Yabancı hakem olur da yabancı hâkim olamaz mı?
HUKUKAslında öyle zannediyorum ki, hiç kimse Adalet Bakanının yerinde olmayı şu an itibariyle istemez. Karizması, İstanbul Savcısının yanında oldukça sönük kalan, bir ayrıntıya indirgenen sayın Bakan, durumdan hiç rahatsızlık duymuyor olmalı ki, hiç ses çıkarmıyor ya da çıkaramıyor. Madem Türkiye’nin hakim ve savcıları, hatta Bakanı bu işi beceremiyorlar, vatandaşlar olarak yabancı hakim ve savcı talep etmek hakkımız diye düşünüyorum.
Futbol dünyasında bir süredir tartışılan husus geçtiğimiz haftalardan itibaren gerçek oldu. Çoğu takımın taraf tutmakla, düdüğü gördüğüne değil “maslahatı idare etmeye” yönelik olarak çalmakla eleştirdiği Türk hakemlerine Futbol Federasyonu tarafından görevden el çektirildi ve yerlerine yabancı hakemler görev yapmaya başladılar. Şimdilik yabancı hakemler yalnızca VAR (Video Assistant Referee- Video Yardımcı Hakem) olarak bilinen, arka planda maçın gidişini etkileyen bariz bir hatayı veya gözden kaçırılan ciddi bir olayı düzeltmek amacıyla kamera görüntülerinden bilgi aktararak orta hakeme yardım etmek üzere görev yapıyorlar.
Eşit rekabet şartlarını bozucu etki yapan hakem hataları sonucunda, bir tarafı diğer taraf aleyhine kayıran kararlar, kayrılan tarafın sürekli kazanmasına neden oluyor. Peki, bunun çok benzeri hukuk dünyasında yaşanmıyor mu?
Elbette yaşanıyor, hem de uzun süredir. Siyasi iktidar tarafından yargı gücü üzerinde kurulan baskılar ve ele geçirme çabaları sonucunda, doğrudan iktidarın atadığı hakimler ve savcılar tarafından kurulan düzen, başta ifade özgürlüğü olmak üzere pek çok insan hakları başlığında geriye götüren sonuçlar doğuruyor. Düzen böyle kurulunca, daha da kötüye gitmesi beklenmeli.
CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Cem Aydın, İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek’in emriyle, “Gürlek’i eleştirmek suçundan” gözaltına alındı, daha sonra adli kontrol ile serbest bırakıldı. Bu durumu eleştiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Ekrem İmamoğlu hakkında da aynı makam tarafında soruşturma başlatıldı. Bununla yetinmeyen Gürlek, Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından aslında yetki gasbında bulunarak Ankara’da bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Antalya’da yaptığı bir konuşmada kullandığı ifadeler nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltına alındı. Özdağ, getirildiği İstanbul Adliyesi’ndeki işlemlerin ardından “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Geçen hafta BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş da, yine Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla gözaltına alınmış, hakkında adli kontrol uygulanarak serbest bırakılmıştı.
Ceza muhakemesinde yetki, en başat kurallardan birisidir. Kanuna göre suçun işlendiği yer cumhuriyet savcılığı coğrafi bakımdan soruşturmada yetkilidir. Bunun bir istisnası olarak, basın yoluyla işlenen suçlarda, yayın Türkiye’nin her yerinde yapıldığından, yukarıdaki örneklerde İstanbul savcılığı da kendisini yetkili görüyor. Aslında geçmişte çokça tartışılan, bir çeşit “Türkiye Savcılığı”na soyunan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, acaba Türkiye’nin her yerinde çıkan yayınları takip edip suç unsuru arıyor mu? Böyle bir yetkisi var mı? Tabii ki yok! O halde, cımbızla bir iki olayı seçerek soruşturma yapmak, kendisini o göreve atayanlara yaranmak dışında bir anlama gelmiyor.
Herkesin aklında geçen cümleyi ben yazmış olayım, maalesef beni Türk hakimlerine emanet etmeyiniz, zira fena çuvalladılar!
BENİ TÜRK HAKİMLERİNE EMANET ETMEYİNİZ
Elbette, bu işlemlere tepki gösterenlerin geç kalmışlığından da söz etmek gerekir. Bir başka siyasi parti genel başkanı olarak siyasi faaliyetleri ve iktidarı eleştirmesi nedeniyle tutuklanan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ilk gözaltına alınmasında hiç ses çıkarmayanların aslında bir demokrasi talebi olmadığının altını çizmek gerekiyor. Demirtaş gözaltısında toplumun pek çok kesiminden “oh, iyi oldu” anlamına gelen sesler çıkmıştı. İleride bu silahın başka siyasilere yöneleceğini o dönemde yazmış bir hukukçu olarak, ne gözaltına alınan siyasetçilere ne de el konulan farklı partilerden belediyeler konusunda bir ayrım yapmaksızın karşı çıkmak gerektiğine inanıyorum. Türkiye, maalesef bugün itibariyle siyasi parti genel başkanı tutuklayan bir ülke sınıfına indirgendi. Ondan sonra, ifade özgürlüğünün bulunmadığı, ancak diktatörlüklerde görülebilecek uygulamaların yaygın ve sistemli görünüm kazandığı söylendiğinde sayın Adalet Bakanı çıkıp tepki gösteriyor.
Aslında öyle zannediyorum ki, hiç kimse Adalet Bakanının yerinde olmayı şu an itibariyle istemez. Karizması, İstanbul Savcısının yanında oldukça sönük kalan, bir ayrıntıya indirgenen sayın Bakan, durumdan hiç rahatsızlık duymuyor olmalı ki, hiç ses çıkarmıyor ya da çıkaramıyor.
Madem Türkiye’nin hakim ve savcıları, hatta Bakanı bu işi beceremiyorlar, vatandaşlar olarak yabancı hakim ve savcı talep etmek hakkımız diye düşünüyorum. Herkesin aklında geçen cümleyi ben yazmış olayım, maalesef beni Türk hakimlerine emanet etmeyiniz, zira fena çuvalladılar!
İlginizi Çekebilir