© Yeni Arayış

Yeniden "biz" olmak! (Mümkün mü?)

Yeniden "biz" olmak! (Mümkün mü?)

Yüz yıl boyunca tam olarak yaratamadığımız bu "biz" duygusunu bugünün dünyasında yeniden gündeme almak ve yaratmak için neler yapmamız gerektiğini tartışmak sanırım bu ülkedeki "demokratların" önlerindeki en önemli bahistir. Son günlerde CHP yöneticilerinin dillerinde çokça kullandıkları "demokratlık" eğer sözde değilse, bu yöneticilere bir sorumluluk yüklediği de açıktır.  CHP’nin başarısının, demokrasiye ve özgürlüğe susamış çevrelerde olumlu bir hava estirdiği açık. Özellikle CHP yöneticilerinin "sorumlu" tutumları övgüye değer. Hele hele neredeyse "kangren" olmak üzere olan "Kürt meselesi"'ndeki yaklaşımları sevindirici. Önüne, "milliyetçilik", "muhafazakarlık" "Kürtlük" gibi sıfatlar koyarak söylenmiş olsa da "demokratlık" sözcüğünün kullanılması da güzel. Ama bütün bu olumlu gelişmelere rağmen Türkiye’nin sanki düzlüğe çıkmış olduğu gibi bir fikre de kapılmamak gerekir.  Çünkü bu "olumlu" gelişmeleri başkaları "olumsuz" gelişmeler olarak okuduğu için siyasal alanımıza kattığı ivmenin de nasıl bir ivme olacağını hesap etmek zor. Çünkü Türkiye siyasetini daha derinden kaynatan ayrımların nelere dair olduğunu düşündüğümüzde belki de kendimize "sevinmek için daha henüz erken" dememiz gerekiyor.  Ne demek istiyorum? Cumhurbaşkanı’nı tanımıyorum. Ama izlediğim kadarıyla çok "inatçı" ve "intikamcı" biri. (Selahattin Demirtaş’ın ve Osman Kavala’nın durumları sanırım bu ifadelerimi doğrulamaya yeterli!). Bu nedenle de böyle bir kişinin yenilgi sonrası kamuoyuna verdiği "soğukkanlı" imajın gerçeği yansıtmadığını söyleyebiliriz. Hatta aksine, bu "soğukkanlı" imajı aslında onun "bilenmekte" olduğunun işareti olarak da okuyabiliriz. Sanırım bu durumun kokusu yakında çıkacak çıkmasına ama uluslararası gelişmeler buna çok uygun değil. Yine de Erdoğan’ın Grup toplantısında "zavallılar", "şımarıklar" gibi sıfatlarla konuşmasını ve "seçimi Cumhur İttifakı kazandı" gibi sözlerini bu hazımsızlığın ifadeleri olarak okumak doğru olur. Erdoğan’ın "dava"sı, aslında, onun, yeni kurulan Cumhuriyet’in "İslamla" mesafeli olmasına neden olan Cumhuriyetin “kurucu elitleriyle” olan kavgasının adıdır. Bu dava, Mustafa Kemal’e dokunmadan (ki pragmatist bir siyasetçi olduğu için bunu yapamayacağı açıktır) Cumhuriyet’i "paranteze alarak" İslami değer ve uygulamaların geçerli olduğu bir Türkiye kurmanın davasıdır.

ERDOĞAN’IN "DAVASI", CUMHURİYETİN ELİTLERİYLE KAVGANIN DAVASI

Çünkü Erdoğan’ın "dava"sı, aslında, onun, yeni kurulan Cumhuriyet’in "İslamla" mesafeli olmasına neden olan Cumhuriyetin "kurucu elitleriyle" olan kavgasının adıdır. Bu dava, Mustafa Kemal’e dokunmadan (ki pragmatist bir siyasetçi olduğu için bunu yapamayacağı açıktır) Cumhuriyet’i "paranteze alarak" İslami değer ve uygulamaların geçerli olduğu bir Türkiye kurmanın davasıdır. O nedenle de öyle ya da böyle bu siyasi duruşun "karşıtı" da "paranteze" alınmak istenilen Cumhuriyeti kurmuş olan parti olarak CHP’dir. Yani bugün CHP’de seçmen düzeyinde olduğu söylenen “ittifak”ın belki de böyle bir arkaplanı bile vardır. Yıkılmakta olan bir imparatorluktan bir "ulus" devlet kurmak durumunda olan Cumhuriyet elitleri geriye kalan toprak parçasında bir "ulus" bulmak için baktıklarında durumun böyle olmadığını, Anadolu coğrafyasında tek bir "ulusun" olmadığını gördüler. Tek bir "inancın" olmadığını da. Onların buldukları yol "Türklük" ve "Sünnilik" üzerinden bir "ortak payda" üretmekti. Aslında bu durumun böyle olduğunu sanırım en güzel Mustafa Kemal’in sözü olan "Ne mutlu Türküm diyene!" cümlesi anlatıyor. Yani Mustafa Kemal diyor ki; Türk olmayabilirsin, Kürt, Ermeni, Rum, Arap, Gürcü, Laz, Çerkez olabilirsin. Ama yeni bir cumhuriyet kurduk adına da Türkiye dedik ve siz de Türküm diyerek bizle beraber olun. Doğrusu bu yaklaşımın Türkiye topraklarında yaşayan insanlar arasında ortak bir "biz" duygusu üretmeye yetmediğini yaşayarak öğrendik. Özellikle küreselleşmenin yarattığı yeni iklimde, farklı kimlikler, güneşin altında kendi yerlerini de ister oldular. "Yurttaş" ya da "vatandaş" kelimeleri onların farklı taleplerini içeremez hale geldi.  Bu yeni durumda yeni bir "biz" duygusu üretebilir miyiz?  Yüz yıl boyunca tam olarak yaratamadığımız bu "biz" duygusunu bugünün dünyasında yeniden gündeme almak ve yaratmak için neler yapmamız gerektiğini tartışmak sanırım bu ülkedeki "demokratların" önlerindeki en önemli bahistir. Son günlerde CHP yöneticilerinin dillerinde çokça kullandıkları "demokratlık" eğer sözde değilse, bu yöneticilere bir sorumluluk yüklediği de açıktır.  Herkesin farklılıklarıyla birlikte yaşayabilecekleri yeni bir Türkiye hayali güzel bir hayal!  Yaratabilir miyiz dersiniz?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER