© Yeni Arayış

Yeni anayasa, ilk dört maddeyi tartışma biçimimiz ve Moody’s notu

Anayasamızın ruhu ortada, sadece ilk dört madde üzerinden bu ruha çok somut örnekler vereceğim. Ortalıkta bir süredir AKP’nin önünün çektiği bir “yeni anayasa” lafı var ama bu lafı ortaya atanlar nedense bir türlü bu yeni anayasadan muratları nedir, hangi maddeleri nasıl değiştirmek istiyorlar, bir türlü bunu söyleyemiyorlar, muhtemelen tek dertleri dokunulmazlığını bırakamayacak olan Erdoğan’ın bir dönem daha CHP’nin desteği olmadan Cumhurbaşkanı olarak kalmasını sağlamak.

Bir ülkede herkes mi yanlış yerde durur ya, anlaşılması zor bir durum, anayasa tartışmaları bir örnek, iki gün önce açıklanan Moody’s notu tartışmaları başka bir örnek, örnekler sonsuz gibi.Şu anda elimizde taş gibi bir Kenan Evren anayasası var, açıyorsunuz Anayasayı, birinci sahifesinde Anayasanın kabul tarihinin 18/10/1982, yayınlandığı Resmî Gazetenin ise 9/11/1982 olduğu yazıyor, Kenan Evren’in “dediğim dedik” günlerinin zirvesi.Evet, 1982 Anayasası o günlerden bugüne çok sayıda değişikliğe uğradı, çoğu olumludur ama çok eksiktirler, bu çok eksik değişiklikler Anayasanın da bir 12 Eylül anayasası olduğu gerçeğini maalesef değiştiremedi, Anayasamızın ruhu ortada, sadece ilk dört madde üzerinden bu ruha çok somut örnekler vereceğim.

Ortalıkta bir süredir AKP’nin önünün çektiği bir “yeni anayasa” lafı var ama bu lafı ortaya atanlar nedense bir türlü bu yeni anayasadan muratları nedir, hangi maddeleri nasıl değiştirmek istiyorlar, bir türlü bunu söyleyemiyorlar, muhtemelen tek dertleri dokunulmazlığını bırakamayacak olan Erdoğan’ın bir dönem daha CHP’nin desteği olmadan Cumhurbaşkanı olarak kalmasını sağlamak.

2017 değişiklikleri zaten çok korkunçtular, Cumhur ittifakına daha kapsamlı bir anayasa değişikliği imkanı verilirse de ortaya çıkacak yeni metin bugünkünden bile beter olacaktır, bu herkesin bildiği anladığı bir gerçek; bu satırların yazarının da kesin tercihi Cumhur ittifakının yapacağı değişikliklerin daha da kötüleştirici yönde olacağının bilinmesi nedeniyle yeni anayasa yapımına karşı olmaktır.

Ancak, bu Cumhur ittifakı çekişli değişikliklerin mevcut kötü anayasayı daha da kötüleştirici olacağı gerçeği bu anayasanın mutlaka yeniden, en baştan yazılması mecburiyetini de ortadan kaldırmaz, herkesin bir biçimde, kendi alanındaki konuları belki öne çekerek bu konudaki önerilerini tartışmaya açmaları gerekiyor, bugün değilse de yarın bu işin hayata geçirilmesi elzem.

Anayasa maddelerini tek tek, bir liberal demokrat, hukuk normları olarak batı normlarını benimseyen bir gözle okuduğunuzda “şu maddelere dokunmayalım” diyebileceğiniz madde sayısının maalesef çok da fazla olmadığını görüyorsunuz, en olumlu örnek de herhalde 138. Madde; 90. Madde bile, ki bu madde AKP’nin iyi günlerinde yaptığı ve hala günümüze kalan tek reform muhtemelen, bu madde bile iyileştirmeye muhtaç bir madde, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin sadece kanunların değil, anayasa maddelerinin de üzerine uygun bir formülle çıkarılması gerekir, İspanya ve Portekiz anayasaları bu çok zor işi becermişler.

Kabul tarihi 18/10/1982 olan bir anayasanın bir ülkeye neden hiç yakışmadığının en iyi örnekleri İspanya ve Portekiz anayasaları, bu iki ülke de çok ağır totaliter rejimlerden çıktıktan sonra mevcut anayasalarının bazı maddelerini değiştirmemişler, en baştan yeni anayasa yapmışlardır, eh, Kenan Evren belki bire bir bir Franco ya da Salazar değil ama yine de olmaz bu yani.

Anayasamızın (!) iflah olması pek muhtemel gözükmeyen ruhuna örnekleri bugünkü yazıda ilk dört madde üzerinden vereceğim; farkındayım, ilk dört madde çok haklı nedenlerden bizim mahallenin en hassas noktalarının başında geliyor, birileri birilerini sıtmaya razı ediyorlar sanki, buraya Erdoğan neşter atacaksa hiç atmaması şart ama hassasiyetler ifade özgürlüğüne engel olmamalı çünkü ilk dört madde içinden çok somut  çok kötü örnekler sunacağım aşağıda, bu sunuşu da 1961 Anayasası ilk üç maddesiyle mukayese ederek yapacağım.Hukukçuların çok iyi bildiği (ben hukukçu değilim) bir konu ile başlayalım; 61 Anayasasının 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyetinin İNSAN HAKLARINA DAYALI …..bir hukuk devleti olduğunu söyler iken 82 Anayasasında bu ifade Türkiye Cumhuriyetinin İNSAN HAKLARINA SAYGILI …..bir hukuk devleti olduğu biçimine dönüştürülmüştür.

Herkesin kabul edeceği gibi bir cumhuriyetin insan haklarına dayalı ve saygılı bir hukuk devleti olması arasında büyük fark vardır, saygı iyidir ama bir mesafe içerir, insan haklarına dayalı ifadesi çok daha doğrudur, bir devlet insan haklarıyla arasına mesafe koymamalıdır.

Peki, 61 ve 82 anayasaları arasındaki bu fark önemsiz bir fark mıdır, sıradan bir sunuş farkı mıdır, yoksa çok açık bir Kenan Evren ve şürekası kasti dayatması mıdır?

82 Anayasasının 3. Maddesi şöyle başlıyor: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir”. 1961 Anayasasının yine 3. Maddesi ise şöyle başlıyor: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir”. 61 ve 82 Anayasası arasındaki bu dil konusuna ilişkin dehşet farkı görüyorsunuz değil mi?

61 VE 82 ANAYASASI ARASINDA DİL KONUSUNDAKİ DEHŞET FARK

Tamam, ikinci maddedeki demokrasi, hukuk devleti, laiklik, sosyal devlet ilkelerine ASLA dokunmayalım ama birileri de bizlere bu “dayalı-saygılı” farkını tekrar eski haline getirelim dediğimizde kızmasın, küfür etmesin.Gelelim çok daha önemli bir konuya; 82 Anayasasının 3. Maddesi şöyle başlıyor: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir”

.1961 Anayasasının yine 3. Maddesi ise şöyle başlıyor: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir”.

61 ve 82 Anayasası arasındaki bu dil konusuna ilişkin dehşet farkı görüyorsunuz değil mi?1961 Anayasası “Resmî dil Türkçedir” derken nasıl bir irade(!) kaba bir biçimde bir anayasa metnine “Dili Türkçedir” gibi bir cümle koydurabilmiştir; zaten, “Dili Türkçedir” gibi bir cümle gramer yapımızda bile tuhaf duruyor.Peki Kenan Evren iradesi neden bu saçma dilbilgisi yapısıyla metinden resmî dil ibaresini çıkarmış ve yerine bu yeni ifadeyi tercih etmiştir?

82 Anayasası metni “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” derken örtük hatta kanımca açık bir biçimde devletin yanında milletin dilinin de Türkçe olduğunu söylemektedir; devlet milletiyle ayrılmaz bir bütünse devletin dili milletin de dili olacaktır değil mi?

Oysa, bu millet anlayışı çok yanlış bir millet anlayışıdır, millet ifadesi o ülkenin vatandaşlar kümesine verilen hukuki olmayan bir ifadedir, vatandaşların kendi anadilleri vardır, bu manzara çok büyük çeşitlilik arz eder, Türkiye’de vatandaşların çoğunluğunun anadili Türkçedir ama bu çoğunluk olma keyfiyeti milletin dilinin de Türkçe olduğu anlamına gelmez; ancak, Kenan Evren ve şüreka 61 Anayasasından resmî kelimesini atarak dil, devlet ve millet arasında bir bağlantı kurmak istemiştir.

Evet, ilk dört maddeye Erdoğan’ın bugün gerçekleştirebileceği bir müdahaleye karşı çıkalım ama bu karşı çıkışı çok sekter hale getirmeyelim, bu temel yanlışları görmemezlikten gelmeyelim.

Dördüncü konu ise bir tür milliyetçiliğin anayasal bir ilke olarak vatandaşa mecburi kılınmasıdır, hatta dayatılmasıdır, milliyetçilik hukuki bir konu değildir, anayasalarda yer almaması kanımca daha doğrudur.

MİLLİYETÇİLİK HUKUKİ BİR KONU DEĞİLDİR

Üçüncü konu ise dört maddede (bizde ikinci maddede) referans verilen başlangıç bölümündeki ilkeler konusudur. Her anayasada çok hukuki bir üslupla yazılmayan bir başlangıç bölümü (dibace) vardır, anayasal bağlayıcılığı da oluyor ama bizde bu başlangıç bölümünün yazılış biçimi anayasadaki temel hak ve özgürlüklerle çelişebilecek kadar hamasi bir tonda kaleme alınmıştır, bu hamaset düzeyinin temel hukuk ilkeleri ile çelişmemesi için başlangıç bölümünün yeniden yazılması gerekmektedir kanımca.

Dördüncü konu ise bir tür milliyetçiliğin anayasal bir ilke olarak vatandaşa mecburi kılınmasıdır, hatta dayatılmasıdır, milliyetçilik hukuki bir konu değildir, anayasalarda yer almaması kanımca daha doğrudur.

Bu itirazlarım dışında kanımca ilk dört maddenin özü ikinci maddedeki demokrasi, hukuk devleti, laiklik ilkesi ve sosyal devlet ilkeleridir, bu dört ilkenin anayasanın başka maddelerinde evrensel içerikleriyle iyi tanımlanması şartıyla tartışılmalarının dahi gereksiz olduğu kanısındayım, gereksiz diyorum çünkü bu dört ilkenin mevhum-u muhalifleri meşru değildirler, örneğin hukuk devletinin tersi ne olabilir, tersi meşru olmayan kavramların değiştirilmelerinin tartışılmaları da anlamsızdır.

Cumhuriyet, Başkent Ankara, bayrak gibi konular zaten Allah’a şükür artık tartışma gündeminde yoktur.Yazımın ilk cümlesinde ülkemizde önemli bir çoğunluğun siyasi, ekonomik tartışmalarda yanlış yerlerde durduklarını söylemiş idim; ilk dört madde iyi bir örnek bu duruma, bir kesim ya ilk dört maddeye her koşulda dokundurmayalım diyor, bu pozisyonunu doğru olmayabileceğini örneklerle göstermeye çalıştım, devlet neden insan haklarına dayalı değil de saygılı olsun değil mi, başka geniş bir kesim ise ilk fırsatta hukuk devleti ve laiklik ilkelerinde evrensel olmayan değişiklikler peşinde, Allah her iki kesime de aklı selim bağışlasın.

Başka çok iyi bir örnek de üç gün önce gündeme gelen Moody’s’in tartışılan not yükseltmesi, yine büyük çoğunluk yanlış tartışıyor konuyu. Bu kuruluşlar sendikalara, emeklilere, Türkiye’deki şirketlere mesaj göndermiyorlar, onlar sadece dünyadaki Türkiye’ye kısa vadeli sermaye getirecek kreditörlere sinyal atıyorlar.

MOODYS’İN TARTIŞILAN NOT YÜKSELTMESİ

Başka çok iyi bir örnek de üç gün önce gündeme gelen Moody’s’in tartışılan not yükseltmesi, yine büyük çoğunluk yanlış tartışıyor konuyu.

Moody’s ve diğerleri notlarımızı düşürürken AKP ekonomi büyüyor, işsizlik düşüyor, Moody’s ne halt ediyor diyordu, muhalefet ise o zaman not düşürülmesini işsizler, fakirler, emeklilerin durumu, gelir bölüşümünün bozukluğu nedeniyle normal görüyordu.

Bugün ise notlar yükseliyor, AKP ekonomi çok iyi gidiyor, bu nedenden not yükseliyor diyor, muhalefet ise emekliler, gelir bölüşümü böyle iken notumuz nasıl yükselir diyor.

Benim anladığım hem iktidar hem de muhalefet bu derecelendirme kuruluşlarının ne iş yaptıklarını anlamamışlar, derecelendirme kuruluşları ekonomilere not vermiyorlar, bu bir türlü anlaşılamadı.

Bu kuruluşlar sendikalara, emeklilere, Türkiye’deki şirketlere mesaj göndermiyorlar, onlar sadece dünyadaki Türkiye’ye kısa vadeli sermaye getirecek kreditörlere sinyal atıyorlar, kreditörlerin derdi ülkemize mesela bin dolar getirmek, bankaya ya da hazine kağıtlarına TL cinsinden bu parayı yatırmak, sene sonunda ana para ve getirisini alarak dolara çevirmek ve bu işlemden sonra dünya dolar getirisinin epey üzerinde bir getiri ile dönmek; “epey üzerinde” diyorum çünkü hukuk devletinin bu kadar çöktüğü yerde risk primi çok yüksek, getirinin de bu yüksekliğe orantılı olması gerekiyor. İki şeye bakıyor kreditörler, TL cinsinden faizler yüksek olsun, kurlar da bu arada yükselmesin.

İşsizlikle, emeklilerin durum ile, gelir bölüşümü ile ne ilgisi olabilir kreditörlerin ve derecelendirme kuruluşlarının!Görüyorsunuz, her tartışmayı yanlış yapıyoruz galiba.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER