Yaşam tarzı müdahalesinin ispat külfeti
KÖŞE YAZILARIYaşam tarzı müdahalesinin ispat külfeti
HAMZA DAĞ, SEÇİM KAMPANYASINI ZEKİCE DETAYLANDIRMIŞ
Bir İzmirli ve Göztepeli olarak Dağ’ın seçim kampayasını zekice detaylandırdığı kanaatindeyim. Dağ, en azından İzmir özelinde klasikleşmiş “ideolojiye karşı proje” odaklı kampanyadan zaman zaman sapıyor. Kampanyasını yalnızca “CHP’nin projesi yok, bizim var; ama yine de bize oy vermiyorlar” çerçevesiyle sınırlı tutmuyor. İzmirlinin en önemli kaygılarından biri olan yaşam tarzını, belki de kilit büyükşehir belediye adayları arasında bir tek o kampanyasının ana merkezine yerleştiriyor. Bu, Dağ’ın İzmir’i tanımaktan uzak olmadığının işareti. Muhalif ontolojideki pek çok belediye gibi, İzmirlilerin de yaşam tarzı kaygısı oy tercihini ciddi derecede etkiliyor. Olası bir AK Parti yönetiminde temel yaşam tarzı pratiklerinin kısıtlanabileceğine dair inanç, en azından çevremde oldukça kuvvetli. Bu da elbette karşı tarafa, yani bu bağlam AK Parti adayına bir ispat külfeti yüklüyor. “Hayır, ben kazanırsam sizin yaşam tarzınıza karışmayacağım.” deme külfeti, bu anlamda İzmir adayı Dağ’a düşüyor. Dağ’ın kampanyasının zekice detaylandırıldığını düşünme nedenim de, tam olarak bu külfeti kabul etmesinden ileri geliyor. Diğer taraftan, İzmir’de eli daha kuvvetli olan CHP adayının böyle bir külfeti olmadığı da bir gerçek. Seçmen, AK Parti’nin aksine CHP adayının, her ne kadar büyükşehir için yeni bir isim de olsa, yaşam tarzına karışmayacağını kabul ediyor. Bu nedenle de CHP adayları, neredeyse hiçbir zaman kampanyasına yalnızca yaşam tarzı özelinde bir nüans eklemiyorlar. Hamza Dağ sırf bu ispat külfetinden dolayı bar ve meyhane gezip seçmenle birebir iletişim kurmaya çalışırken Cemil Tugay, en azından açıktan böyle bir kampanya sürdürmüyor.HAMZA DAĞ VE İSPAT KÜLFETİ
Başka bir değişle, Hamza Dağ sırf bu ispat külfetinden dolayı bar ve meyhane gezip seçmenle birebir iletişim kurmaya çalışırken Cemil Tugay, en azından açıktan böyle bir kampanya sürdürmüyor. Tugay’ın yerel basına yansıyan bazı demeçleri, zaten konuyu kendinden anlaşılır bir hâle getiriyor. Örneğin alkollü içki tüketiminin İçişleri Bakanlığı genelgeleriyle ciddi sarsıntıya ve müdahaleye uğradığı pandemi döneminde, Karşıyaka’da bir işletmenin “içkili yer bölgesi” uygulamasından ileri gelerek ruhsatlandırılmasına yönelik gerçekleştirilen Belediye Meclisi oturumunda Tugay, Karşıyaklı’nın aşırıya kaçmayan, ancak içmeyi bilen ve bunu bir kültür olarak gören bir toplum olduğunu ifade etmiş, bu neden ruhsatlandırılma lehine görüş bildirmiş. Buradan varmak istediğim sonuç, Tugay’ın siyasi pozisyonunun zaten kampanyasını böyle bir eksene taşımasına gerek kalmadan seçmene istediği mesajı iletmesine izin vermesi. Zaten seçmen ontolojisinin taban değeri de benzer ideolojik kabullerden oluşuyor. CHP gelirse hayatımıza karışmaz, ama ya AK Parti..? İşte bu soru işareti, Hamza Dağ’ın kampanyasının dizaynında önemli bir yer kaplıyor. Neticede AK Parti’nin Türkiye’yi yönettiği 20 yılı aşkın sürede alkollü içki tüketiminin maruz kaldığı kısıtlamalar apaçık ortada. Astronomik vergi yükü, kamusal alana sınırlama, kaçak içkide artış, reklam yasakları derken bugün alkollü içki tüketimi inanılmaz derecede dar bir fanusa sıkışmış durumda. Genel olarak İzmir, bu fanusun korunabildiği nadir büyükşehirlerden biri Türkiye’de. Hâl böyle olunca AK Parti adayının birkaç adım daha ileri atmaya çalışmasını anlamak mümkün oluyor. Ancak yine de, bir AK Parti adayının, bir Ramazan gününde, alkollü içki tüketen bireylerle bir araya gelebilme cesareti göstermesi Türkiye’de demokrasi ve hoşgorü kültürü bakımından ümit verici nitelikte. Neticede, kamusal alana en çok zarar veren olgulardan biri, farklı ideolojik pozisyon ve kültürel değerler arasındaki geçişlerin kapalı olması. Herkes kendi mahallesinde mutlu diyerek kutuplaşmak, birbirine yabancılaşmak Türkiye için olumlu bir durum sinyallemekten uzak olurdu. Farklı yaşam tarzları ve kültürel değerler arasındaki hoşgörünün yüceltilmesi, bugünün Türkiye’si için en önemli temennilerimden biri. Türkiye’de hiçbir siyasetçi, siyaset yapabilmek için yaşam tarzını ve kültürünü saklamak zorunda kalmamalı. Hiçbir siyasetçi, belirli bir yaşam tarzını benimseyen seçmenle bir araya geldiğinde “Evet, ben de sizin gibi düşünüyorum, ancak şimdi kameralar çekiyor.” şeklinde bir kaçınma yoluna girmemeli. Söz konusu kültürel dönüşümün müsebbibi olarak gösterilen siyaset, eğer bir nebze de olsa buna çözüm getirmeyi ajandasına koyabiliyorsa, bunu olumlu bir geliştirme olarak değerlendirmek istiyorum. https://yeniarayis.com/cagintaneroglu/hamza-dagin-biyigi-ve-secmen-ontolojisi/İlginizi Çekebilir