Yeni Suriye’de farklı bir çatışma dinamiği: Dürzîler ve İsrail faktörü
DIŞ POLİTİKAAhmed el-Şara (Ebu Muhammed el-Cevlânî) liderliğindeki Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) birkaç on bin kişilik askeri gücüyle İdlib’den bir huruç hareketiyle önce Halep’i, ardından Hama, Hums ve Şam’ı günler içinde ele geçirmesinin üzerinden henüz birkaç hafta geçti.
İsrail’in bir süredir kendi Dürzî azınlığı ve bu cemaatin lideri Muvaffak Tarif üzerinden Suriye Dürzîleri üzerinde nüfuz kazanma ve Golan bölgesindeki askeri işgali bir nevi “Dürzî himayesine” çevirerek bu cemaati Suriye’nin geri kalanından koparmak istediği sır değil, nitekim İsrailli yetkililerin açıklamaları da bunu doğruluyor.
Ahmed el-Şara (Ebu Muhammed el-Cevlânî) liderliğindeki Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) birkaç on bin kişilik askeri gücüyle İdlib’den bir huruç hareketiyle önce Halep’i, ardından Hama, Hums ve Şam’ı günler içinde ele geçirmesinin üzerinden henüz birkaç hafta geçti. Bir zamanlar Arap dünyasında milliyetçiliğin ve yeni fikirlerin öncüsü olan Suriye, bugünlerde Sünni İslamcı bir yönetim altında, modern dönemlerde deneyimlemediği bambaşka bir süreci yaşıyor.
Bu yazının yazıldığı saatlerde Ahmed el-Şara, Arap Birliği'nin Gazze gündemiyle toplanacak olağanüstü toplantısına katılmak üzere Kahire’ye yeni ulaştı. HTŞ ve Şara’nın Suriye’de hükmedebilmesi, şüphesiz sadece Türkiye ve Körfez Arap ülkelerinin siyasi ve finansal desteğiyle mümkün olmayacak. Yeni dönemdeki en büyük meydan okumalardan biri anayasanın hazırlanması, taşradaki silahlı yapıların tasfiyesi ve tüm kesimleri kapsayıcı bir sistemin kurulabilmesi olacak. PYD/YPG’nin kuzeydoğudaki hâkimiyet alanı, eski rejimin bakiyesi küçük bir grup memnuniyetsiz Alevi/Nusayri askerlerin silah teslim etmemesi, Hizbullah’la Lübnan sınırında yaşanan çatışmalar vd. gelişmelerle birlikte son zamanlarda en dikkat çekici gelişmeler Şam’ın güneyinde, Dürzîlerin yaşadığı bölgede gerçekleşiyor.
Bir azınlığın toplumsal hafızası: Çatışmadan uzak dur!
Ortadoğu’daki tüm azınlıklar gibi Dürzîler de her dönemin en dezavantajlı halkları arasında. Asıl ağırlığı ve tarihsel/kültürel varlığı Lübnan’da olmakla birlikte, Suriye’nin yanısıra Ürdün ve İsrail’de de nüfusları yüzbinlerle ifade edilen mahalli Dürzî cemaatler yaşıyor. Genel itibariyle içinde yaşadıkları toplumlara uyum sağlayan bu cemaat, 1970’lerdeki kanlı Lübnan İç Savaşı gibi süreçlerde büyük zararlar da gördü. Tıpkı 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’nda IŞİD tarafından saldırıya uğrayıp yüzlerce kayıp verdikleri 2017-18 dönemi gibi.
Dürzîler, Baas yönetiminden memnun olmamakla birlikte, Suriye İç Savaşı’nda genel itibariyle Sünni Araplar kadar aktif bir tutum almadı. Bunda kuşkusuz Şam’a çok yakın bir bölgede yaşamalarının ve olası başarısızlıkta ağır şekilde cezalandırılmaktan korkmalarının da rolü büyük. Ana akım Şii gelenekten erken dönemlerde ayrılan ve bir milyona yaklaşan nüfuslarıyla Süveyde merkezli olarak yaşayan bu Arap topluluk açısından öncelik, kendi nüfuslarını çatışmalarda ezdirmemek, statükoya da değişime de ayak uydurmak ve bir şekilde hayatta kalabilmek oldu.
Geçmiş yüzyıllarda sürekli savaşlar, katliamlar, tehcirler yaşayan bu tür azınlıkların toplumsal hafızasında “hayatta kalma” güdüsünün öncelikli olması, Lübnan İç Savaşı’ndan sonra Suriye’de bir kez daha büyük kayıplar vermeme motivasyonu gayet anlaşılabilir bir refleks aslında. Ancak çatışmalardan uzak kalma tercihlerinden dolayı silahlı İslamcı gruplarla sıklıkla karşı karşıya geldiler. 2025 yılı itibariyle de bu karşı karşıya gelişler sıcak çatışmalara yol açabilecek kadar tırmanma potansiyeli taşıyor.
Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerle bu yirmi yıllık yükseliş dönemi bitti. Son bir yıl içerisinde “Direniş Ekseni”nin en önemli halkalarından biri olan Suriye’deki Baas rejimi düştü, lider kadrolarını kaybeden Hizbullah ve Hamas ciddi bir krizin içine girdi, Irak’ta da İran etkisi son yirmi yıldakini aksine düşüş trendine girmiş durumda.
İsrail’in yeni Suriye’nin üzerinde salladığı “Demokles’in kılıcı”
Dürzîlerin yeni dönemde Şam yönetimi ve İslamcı yapılarla ilişkileri, yönetimin hangi yönde ilerleyeceğiyle yakından bağlantılı olacak. Tıpkı Kürtlerin durumu gibi. Üstelik bu sefer hem Kürtlere hem de Dürzîlere çok yakından ilgi duyan saldırgan bir bölgesel güç merkezi var Suriye’nin yanıbaşında: İsrail.
İran’ın 2003’te Irak’ın işgaliyle başlayan sürekli yükselişi ve bölgede birincil güç merkezi haline geliş süreci bir anomaliydi ve üst limitlerine erişmişti, 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerle bu yirmi yıllık yükseliş dönemi bitti. Son bir yıl içerisinde “Direniş Ekseni”nin en önemli halkalarından biri olan Suriye’deki Baas rejimi düştü, lider kadrolarını kaybeden Hizbullah ve Hamas ciddi bir krizin içine girdi, Irak’ta da İran etkisi son yirmi yıldakini aksine düşüş trendine girmiş durumda. Bu süreçte bölgede İran’dan doğan boşluğu doldurmaya aday ülkelerse İsrail, Suudi Arabistan ve Türkiye olarak öne çıkıyor.
İsrail’in HTŞ ile yakın ilişkileri bulunan Türkiye’nin (ve Körfez Araplarının) Suriye sahasında güç kazanmasını önlemek için iki stratejisi var:
i) Şam üzerinde askeri baskı kurup merkezi yönetimi zayıf ve kırılgan durumda tutmak: Bunun için Esad’ın düştüğü 8 Aralık 2024’ten sonraki günlerde ilk iş olarak askeri tesisler, silah depoları ve ağır silahları yok etmişti İsrail ordusu. 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri ve civarında işgali genişletip kalıcılaştırarak, Şam’a 25-30 km mesafede (topçu menzili) konuşlanmış durumda, Şara ve yönetiminin üzerinde baskıyı sürdürüyor.
ii) Sünni Arapların İslamcı yönetiminin, Esad’lar ve Baas rejiminin yaptığı gibi tüm Suriye’de etkin bir merkeziyetçi güç olmasını engellemek: İsrail bu amaçla ülkede Sünni ve Arap olmayan azınlıklar üzerinden bir planlama içerisinde. Suriye’nin sınır bölgelerinde yaşayan Kürtler ve Dürzîler bu açıdan İsrail için iki önemli hedef durumunda ve Tel-Aviv sıcak siyasi mesajları askeri himayeye çevirmek için şartların olgunlaşmasını bekliyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, tam da Suriye’de yeni anayasa tartışmalarının yapıldığı, Ulusal Diyalog Kongresi’nin Şam’da toplanarak yeni bir sürecin kapısının aralanmak üzere olduğu 2025 Mart ayının ilk günlerinde yaptığı şu açıklama tam da bu stratejiye ışık tutuyor: “Lübnan’daki Hizbullah’ı diz çöktürdükten ve Suriye’de Esad ordusunu yok ettikten sonra, Lübnan ve Suriye’deki düşmanlarımızın yeniden güç kazanmasına izin vermeyeceğiz. Aynı zamanda elimiz Dürzi müttefiklerimiz ve bölgedeki Kürt dostlarımıza uzanıyor.”
Şam yönetimi, Türkiye ve bölge ülkelerinin desteğiyle kapsayıcı ve kuşatıcı bir anayasa, demokratik ve çoğulcu bir yönetim kurabilirse Dürzîler için de Kürtler için de İsrail ve diğer dış güçlerin planları boşa çıkarılabilir. Ancak İslamcı gelenekte pek olmayan bu kapsayıcılık ve çokkültürlü yönetişim (“yanyana birlikte yaşama” değil, yönetişim) fazla gecikmeden hayata geçirilemezse, Suriye’de silahların gömülmesini beklemek hayal olacak.
Dürzîler yekpare bir topluluk mu, nasıl hareket edecekler?
Suriye Dürzîlerinin dini lideri Hikmet el-Hicri, Esad yönetimi düştükten sonra 30 Aralık 2024’te Türk basınına yaptığı açıklamada; 60 yıllık süre boyunca Suriye halkını temsil etmeyen bir sistemden geçtiklerini, ancak halkın ortak gayretiyle bu sürecin geçmişte bırakıldığını, Şam’daki kardeşlerine bu başarı için teşekkür ettiklerini ve Dürzîlerin de devrimin ortağı olduğunu, gelecekten umutlu olduklarını söylemişti. Hicri’nin bu mülakatta söylediği dikkat çekici bir husus da Suriye’deki yeni devletin oluşumunda Türkiye’nin de rolünün olması gerektiği, örnek bir ülke olduğu ve ilerlemek için Ankara’nın desteğine ihtiyaç duyduklarıydı.
Nitekim aynı günlerde, Lübnan Dürzîlerinin lideri Velid Canbolat da Şam’ı ziyaret ederek Ahmed el-Şara ile sıcak bir görüşme gerçekleştirmiş, hemen ardından da Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüş, tarafını açık bir şekilde ortaya koymuştu. 5 Mart’ta yeniden Şam’a giderek Şara ile görüşeceğini açıklayan Canbolat, uzun yıllardır İsrail karşıtlığı ve işgale karşı duruşuyla tanınan bir isim. 3 Mart 2025’te yaptığı şu açıklama da Suriye’deki Dürzîlerin Şam’la ilişkilerine dair perspektifini yansıtıyor: “Siyonizm Dürzîleri kendi amaçları için kullanıyor. Şam'a giderek Suriye yönetiminin bölgedeki otoritesini ‘teyit edeceğim’, bazı zayıf iradeli insanları iç savaşa sürüklemek istiyorlar.”
İsrail’in bir süredir kendi Dürzî azınlığı ve bu cemaatin lideri Muvaffak Tarif üzerinden Suriye Dürzîleri üzerinde nüfuz kazanma ve Golan bölgesindeki askeri işgali bir nevi “Dürzî himayesine” çevirerek bu cemaati Suriye’nin geri kalanından koparmak istediği sır değil, nitekim İsrailli yetkililerin açıklamaları da bunu doğruluyor. Dürzîlerin bir kısmında 1920’lerdeki Fransız mandası döneminde Şam’a karşı isyan ve sonrasında kurulan özerk Dürzî bölgesinin anıları henüz taze, ancak bu özerk yönetim 1936’ya kadar yaşayabilmiş, sonrasında Suriye devletine dâhil edilmişti.
Canbolat’ın işaret ettiği türden bir iç savaş ihtimali çok yüksek olmasa da mevcut, İsrail’in saldırgan eylemleri ve bölgedeki pervasız adımları bu ihtimalin ciddiye alınmasını gerektiriyor. Nitekim 2025 Şubat ayının son günlerinde Şam’ın Dürzî banliyösü Ceramana’dakine benzer gerginlikler önümüzdeki dönemde de sıklıkla yaşanabilir. Şam yönetimi, Türkiye ve bölge ülkelerinin desteğiyle kapsayıcı ve kuşatıcı bir anayasa, demokratik ve çoğulcu bir yönetim kurabilirse Dürzîler için de Kürtler için de İsrail ve diğer dış güçlerin planları boşa çıkarılabilir. Ancak İslamcı gelenekte pek olmayan bu kapsayıcılık ve çokkültürlü yönetişim (“yan yana birlikte yaşama” değil, yönetişim) fazla gecikmeden hayata geçirilemezse, Suriye’de silahların gömülmesini beklemek hayal olacak.
İlginizi Çekebilir