© Yeni Arayış

Yasaklar sarmalı

Çünkü hepimiz bir sabah uyandığımızda bir gün Instagram, bir gün Facebook, bir gün telefon, bir gün televizyondaki o ya da bu kanal, bir gün bakkala sarı çorapla gitmek, bir gün Türk Caddesinin sol kaldırımından batıya doğru ilerlememek gibi gibi gibi…, daha sayabileceğim tonlarca absürtlüğe uyanacağımızı çok da iyi biliyoruz aslında. Hatta şöyle de bir örnek vermiştim olay vuku bulduğu gün: “Bir akşam evinizin salonuna gelip oturacak ve siz hiçbir şey diyemeyeceksiniz.”

Yazıma “Hepimizin gündemine bomba gibi düşen ‘sosyal medya platformu’ kısıtlaması” cümlesi ile başlamayı bile çok isterdim demek, aslında işin vahameti üzerine çok şey anlatmakta. Çünkü hepimiz bir sabah uyandığımızda bir gün Instagram, bir gün Facebook, bir gün telefon, bir gün televizyondaki o ya da bu kanal, bir gün bakkala sarı çorapla gitmek, bir gün Türk Caddesinin sol kaldırımından batıya doğru ilerlememek gibi gibi gibi…, daha sayabileceğim tonlarca absürtlüğe uyanacağımızı çok da iyi biliyoruz aslında. Hatta şöyle de bir örnek vermiştim olay vuku bulduğu gün: “Bir akşam evinizin salonuna gelip oturacak ve siz hiçbir şey diyemeyeceksiniz.” Evet, diyemeyeceğiz.

Fakat ben işin “Nasıl olur, bu nasıl yapılır?”, “Yıl olmuş 2024!”, “Bu özgürlüğe vurulmuş bir darbedir.” naraları kısmında değilim. Hem “Özgürlük” dediğimiz nedir tam olarak? Bu konuda hemfikir olmadığımız da o kadar açık ki…

Ben işin Sayın Erdoğan’ın tarihte parmakla gösterilen Komünist liderlere taş çıkaracak şekilde davrandığının ne zaman farkına varacağı konusunda da değilim. “Onu da başkalarına bırakayım” demiyor mesela, öyle de çok özellikli bir lider. Siyasal İslam desen var, Milliyetçilik desen var, Komünizm desen var, Liberalizm desen mevcut. Hatta bir dönem neredeyse bir Temmuz sabahı Atatürkçü bile oluyordu, şaşkınlıkla izlemiştik. Bize fakültede ilk öğretilenlerden biri “Hedef kitle ‘herkes’ olamaz.” argümanıydı. Ama Sayın Erdoğan neredeyse bunu bile başarıyor gördüğünüz gibi. Ama dediğim gibi benim ilgilendiğim kısım bu da değil. Sayın Erdoğan’la ilgili çok uzun bir doktora tezi planlıyorum, belki orada bu konuyu ele alırım sonrasında.

Gelelim işin neresinde olduğumuza…

Yasaklar söz konusu olduğunda biz bu durumlara çok da yabancı bir millet değiliz aslında. 80 kuşağı bir birey olarak hem bireysel hafızamla hatırladığım hem de ufak bir araştırma ile erişebildiğimiz “şarkı-türkü” yasaklarımız mevcuttu mesela. Bu ülkede “Doldur be Meyhaneci” insanları alkol almaya teşvik ettiği gerekçesi ile, “Aman Ormancı” türküsü devlet memurunun itibarini zedelediği gerekçesi ile, “Yolun Sonu Görünüyor” türküsü kişiyi intihara özendirdiği gerekçesi ile, “Arkadaşım Eşek” şarkısı bir insanın en yakın arkadaşının bir eşek olamayacağı gerekçesi ile yasaklananlar arasında. 

SANATSAL YASAKLAR GEÇİDİ

Malum platform yasaklanalı ben bu yazıyı kaleme alırken sanıyorum 3 gün oldu. Özellikle belli bir yaş aralığı, ki benim gözlemlerime göre 18-30 ile 55-70 arası yasağı çok da fazla hissetmedi. (“Hedef kitle herkes olamaz.” Beynimize nasıl işlemişse her konuda insanları bir şekilde demografik özelliklerine göre ayırmak bizde atasporu. İlef’e de selam olsun bu vesile ile.)

18-30 yaş hatta hadi 40 diyelim, Gezi Olaylarından da şerbetli olduğu için bir yolunu bulup platformda var olmaya neredeyse kesintisiz devam etti ve halen de etmekte. 55-70 ise zaten bambaşka bir platformda birbirlerinin cumasını hayırlamakla, emekliye verilmeyen zammı “like”larla protesto etmekle meşgul olduğu için bu yasağı çok da hissetmedi.

Yalnız burada aslında bizi rahatsız etmesi gereken noktayı kaçırdık mı, yoksa o noktanın üzerinde mi durmak istemedik gelin ona bakalım biraz.

Yasaklar söz konusu olduğunda biz bu durumlara çok da yabancı bir millet değiliz aslında. 80 kuşağı bir birey olarak hem bireysel hafızamla hatırladığım hem de ufak bir araştırma ile erişebildiğimiz “şarkı-türkü” yasaklarımız mevcuttu mesela. Bu ülkede “Doldur be Meyhaneci” insanları alkol almaya teşvik ettiği gerekçesi ile, “Aman Ormancı” türküsü devlet memurunun itibarini zedelediği gerekçesi ile, “Yolun Sonu Görünüyor” türküsü kişiyi intihara özendirdiği gerekçesi ile, “Arkadaşım Eşek” şarkısı bir insanın en yakın arkadaşının bir eşek olamayacağı gerekçesi ile yasaklananlar arasında. Görüyorsunuz ki iktidarın hayvanlarla her dönem anlamsız şekilde bir alıp veremediği var. Gülünç hakikaten… Peki daha gülüncünü paylaşayım, “Solda güneş yükseliyordu” sözü de solculuğu ima ettiği gerekçesi ile rahatsız edici bulunmuş; daha da arttırıyorum “İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa” hani Hayat Bayram Olsa var ya, o da komünizm vurgusu yaptığı için yasaklanmış. Dudaklardaki tebessümü görebiliyorum. Tutmayın, gülün… Son olarak ise benim de çok net hatırladığım, her albümünü satışa girer girmez koşa koşa aldığım Yaşar Kurt ve “Korkuyorum Anne” şarkısının yasaklanma öyküsü hayli komik ve de paranoyakçadır. Savaştan korkmak çok insani bir reflekstir çünkü.

Dediğim gibi yasaklar konusunda hayli antrenmanlı bir ülkeyiz; bunun en güzel hicvi için Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun “Yasaklar” oyununu izlemeyi tavsiye ederim. Yıllar öncesinden bugünleri işaret eden müthiş bir eserdir.

Bunlar denizin üstünde köpüren kısmı, tabii ki. Bizi içten içe yoran, “yasak” dendiği vakit göğsümüze ağır ağır çöken bir iç sıkıntısını da tartışmaya gelemedik daha ne acı ki. Çünkü o denizin dibi karanlık, sadece senin benim nefesimiz yetmiyor dibe dalıp temizlemeye.

Aslında bir yasaklar sarmalının içinde bulunduğumuzu anlayamayacak şekilde kimi bu durumu “Amaaan! Neyse ne! Sonuçta girebiliyor muyum, girebiliyorum.” şeklinde bir boşvermişlikle, kimi de “Onlar istediği kadar yasaklasın, ben bir yolunu buldum ya!” sözde kurnazlığı ile tolere ettiğini düşündü. Bu durumun bireyin hakkının kısıtlanması, ifade özgürlüğünün elinden alınması gibi kavramlar ile uzaktan yakından ilişkisinin olduğunu asla düşünmedi.

GARBIN BOŞVERMİŞLİĞİ & ŞARKIN KURNAZLIĞI

Bir yerlerde her zaman asıl noktayı kaçırmamız ile meşhur bir ülke olduğumuzu hemen hemen her yazımda dile getirdim sanıyorum.

Bu durumda da o kadar “aslında verilmesi gereken tepkiden uzak” tepkilerle karşılaştık ki bunu doğulu veya batılı olmakla da açıklayacak argümanımız kalmadı.

Mesela en okumuşu bile dedi ki “O boş boş hiçbir şey yapmayan ‘influencer’lara iyi oldu.” Kimi “Benim doğum günüm yaklaşıyor, ben şimdi nasıl kutlama yapacağım?” dedi. Kimi bütün manevi varoluşunu bu platformdan sağladığı için psikolojik ve egosal buhranlar yaşadı. Kimi “Zaten benim anladığım bir şey değildi, bana ne!” dedi geçiştirdi. Kimi “Zaten benim kocam kullanmama izin vermiyordu, Ayşe’nin de kullanamadığı iyi oldu. Oh!” dedi. Dedi dedi, sahiden dedi.

Ama en kötüsü ne bence biliyor musunuz, kimi de “Ben VPN ile bağlanıyorum yani nereye kadar yasaklayabilirler ki?” dedi.

Aslında bir yasaklar sarmalının içinde bulunduğumuzu anlayamayacak şekilde kimi bu durumu “Amaaan! Neyse ne! Sonuçta girebiliyor muyum, girebiliyorum.” şeklinde bir boşvermişlikle, kimi de “Onlar istediği kadar yasaklasın, ben bir yolunu buldum ya!” sözde kurnazlığı ile tolere ettiğini düşündü. Bu durumun bireyin hakkının kısıtlanması, ifade özgürlüğünün elinden alınması gibi kavramlar ile uzaktan yakından ilişkisinin olduğunu asla düşünmedi. Aslında çok da faydalı bir atasözü değil “Hatice’ye değil, neticeye bak.” E Hatice’ye olanlar ne olacaktı peki? Orası hiç umurumuzda olmadı. Machiavelli görse bizi alnımızdan öperdi, o derece bir sonuca odaklanmışlık…

Hani ergenlik dönemimizde ebeveynlerimiz izin vermese de o geziye bir şekilde giderdik ve önemli olan o geziye gitmekti. O geziye gitmek için aldığımız risk, ebeveynlerimize söylediğimiz yalanların vermiş olduğu iç huzursuzluk, geziden aslında o kadar da keyif almıyor oluşumuz gibi durumlar o kadar da önemli değildi. Önemli olan bizim o geziye öyle ya da böyle gitmiş olmamızdı. Ve maalesef yine benzer bir durumla karşı karşıyayız fakat çok daha ciddi bir konuda. Olayların bize yaşatmış olduğu ilk duyguları değil de daha sonra denizin dibine indikçe bize yaşattığı veya yaşatma ihtimali olan durumları düşünmeyi okumak, tahsilli olmak gibi özelliklerle kazanabilen bir millet olmadığımız ortada. Bunun çözümü acaba okullarda daha az teknik bilgi, biraz daha fazla ahlak ve etik dersleri mi olmalı? Veya mesela biz ebeveynler çocuklarımıza daha 5 yaşında iken arkadaşının önündeki oyuncağı izinsiz almanın “akıllı” olmak değil de “saygısızlık” olduğunu öğretmekle mi başlamalıyız işe? Yine aynı Machiavelli beni görse sanırım biraz kızar biraz da bu umutlu halime gülerdi fakat, ben bu durumun , bireyin sonuç odaklı yaşama kültürünün büyüdüğü zaman kendisine yapılmış olan saygısızlık ve kısıtlamaları kanıksamasına çanak tuttuğunu düşünmekteyim. Aynen de bu sosyal medya platformu meselesinde olduğu gibi.

Ve diyelim ki bugün bu işi VPN’le çözdük, peki ya sonra?

           

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER