Yargı erkini düşünmek
KÖŞE YAZILARIYargı erkini düşünmek
SİYASETTE FANATİZM AZALMADIĞI MÜDDETÇE MAHKEMELER SAĞLIKLI İŞLEMEYECEK
Öncelikle yargıya dönük eleştirilerin fazlasıyla ağır olduğunu, bir biçimde bu kuruma haksızlık edildiğini kayıt altına almak gerekli. Çünkü siyasetteki yargılama eğilimi yargıdaki siyasallaşma eğiliminden daha güçlü. Bizde siyasetçiler, yarı siyasetçi akademisyenler ve gazeteciler genellikle bir mesele hakkında kendileri gibi düşünmeyen insanları ötekileştiriyor.Empati ve müzakere kitaplarda gördüğümüz ama gerçek hayatta pek de kullanmadığımız kavramlara karşılık gelmekte. Yargının siyasallaştığına yönelik kabulün arkasında empati ve müzakere gibi mekanizmaları hiç kullanmayan siyaset kurumu var. Bu noktada siyasal psikolojik bir devrime ihtiyaç duyduğumuzu hatırlatmak gerekli. Çünkü siyasette fanatizm azalmadığı müddetçe mahkemeler sağlıklı bir şekilde işleyemeyecek. Tuttuğumuz takım aleyhine penaltı veren hakeme saygı duyuyor muyuz? Ekseriyetle hayır. Taraftarlığın yarattığı kör bilinç hakemlik kurumunu itibarsız hale getiriyor. Hakem ancak bizim lehimize karar verdiği zaman dürüst ve saygın biri olmakta. Bu bencil ve tekil bilinç her şeyi mahveden asıl sorun. Bizim lehimize verilen karar başkasının aleyhine verilmiş bir karar oluyor çünkü. Hakemlik hakimliğin popüler versiyonu. Hakimlere bakışımız da hakemler gibi. Siyaset kurumu ve bu kurum nedeniyle doğru düşünme yetisi sakatlanmış toplum psikolojisi dünyayı bana destek verenler ve karşı çıkanlar diye iki kutba ayırıyor. Böyle bir iktidar geometrisinde hakem diye tarafsız bir kurum yok. Kararlar bizim işimize geldiği müddetçe adil. Bu mantığı değiştirdiğimiz güne kadar yargıdaki siyasallaşma tartışmaları devam edecek. İkinci önemli nokta yürütme-yargı ilişkisine yönelik tarihsel yükle ilgili. Sadece biz de değil pek çok ülkede de hükümdarların mahkeme gibi hüküm verme, cezayı affetme ve yargıç atama yetkisi vardı. Pek çok demokratik ülkede hala devlet başkanları yargıç ve savcı atayabiliyor. Belli sınırlar içinde cezaları affedebiliyor. Ayrıca yürütmenin başının yargılanması özel prosedürlere bağlanmış durumda. Savcılar cumhurbaşkanı ve başbakan gibi üst düzey devlet adamlarına istedikleri gibi dava açamıyor. Yürütme ile yasama arasındaki en ilginç bağlantı ise adalet bakanlığı. Sorunu kuvvetler ayrılığı üzerinden izah edelim. Yürütmenin içinde yasamadan sorumlu bir bakanlık yok. Meclis kendi tüzel kişiliği ile kendi işlerini bizzat kendisi yürütüyor. Ama yargı erkinde durum farklı. Yargılama işlerinin yürütülmesinde çatı kurum yürütmenin parçası olan bir bakanlık. Tabii adalet bakanlığı sadece bizde değil, dünyanın her yerinde var. Belki de bu nedenle yürütmeyi yargıdan koparmak ve tam bir kuvvetler ayrılığı rejimi yaratmak imkansız. İddianameye esas kanıtlar ve dava dosyasının içeriği önemli ölçüde kolluk kuvvetleri tarafından hazırlanıyor. Polisin hazırladığı dosya savcıya, savcının kaleme aldığı iddianame ise hakime gitmekte.DAVA DOSYASININ İÇERİĞİ ÖNEMLİ ÖLÇÜDE KOLLUK TARAFINDAN HAZIRLANIYOR
Yürütme erkiyle yargı erki arasındaki yoğun etkileşimi mahkemelerin gündelik işleyişleri üzerinden de takip edebiliriz. İddianameye esas kanıtlar ve dava dosyasının içeriği önemli ölçüde kolluk kuvvetleri tarafından hazırlanıyor. Polisin hazırladığı dosya savcıya, savcının kaleme aldığı iddianame ise hakime gitmekte. Şüphesiz ki hakimlerin kendisi kanıt araştırabilir. Savcı da polisi adli kolluk olarak kullanabilir. Ama iş yükü nedeniyle bu pratikler baskın konumda değil. Dahası hakim ile savcı aynı binada (adalet sarayında) çalışıyor. Özellikle küçük yerlerde hakim ve savcılar çalışma arkadaşları. Bu koşullarda hakimin savcı ve avukata aynı mesafede kalmasını sağlamak imkansız olmasa bile oldukça zor. Son olarak hukuki elitizme karşı demokratik yargı prensibine değinmek gerekli. Türkiye’de baskın yargı yorumu seçkinci. Yargı kendi içinde kapalı bir sistem olarak algılanıyor. Oysa yargıçların kullandığı yetki aslında millete ait olan egemenlik yetkisi. Bu nedenle mahkeme kararları “Türk Milleti” adına ifadesiyle başlıyor. Ancak bu temel gerçeğe rağmen yargı üzerindeki millet etkisi oldukça zayıf. Anglo-Sakson geleneğindeki iki uygulama, yani ceza davalarında jüri sistemi ve bazı üst düzey yargıçların halk tarafından seçimi ülkemizde yok. Oysa yargının demokratik meşruiyeti için kalıcı adımlar atılırsa siyasallaşma tartışması sona ermese bile biçim değişip daha makul bir zemine taşınabilir. Ez cümle, yargıyı ülkenin demokrasi seviyesinden bağımsız bir şekilde ele almamız imkansız. Ayrıca her önemli siyasi davada kendini tekrarlayan ezber söylemler yerine paradigma değişikliğinin kapısını aralayacak önerilere zihnimizi daha açık tutmalıyız.İlginizi Çekebilir