldu. İşte size o dönemde bölünme ve yeniden birleşme sonunda ortaya çıkan yeni Atina haritası:[3] Burada “kenti bölmek ne demek, bölücülük mü bu?” biçimindeki suçlamanın son derece çiğ ve sığ bir suçlama olacağı konusunda uyarayım. Kentin bölündüğü filan yok. Kent aynen yerinde duruyor. Sadece kabile yapısının etkinliğini kırmak amacıyla kabile üyelerinin, kabile liderinin istekleri doğrultusunda hareket etmeleri önleniyor. Kliesthenes’in 2500 yıl önce sorun olarak görüp reformla düzelttiğini günümüz az gelişmiş demokrasileri bir sorun olarak yaşamaya devam ediyorlar: Bu sorunu çözemezlerse demokrasi bir addan ibaret kalmaya mahkûmdur. Bu reformun önemi şu: Kabilenin üyeleri kentin uzak bölgelerinden başka kabile üyeleri ile aynı yönetim birimi içinde birleştirildiğinden, artık kabilenin çıkarları doğrultusunda kabile liderlerinin emirlerini yerine getirmeleri mümkün değildir. “Ya ne yapacak kabile üyeleri?” Bundan sonra kabile üyesi kendisinin ve içinde yaşadığı yerel topluluğun çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapacak. Bunun için de bireyin artık kendi aklına güvenmesi gerekir. Bireyin kendi aklıyla hareket etmesinin bir de adı var: Aydınlanma. Kişinin, aklını, başkasının kılavuzluğu olmaksızın kullanması ve toplumsal normlar ile değerleri akıl süzgecinden geçirip akılla eleştirip aydınlatması”[4] Cemaat ve tarikat yanlılarının “aydınlanma” sözcüğünden pek çok nefret etmeleri boşuna değil. Aklını, kılavuzluk ihtiyacı duymaksızın kullanmaya başlayan birey artık lidere biat edemez; biata dayalı yapı son bulur. Biata dayalı yapının son bulması kabile, aşiret, cemaat, tarikat, lider sultasına dayalı siyasal parti gibi yapıların sonunu getirir. Bu arada belirteyim, bu tür yapıların aydınlanmayı aşağılarken dile getirdikleri aydınlanmanın dine karşı olduğu biçimindeki iddia da külliyen yalan. Tam tersine, aydınlanma bireyin inancını kendi seçmesi gerektiğini ileri sürer ve bunun sonucu, tam bir din ve vicdan özgürlüğüdür. Asıl din ve vicdan özgürlüğü bütün bireylerin kendi inançlarını özgürce seçmeleri anlamına gelir ve bunu sağlayacak olan aydınlanmadır. Oysa biat kültürü kimseye din ve vicdan özgürlüğü tanımaz: Mürit, kabile, cemaat ya da tarikat liderinin söylediklerine körü körüne inanmak; kendi deyimleriyle teslim olmak zorundadır; onun dediklerinin dışındakini seçmek mümkün olmaz. (Bu yapılanın Tanrıya teslimiyetten söz edip kendilerine teslimiyet istedikleri gözden kaçmamalıdır. Bu yaptıkları şeyin adı ise en büyük günah olan “şirk koşma”, yani “Tanrıya ortak olma”dır.) Müridin bu tür bir seçim hakkı olmadığı için Tanrı’nın gönderdiği Kutsal Kitabı kendi diliyle okuması da gerekmez; hatta okumaması gerekir. Mürit Kutsal Kitabı, hiç bilmediği bir dilden okuyup ezberlemelidir; Kutsal Kitabın ne söylediğini ise liderlerinin ağzından dinlemelidir. Mürit, liderin Kutsal Kitabı anlama, yorumlama ve açıklama yetkisini kimden aldığını sorgulama gereği bile duymaz; duymamalıdır. Oysa bir ilahiyatçı şunu söylediğinde son derece haklıdır: “Tanrı insanı yarattıktan sonra onun nasıl davranması gerektiğini göstermek için emirlerini Kutsal Kitapla göndermiş ve Kutsal Kitabı anlaması için insanı akılla donatmıştır.” Bu kesinlikle doğru… Tanrının gönderdiği Kutsal Kitabı ancak Tanrının verdiği akılla anlayabiliriz, kavrayabiliriz. Tanrı Kutsal Kitapların hiçbirinde ve hiçbir yerinde “insanlar, onlara gönderdiğim emirleri kendileri anlayamazlar, Kutsal Kitabı anlamaları için liderlerinin sözünü dinlemeleri gerekir” dememiştir. Demiş olsaydı bu liderlerin kim olduğunu da söylerdi. Demokrasi bireyin varlığını gerektirir; bireyin varlığı akıl kullanımıyla ilişkilidir. Aklını bir lidere ipotek eden birinin birey olduğu ve aklıyla kendini yönettiği söylenemez.DEMOKRASİ BİREYİN VARLIĞINI GEREKTİRİR
Tekrar konuya dönelim: Demokrasi bireyin varlığını gerektirir; bireyin varlığı akıl kullanımıyla ilişkilidir. Aklını bir lidere ipotek eden birinin birey olduğu ve aklıyla kendini yönettiği söylenemez. Aklını ipotek eden bireylerin çoğunlukta olduğu bir toplumda, kendi kendini yönetim söz konusu olmadığından tanım gereği demokrasi de yoktur ya da sakattır. Demokratik toplumlar, bireylerin özgür akıllarıyla, kendilerinin (ve dolayısıyla toplumlarının) çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri toplumlardır. Başkalarının aklıyla ya da liderlerine biat ederek kendileri üzerinde yönetme yetkisi veren toplumlar demokrasiyi seçime indirgemiş olurlar. Bu son söylediğim olsa olsa biçimsel anlamda demokrasi olur, özü yönünden demokrasi olmaz. Bir benzetme Kapımın önünde 1950 model bir otomobilim var ve ben ona uçak diyorum. Benim bu otomobile uçak demem onu uçak yapmıyorsa, birilerinin akılcı bireyin etkin olmadığı bir yönetime demokrasi demesi de bu yönetimi demokrasi yapmaz. Yerel seçimlerde kendi aklımıza dayanarak, kendi aklımızla bulduğumuz bireysel ve toplumsal çıkarlara göre davranmamamız; sağlanan küçük çıkarlar karşılığında seçim yapmamız demokrasiyi zayıflatır ya da yok eder. “Sakat olmadığım halde liderimin partisi bana sakat maaşı bağladı; onlar iktidarı kaybederse maaşımı kaybederim” diyorsan ya da “siyasi bağlantıları olan şeyhim devlet olanaklarını seferber ederek köyümüze villalar yaptırdı ve ben bu sayede iş bularak geçimimi sağlıyorum” diyorsan, bu yollar yasa dışı olduğundan, ödediğim vergiyi çalmakta olduğunu hatırlatmaktan yapacak başka şeyim yok. Bu durumda hırsızlık[5] nedeniyle ilahi adalet tarafından cezalandırılıp cezalandırılmayacağını bilemem ama altında bulunduğumuz yönetim biçiminin bilimsel anlamda demokrasi olarak adlandırılamayacağını çok kolaylıkla söyleyebilirim. Benden söylemesi… Fahri Bakırcı, Prof. Dr., TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi [1] Buradaki polisin günümüzde iç güvenlik teşkilatı olan polisle benzerliği sadece bir isim benzerliğidir. [2] Bu yazıdaki bilgiler şu kaynaklardan derlenmiştir: Şenel, Alaeddin. (1982), Siyasal Düşünceler Tarihi: Tarihöncesinde, İlkçağda, Ortaçağda Ve Yeniçağda Toplum Ve Siyasal Düşünüş (Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları); Ağaoğulları, Mehmet Ali. (1994), Kent Devletinden İmparatorluğa (Ankara: İmge Yayınevi); Diakov, V., ve S. Kovalev. (2014), İlkçağ Tarihi: Ortadoğu, Uzakdoğu, Eski Yunan, Cilt I. (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev. Özdemir İnce) [3] John Thorley, (2004). Athenian Democracy. (Londra ve New York: Routledge) [4] Macit Gökberk. (1980), Felsefe Tarihi (İstanbul: Remzi Kitabevi) [5] Hırsızlık sözcüğünü hukuksal anlamda kullanmıyorum.İlginizi Çekebilir