Umutsuzluğun serüveni
GENELİçimizdeki tüm umutsuzluğa rağmen, inanmadık olabileceğine; kötülüğün bizi bu kadar insanlığımızdan çıkarabileceğine. Oldu… İnsan, kendini aşan kötülüğüyle, tüm yarattığı tehditlerden daha büyük bir tehdide dönüştü. Söylenebilecek bir şey kalmadı artık. Umut etmek için tek bir sebep yeterdi evet. Ama artık hiçbir sebep kalmadı. Sevgi yok artık, onun yerinde nefret var. Yaşatmak yok artık, onun yerinde yok etmek, öldürmek var. Üzgünüm sevgili okur, bu umutsuzluğun sorumlusu ben değilim ama elbette ben de suçluyum…
Hiç umut yok mu artık? Güllerin yeniden tüm güzelliğiyle açabileceğine, baharın doğayı yeniden harekete geçireceğine, kuş cıvıltılarının tüm çirkin sesleri bastıracağına dair o yaşam umudu yok mu artık?
Her şey bitti mi? Var olmanın, yaşamın en güzel günleri geride mi kaldı? Söylenebilecek tüm sözler sarf edilip, hiç söylenmemişlercesine unutulup gitti mi?
Şimdi yokluk, hiçlik vakti mi? Aldığın her nefesin eziyete dönüştüğü, yaşamanın ölmekten beter olduğu, yine de yaşamak zorunda olduğun, o derin çaresizliğin vakti mi?
Bir umuttu insanı yaşatan; tutunduğu, sığındığı tek bir umut damlacığı. Karanlık hep vardı, insanın dünyaya gönderildiği ilk andan itibaren… Ama mutlaka, o karanlığı dağıtacak bir aydınlık da vardı. Şimdi söndü tüm ışıklar. Zifiri karanlık içinde, tek bir umut zerresi kalmadan devam edecek hayat. Yaşadığını zanneden cesetlerle birlikte, her gün başka bir kayboluşun içinde, çeşit çeşit maskelerle...
Dünyadaki adaletsizliğe, eşitsizliğe, güçlünün hep haklı oluşuna, kalabalıkların aldatıcılığına, zalimlerin var olduğu gerçeğine, kısacası tüm kötülüklere, aşinaydık ama ilk kez umutsuzluk çalmıştı kapımızı.
Ayrıştıkça ayrıldık birbirimizden… Ayrıldıkça, binlerce parçaya bölünerek dağıldık. Öyle bir savrulduk ki, artık kendimize bile uzak kaldık. İnsanı insan yapan tüm değerlerden, o üstün erdemlerden fersah fersah uzakta kaldık.
AYRIŞTIKÇA AYRILDIK BİRBİRİMİZDEN
Nefreti sevgiden daha kolay, daha mümkün kıldığımızda başlamıştı insanlık umudunu yok eden sürecimiz.
İnsanı insandan, cinsi cinsten, ırkı ırktan, toplumu toplumdan ayıran, kendini üstün diğerini hakir gören, her defasında bir düşman yaratmayı başaran ve o düşmanı yok etmek üzere programlanan bir zihniyetin kurguladığı dünyadaki piyonlar olmayı kabul ettiğimizde başlamıştı.Ayrıştıkça ayrıldık birbirimizden… Ayrıldıkça, binlerce parçaya bölünerek dağıldık. Öyle bir savrulduk ki, artık kendimize bile uzak kaldık.
İnsanı insan yapan tüm değerlerden, o üstün erdemlerden fersah fersah uzakta kaldık.Unuttuk kendimizi, unuttukça ne kadar uzaklaştığımızı bile göremedik. Bir şeyler ters gidiyordu hep, hissedecek kadar bilincimiz yerindeydi. Ama düşünce kabiliyetimiz alınmıştı bizden adeta. Düşünmemek kolay olandı çünkü, sancısız olandı.Düşünmemeyi seçtiğimizde, umutsuzluk girmişti artık kapımızdan içeri…
Düşünmeden hareket eden yığınlara dönüştüğünde insanlık, artık her şey daha kolaydı. Yönetmek daha kolaydı, bölmek- parçalamak daha kolaydı, kendinden olmayana yaşam hakkı tanımamak daha kolaydı. Her türlü hakkı kendinde görmek, kendini dünyanın sahibi ilan etmek çok daha kolaydı.
Bu nedenle büyüdükçe büyüdü kötülük. Öyle bir büyüdü ki, etrafımızdaki feryatları duyamaz, duysak da umursamaz olduk. Savaşlarda bebekler öldürüldü, sadece izledik. İnsanlar yerlerinden, yurtlarından edildi, neden demedik. Haksızlık, hukuksuzluk dört bir yanımızı sardı, bize dokunmadığı sürece itiraz etmedik, sadece seyrettik. Büyüdükçe büyüdü kötülük…
Biz, sessiz bir izleyici olduğumuz için, düşünmeden itaat etmeyi seçtiğimiz için. Öyle bir büyüdü ki kötülük, kadınlar erkekler tarafından canice öldürüldüğünde, faillere caydırıcı cezalar vermek yerine, kadınların canı üzerinden aileyi korumayı seçtik. O gün, insanın can güvenliği her şeyin üzerindedir demedik. Sesini çıkaracak olanları düşman ilan ettik, alınabilecek önlemleri tehdit algılarıyla donatıp, güvenlik sorununa dönüştürdük. Kadınlar ölmeye, biz izlemeye devam ettik.
Söylenebilecek bir şey kalmadı artık. Umut etmek için tek bir sebep yeterdi evet. Ama artık hiçbir sebep kalmadı. Sevgi yok artık, onun yerinde nefret var. Yaşatmak yok artık, onun yerinde yok etmek, öldürmek var. Yaşamak yok artık, onun yerinde umutsuzluk içinde çırpınmak var.
ARTIK SÖZ BİTTİ
Köyünü, toprağını, ormanını korumak isteyen halkla devletin kolluk kuvvetleri karşı karşıya geldi. Koruması gereken koruyanı engelledi, üzerinde güç uyguladı. Sermaye sahipleri doğanın yok olması pahasına kazandı. İş dedi, istihdam dedi, ülkenin kalkınması dedi… Güçlü olan haklı oldu, doğayı korumak isteyen hain… Doğa isyan etti, insan duymadı, kötülük devam etti…
Tüm dengeler alt üst olduğunda, umutsuzluk sarmıştı artık etrafımızı… Sadece düşünmeyi seçenler fark etmişti; her şeyin bir bilinmeze doğru gittiğini…Yayıldıkça yayıldı kötülük… Önüne çıkan her şeyi yok etmeyi başardı. Geriye ne kaldı ki demeye kalmadı, her defasında kendine yeni bir düşman yaratmayı başardı. O kadar ileri gitti ki, en masum, en savunmasız canları bile kendine tehdit olarak gördü. Doğadaki tüm canlıların yaşam hakkı olduğu gerçeğini yok sayarak, insanın can güvenliğinin her şeyin üstünde olduğunu iddia etti. Sokak hayvanlarının insan için tehdit yarattığını ileri sürerek, öldürülmeleri gerektiğini savundu.
İçimizdeki tüm umutsuzluğa rağmen, inanmadık olabileceğine; kötülüğün bizi bu kadar insanlığımızdan çıkarabileceğine. Oldu…
İnsan, kendini aşan kötülüğüyle, tüm yarattığı tehditlerden daha büyük bir tehdide dönüştü.
Söylenebilecek bir şey kalmadı artık. Umut etmek için tek bir sebep yeterdi evet. Ama artık hiçbir sebep kalmadı. Sevgi yok artık, onun yerinde nefret var. Yaşatmak yok artık, onun yerinde yok etmek, öldürmek var. Yaşamak yok artık, onun yerinde umutsuzluk içinde çırpınmak var. Üzgünüm sevgili okur, bu umutsuzluğun sorumlusu ben değilim ama elbette ben de suçluyum…
İlginizi Çekebilir