Yeniden Refah’ın yaptığını Gelecek neden yapamadı
KÖŞE YAZILARIYeniden Refah’ın yaptığını Gelecek neden yapamadı
SİSTEMİ DEĞİŞTİRMEK Mİ DAHA ÖNEMLİ, OY ORANI MI
Sebebi açık: Davutoğlu, ilkelerinin hayata geçebilmesini partisinin oy oranının üstünde tuttu. Hal böyle olunca, Davutoğlu’nun önündeki yol ikiye ayrıldı: Ya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ya Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem. Birinde YRP tarzı siyasetin kolaycılığı, ötekinde çetrefil bir yürüyüşün azaplı günleri vardı. Jakoben laiklik anlayışıyla geçen bir ömrün CHP ile kesişmesi kolay değildi. Ama Türkiye, 15 Temmuz’la birlikte girdiği süreçte kuvvetler ayrılığını yok sayan tuhaf bir başkanlık sistemine geçmişti ve sorunlar çığ gibi büyüyordu. Türkiye’nin bu sistemden bir an evvel çıkması gerekiyordu çünkü partilerin kimyasını da bozan 50+1 sistemi yüzünden ülke sürekli kutuplaşıyordu. Çoğulculuk, demode bir kıyafet gibi dolabın ücra köşesine kaldırılmışken 50+1 oy alanın her istediğini yapabileceği “çoğunlukçu” bir sistem ekonomiden hukuka her alanı tıkaç gibi kapıyordu. Türkiye’de bunlar yaşanırken, sığınmacı dalgası Avrupa’da dahi otoriter eğilimlerin önünü açıyordu. Yani, Türkiye’deki otoriterleşme, küresel eğilimle de benzer bir süreç izliyordu; Avusturya’nın ikide bir faşist birini seçmesi alışıldıktı belki ama Fransa’dan İsveç’e, Brezilya’dan Hindistan’a pek çok ülkede durum benzerdi. İşte bu ortamda gidiliyordu 14 Mayıs seçimlerine. Ve Ahmet Davutoğlu bir karar verdi. Türkiye’yi bu otoriterlik yolundan çıkaracak bir formül ararken bunun dünyadaki gidişatı da tersine çevirebileceğini umuyordu. Kurulmasına öncülük ettiği Altılı Masa’nın esas çabası Türkiye’yi otoriterleşmeden kurtarmaktı. Hangi görüşe mensup olursanız olun, gelin, bir masa etrafında birbirimizle konuşalım, bütün meseleleri konuşarak çözelim, hep birlikte, kimseyi dışlamadan ve “öteki” ilan etmeden ülkeyi ayağa kaldıralım, demokrasiyi hakim kılalım. Altılı Masa’nın harcı ise bizzat Gelecek Partisi’nden Prof. Serap Yazıcı’nın kaleme aldığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli” ile atıldı. Daha sonra, Altılı Masa’da ufak tefek rötuşlarla kabul edilen bu önerinin altında Gelecek Partisi’nin imzası vardı. Altılı Masa’nın 14 Mayıs seçimlerini kaybetmesi konusuna girmeyeceğim, -süreci anlatan henüz yayınlanmadığım bir kitap da yazdım- ama bu masanın kurulması sayesinde kutuplaşma siyasetine karşı en ciddi adım atılmış oldu. Bir partinin seçim otobüsünde farklı partilerden, görüşlerden insanlar vardı. Saadet’in iftarında Kılıçdaroğlu konuşuyor; CHP’nin mitinginde halkı Ali Babacan selamlıyordu. Yereldeki siyasetçiler vasıtasıyla taban birbiriyle tanışıyor, konuşuyor, ortak bir sevinci, ortak bir acıyı paylaşıyordu. Doğumlarda, cenazelerde, hastalıklarda, kutlamalarda ilk kez biraraya geliyordu. Seçimi kaybetmiş olsa da Altılı Masa büyük bir zihniyet dönüşümünün işaret fişeğini yakmıştır. Benim kıstaslarımla göre, en büyük ve en uzun soluklu başarı da bu. Eğer seçmenin 1.5 puanlık kısmı tercihini Altılı Masa’dan yana yapsaydı, bugün emin olun, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında otoriterleşmeye karşı “Altılı Masa Modeli” konuşuluyor, üstüne tezler yazılıyordu.TANIDIĞINIZDAN NEFRET EDEMEZSİNİZ
Basit bir kural vardır: İnsan sadece soyuttan nefret eder. Somuta indirgediğinizde, yani o kişiyle tanıştığınızda, onu sadece bir partiye veya kimliğe mensup görmediğinizde nefret de edemezsiniz. Altılı Masa, Türkiye’nin girdiği kutuplaştırma siyasetine karşı verilmiş en büyük mücadeledir. Eğer seçmenin 1.5 puanlık kısmı tercihini Altılı Masa’dan yana yapsaydı, bugün emin olun, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında otoriterleşmeye karşı “Altılı Masa Modeli” konuşuluyor, üstüne tezler yazılıyordu. Nasıl ki “Malezya Modeli” siyaset literatürüne girdiyse, “Altılı Masa Modeli” de girerdi, bütün dünyada otoriterleşme-karşıtı hareketin kıblesi haline gelirdi. Olmadı. Ama seçimde alınan bu yenilgi, Altılı Masa’nın tümüyle başarısız olduğunu ve kaybettiğini asla göstermez. Gelgelelim, Altılı Masa’nın kuruluşuna öncülük etmek Gelecek Partisi’nin oyunu yükseltecek bir girişim değildi, bunun böyle olmadığı da bilinmeyen bir şey değildi. Parti kurulmadan önce sorulan “Ahmet Davutoğlu parti kursa oy verir misiniz?” sorusuna “Evet,” diyen yüzde dokuzluk bir seçmen vardı. Tabii ki bu yanıt, henüz adı bile olmayan, kurulmamış bir partinin 9 puanla başlayacağını göstermez, ama bir karşılığı olduğunu gösterir. Bu 9 puan, genellikle, AKP’nin hukuk ve ekonomi alanındaki siyasetinden memnun olmayan tepkili seçmenden neşet ediyordu. Ama Gelecek’in kısa süre sonra Altılı Masa’da CHP ile oturması bu seçmenin beklediği, istediği, doğrusu ya, tasvip ettiği bir şey değildi. Zira Altılı Masa daha önce görülmemiş yepyeni bir siyaset tarzıydı ve içselleştirilmesi için de zamana ihtiyaç vardı. Mahallelerin yüz yıllık kapalı kapıları açıldığında insanların tedirgin olması doğaldır. Giren ilk ışık gözünüzü kamaştırır ama sabrederseniz, eğer o kapının açılmasının iyi olduğuna samimiyetle inanıyorsanız, gözünüz bir süre sonra ışığa alışır ve siz dünyayı çok daha güzel görmeye başlarsınız. Peki, sizce Ahmet Davutoğlu’na “Altılı Masa’nın kurulması için çaba gösterme, tek başımıza olalım, CHP’ye vurmak bizi seçmen nezdinde sürekli yükseltecektir,” diyen olmamış mıdır? Ama bu durumda partinin oyunu yükseltmek mümkünse de Türkiye’yi içine girdiği sistemden çıkarmak imkânsızdı. “Siyaseten doğru” ile “ahlaken ve vicdanen doğru” birbiriyle çeliştiğinde, Davutoğlu, hiç tereddüt etmeden, bir kez daha dikenli yoldan yürümeyi seçti. CHP’li Cumhurbaşkanı adayı, Altılı Masa’nın ortak adayı olduğu için alışılmış reflekslerin hiçbirini göstermedi -bu cümlenin tersi de doğru: Alışılmış reflekslerin hiçbirini göstermediği için Altılı Masa’nın adayı oldu. Başörtüsüne yasal güvence istedi, 28 Şubat mağdurlarına gitti, helalleşme yolculuğuna çıkarak Tek Parti mirasıyla yüzleşti. En kolayı, kuruluştan itibaren CHP ile sonsuz kısır didişmelere devam etmekti ama ilk günden beri o yola tevessül edilmedi. Altılı Masa’nın olmadığı bir ortamda Gelecek Partisi, AKP’den daha radikal bir söylemle seçmenin karşısına çıksın. Popülizme abanarak ilkeleri boşversin, korku aşılayan bir dille konuşsun. Ve, Cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ı desteklediğini açıklasın. Bu durumda, Gelecek Partisi, hiçbir ittifakın içinde yer almaya mecbur kalmadan barajı tek başına rahatlıkla aşardı.YA ALTILI MASA OLMASAYDI?
Şimdi makarayı geri saralım ve zamanda bir yolculuğa çıkalım. Davutoğlu, Altılı Masa’nın kurulması için hiçbir şey yapmamış olsun, böylece Altılı Masa diye bir şey de hayatımızda olmasın. Lütfen bana 2019 seçimlerindeki Millet İttifakı’nı örnek göstermeyin çünkü o sadece bir seçim ittifakıydı, seçimden sonra da bitti, Altılı Masa ise ürettiği dokümanlarla Türkiye’nin geleceğini inşa etmeye çalışan en büyük projeydi. Makarayı geri sarmaya devam edelim. Altılı Masa’nın olmadığı bir ortamda Gelecek Partisi, AKP’den daha radikal bir söylemle seçmenin karşısına çıksın. Popülizme abanarak ilkeleri boşversin, paranoya ve korku aşılayan bir dille konuşsun. Ve, en önemlisi, Cumhurbaşkanı adayı olarak Erdoğan’ı desteklediğini açıklasın. Bu durumda, en ufak şüpheniz olmasın, Gelecek Partisi, hiçbir ittifakın içinde yer almaya mecbur kalmadan barajı tek başına rahatlıkla aşardı. Bunu söylerken, Erdoğan’a hiçbir koşulda destek olunamaz da demiyorum. Demirel’in meşhur sözünü hatırlatayım: “Barışmayı bilmeyen siyaset yapmasın.” Şayet Erdoğan, AKP’nin Parti Programı’nda yazan ilkelere dönmeye karar verse, sanırım, yanında evvela Davutoğlu’nu bulur -bugünkü ortakları ise birbirlerine derhal “tekeden süt sağılır mı?” diye sormaya başlarlar. 14 Mayıs seçimleri, sadece Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasında bir seçim değildi, aynı zamanda bir “sistem referandumu” idi. Ne yazık ki, özellikle iletişim alanında yapılan hatalar neticesinde, seçim bir “sistem referandumu” olmaktan çıktı, ama montaj ama şu ama bu derken, kendimizi bir anda muhayyel bir “güvenlik endişesinin” hakikatmiş gibi yaşandığı bir atmosferde bulduk. Üstelik, bu son bir-iki haftada oldu. Dolayısıyla, ben bu seçim sonucuna bakarak toplumun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin kalıcı olmasını istediği sonucuna varamıyorum. Varoluşsal olduğu için her türlü tartışmayı bastıran bazı endişeler, seçimin bir sistem referandumu olmasının önüne geçti. İşbu durumda, Ahmet Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı’nın şahsında hayata geçirilen Tek Adamlık sisteminin devamını savunması mümkün değildi. Bugün kimilerince büyük bir siyasi oyun kurucu olarak gösterilen Fatih Erbakan ise tercihini dayatılan sistemin devamından yana yaptı. Büyük siyasi analizlere girenleri kızdırma pahasına söyleyeyim, iki parti arasındaki temel fark budur. Siyaset, bir tercih meselesidir. Her tercih de sizi bir şeylerden vazgeçmek zorunda bırakır. Dönüp baktığınızda, bu yolculukta kimilerinin geride ilkelerini, ahlakını, vicdanını; kimilerininse makamlarını bıraktıklarını görürsünüz.İlginizi Çekebilir