© Yeni Arayış

Yeni bir siyasal partiler koalisyon modeli mi icat ettik? Kedidir kedi

Malum, bugün Türkiye’yi bir koalisyon yönetiyor, BBP, Hüdapar, DSP gibi partileri saymazsak fiilen bir AKP-MHP koalisyonu yönetiyor Türkiye’yi. AKP-MHP koalisyonu diyoruz ama bu koalisyon modeli dünyada muhtemelen hiç denenmemiş bir koalisyon modeli çünkü koalisyonun taraflarından biri ısrarla bakanlık talep etmiyor.

Bizdeki olumsuz propagandaya karşın siyasi partilerin koalisyon yaparak parlamentolarda çoğunluğa erişmeleri kötü bir şey değildir, böylece daha fazla seçmenin-vatandaşın kamu hizmeti tür ve miktar talebi üretilmiş olur, fena mı?

Siyaset bilimcilerin alanına girmek istemem, haddim değildir ama koalisyonları oluşturan siyasal partilerin temel amacı koalisyon pazarlıklarında daha güçlü olan partinin daha fazla bakanlık kaparak çıkmasıdır pazarlıktan ve böylece kendi seçmeninin kamu hizmet talebi daha fazla yansımış olur hükümetin üreteceği kamu politikalarına; başka bir ifade ile de koalisyon demek bakanlık pazarlığı demektir, bu da kendi içinde kötü bir şey değildir, normaldir.

Bu pazarlık süreçlerine en genel hatlarıyla iki yaklaşım egemen olur, birincisi daha siyasal-ütopik yaklaşım, ikincisi ise daha realist.

Nispeten daha siyasal-ütopik yaklaşımda siyasal partiler kendi müktesebatlarına, eldeki siyasetçi malzemesine göre üretmeye daha yatkın kamu politikalarını üretecek bakanlıkları tercih ederler.  

Bir sosyal demokrat parti ile bir daha güvenlikçi-muhafazakar iki partinin bakanlık pazarlıklarında sosyal demokrat partinin, eğitim, sağlık, kültür bakanlıklarını, güvenlikçi-muhafazakar partinin ise mesela içişleri, milli savunma gibi bakanlıkları istemeleri normaldir, bu bakanlıklarda daha etkin kamu politikası üreteceklerini iddia edebilirler.

Daha realist pazarlık modelinde ise her siyasal parti daha fazla yatırımcı bakanlık ister, daha fazla yatırımcı bakanlık demek daha fazla güç, daha büyük bütçe ödeneklerine hükmetmek, daha fazla kamu ihalesi yani siyasetin finansmanının kolaylaşması demektir.

Fiiliyatta, koalisyon pazarlıklarında makul ölçülerde bu iki pazarlık motivasyonunun da egemen olduğu bilinir.

Bunlar olağan işlerdir.

Bir de öyle pek olağan olmayan işler, koalisyon türü var ve yanılmıyorsam da bu koalisyon türünü biz bir süredir icat etmiş bulunmaktayız.

Malum, bugün Türkiye’yi bir koalisyon yönetiyor, BBP, Hüdapar, DSP gibi partileri saymazsak fiilen bir AKP-MHP koalisyonu yönetiyor Türkiye’yi.

AKP-MHP koalisyonu diyoruz ama bu koalisyon modeli dünyada muhtemelen hiç denenmemiş bir koalisyon modeli çünkü koalisyonun taraflarından biri ısrarla bakanlık talep etmiyor.

Bu durumu nasıl açıklayacağız?

Bu durumu sadece ülkenin bekası gibi gerekçelerle açıklamak pek mümkün değil çünkü MHP’nin beka tanımı ile koalisyona girmek, bakanlık istemek neden çelişsin ki?

Peki, bu koalisyondan MHP’nin elde ettiği fayda nedir?

Kendilerine sorarsanız mutlaka çok ulvi gerekçeler söyleyebilirler ama bu ulvi yaklaşımlara rağmen rivayetler de muhtelif.

Yaygın bir rivayet koalisyondan bakanlık talep etmeyen MHP’nin İçişleri Bakanlığında, Adalet Bakanlığında ve Ticaret Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğünde, bakanlık almadan çok güçlü bir kadrolaşmayı başarmış olması.

İlginç değil mi?

En son olarak üç MHP milletvekilinin altın kaçakçılığı ile suçlanıp Devlet Bahçeli tarafından istifalarının istenmesi ne demek? VIP’den bile olsa kilolarca altın epey bir süredir kilo değeri bize oranla çok daha düşük bir ülkeden nasıl giriyor Türkiye’ye?

KİLOLARCA ALTIN NASIL GİRİYOR TÜRKİYE’YE?

Peki bu üç bakanlıkta kadrolaşmanın bir siyasal partiye getirisinin, faydasının doğrudan klasik bir yöntemle bakanlık almasına oranla daha fazla olması nasıl bir şey?

En son olarak üç MHP milletvekilinin altın kaçakçılığı ile suçlanıp Devlet Bahçeli tarafından istifalarının istenmesi ne demek?

VIP’den bile olsa kilolarca altın epey bir süredir kilo değeri bize oranla çok daha düşük bir ülkeden nasıl giriyor Türkiye’ye?

Her gün basından çok önemli uyuşturucu miktarlarının ele geçirildiğini öğreniyoruz ama nedense bu haberlerin fikri takibi adeta hiç yapılmıyor.

Daha bir ay ancak oldu, Fas açıklarında, Atlantik’te Tanzanya bandıralı ama kaptanı, personeli Türk bir gemi, RAS, Fransa ve İspanya polisinin ortak bir operasyonuyla yakalandı, bizim bir limandan çıkmış bilinmeyen bir istikamete gidiyor, yükünü (4 ton kokain) İngiltere’ye götürse bu dört ton kokain tam bir milyar avro ediyor.

Bu haberin de fikri takibini yapabildik mi?

Mersin limanı tam kontrol altında mı?

İstanbul’da neden her Allah’ın günü bir uluslararası uyuşturucu baronu yakalanıyor, bilen var mı, neden güzel İstanbul’umuz bu pisliklerin merkezi olmuş durumda?

Söz konusu olan siyasi iktidarın iyi niyetle temizlemek için uğraştığı bir suç ekonomisi mi yoksa ilginç gayrimeşru ittifakların oluştuğu suç ekonomi politiği mi?

Sinan Ateş cinayetinde cinayeti kimlerin, nasıl işlediğini öğrendik ama geriye pek konuşulmayan bir konu kaldı, Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış bir doçent NEDEN öldürüldü?

Sinan Ateş cinayeti ile Narin cinayeti arasında nasıl bir benzerlik var değil mi?

Narin cinayetinde de herkes aradan geçen aylara rağmen cinayeti kimin işlediğini öğrenememekten şikayetçi ama yine kimse Narin NEDEN öldürüldü diye sormuyor.

Doğu sınır kapılarımızdan, sayıları bir elin parmaklarından az, senelerdir TIR’larla uyuşturucu girdiğini bilmeyen yok ama nedense devletimiz bu kaçakçılığa bir türlü tam engel olamıyor.

Bir acziyet mi yoksa başka bir şey mi söz konusu olan?

Kıbrıslı işadamı(?) Halil Falyalı cinayetini kimlerin işlediği biliniyor ama NEDEN işledikleri yine belirsiz, belki de belirsiz değil ama konuşulmuyor.

“Aslan Bacanak” isimli harika bir Türk komedi filmi vardı (1977, yönetmen Zeki Alasya), Metin Akpınar, Zeki Alasya, Turgut Boralı, Cevat Kurtuluş, Gölgen Bengü başrollerde; bu filmde Metin Akpınar’ın tekrarladığı “Kedidir kedi” ifadesi çok meşhur olmuştu.

Kedidir kedi.    

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER