“Wishful thinking” ve barış sürecinin diplomatik faydalarına dair
SİYASETİspanya’dan İrlanda’ya hatta Kanada’ya değin özendiğimiz barış süreçlerinden birinin ülkemizde de gerçekleşmesinden mutsuz olacak değiliz. AKP’nin demokrasiyi araçsallaştırmada sicili ne kadar kötü olursa olsun böyle bir konunun şaka ve hatta ironi kaldırmayacağı aşikar.
AB üyeliğine değil ama AB üyeliğinin gerektirdiği medeniyet kriterlerine çok ihtiyacımız var. Bu yolun başlangıç noktası Diyarbakır ya da Amed olsun. Yol Ankara’dan geçip Edirne üzerinden Brüksel’e varsın. Bundan güzel wishful thinking de olmasın.
İngilizce’de hoş bir ifade vardır. “Wishful Thinking”. Bunu Türkçe’ye çevirmek zor. Sanırım güzel çevirisi “Neylerse Güzel Eyler” olabilir. Ama bizimkinde biraz tevekkül ve kötüye de hazırlık var. Wishful Thinking tam bu da değil. İyi düşünelim iyi olsun daha doğru olabilir. Ya da basitçe iyi şeylerin olmasını temenni edelim.
Ben de bir süredir bir wishful thinking içindeyim.
Devlet Bahçeli’nin yıllarca kendilerine oy vermeyenleri illet-zillet diye yerin dibine soktuğu sıkıcı senaryoyu izledikten sonra bir gün elini DEM Partili vekillere uzatmasıyla başlayan süreç aklın almayacağı yerlere geldi.
Bahçeli’nin bebek katili diye adlanan Öcalan’ı “PKK Önderi” diye tanımlaması ile sürecin bundan sonra nerelere evrileceğini tahmin etmek güç değil.
İspanya’dan İrlanda’ya hatta Kanada’ya değin özendiğimiz barış süreçlerinden birinin ülkemizde de gerçekleşmesinden mutsuz olacak değiliz. AKP’nin demokrasiyi araçsallaştırmada sicili ne kadar kötü olursa olsun böyle bir konunun şaka ve hatta ironi kaldırmayacağı aşikar. Türkiye gibi bir geçiş ülkesinin ve hizmet ekonomisine bağımlı bir sistemin istikrarsızlıkla yeterli mesaiyi harcadığı su götürmez bir gerçek.
AKP, CHP’yi kurumsal düzeyde yıpratmak için deyim yerindeyse topuyla tüfeğiyle saldırıyor . CHP’nin kurumsal yapısına verilecek hasar ve bu konuda harcanacak mesai AKP’nin ötekileştirme konusunda kaslarının güçlü kalmasını sağlayacak. AKP’nin ideolojik bir ajanda ile her zaman bir ötekiye ihtiyaç duyacağına kuşku yok.
AKP liderinin kendisini büyük şehirlerde yenilgiye düşüren ve çeperlerin partisi olarak seçim kaybeder konuma getiren tercihlerini tekrarlamaya gerek yok. Bununla beraber yukarıda ifade ettiğimiz üzere uzun yıllardır rakibi kıstırmak için kullanılan bir fiili durumu ortadan kaldırmak ve eldeki kozu karşı tarafa vermek ya da en azından kaybetmek normal şartlarda akılcı gelmiyor.
Bir ucunda hainlik diğer ucunda bilinçsizlik olan eleştirel ifadelerin mürekkepleri taze olsa da siyasette dün dündür bir taraftan da.
Erdoğan/AKP iktidarının ilk 10 yılına damga vuran AB vizyonu özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP karşıtı bloğun çoğunluk kazanması sonrasında ortadan kalkmaya yüz tutmuştu.
Türkiye 2015-25 döneminde AB’den ne kadar uzaklaşılabilirse o denli uzaklaştı.
2015’de konuşulan vize serbestliği anlaşması kapanmayan fasılların kurbanı olurken 2020’ler vize randevusu peşinde koşma yıllarına dönüştü.
Türkiye’nin Yunanca konuşanlarla gerginlik gibi yapısal meseleleri zaten hep baş ağrıtırken bir de AB’nin terör tanımını red etme tercihi AB üyeliğini okyanus diplerine vize serbestliğini ise aynı okyanusun ulaşılmaz adalarına ışınlıyordu.
Türkiye Kıbrıs’la Yunanistan’la olan meseleleri bugünden yarına belki çözemez ama Barış süreci ortamında AB’nin terör tarifi konusundaki uzlaşmazlığından pekala vazgeçebilir.
Avrupa terörist nüfusunun neredeyse %90’ını Türkiye sınırlarına taşıyan bu tanımın Barış süreci ile beraber değişmesi, yumuşaması kaçınılmaz görünüyor.
İşte tam bu noktada girişte ifade ettiğim wishful thinking devreye giriyor. AKP, CHP’yi kurumsal düzeyde yıpratmak için deyim yerindeyse topuyla tüfeğiyle saldırıyor. CHP’nin kurumsal yapısına verilecek hasar ve bu konuda harcanacak mesai AKP’nin ötekileştirme konusunda kaslarının güçlü kalmasını sağlayacak. AKP’nin ideolojik bir ajanda ile her zaman bir ötekiye ihtiyaç duyacağına kuşku yok. AKP’nin daha da fazla ihtiyaç duyduğu şeyse hiç tereddütsüz sandıktan gelecek oy.
AB üyeliğine değil ama AB üyeliğinin gerektirdiği medeniyet kriterlerine çok ihtiyacımız var. Bu yolun başlangıç noktası Diyarbakır ya da Amed olsun. Yol Ankara’dan geçip Edirne üzerinden Brüksel’e varsın.
CHP’yi kurumsal olarak sallarken CHP’lilerden oy almanın en garanti yolu aslında AB ile arayı sıcak tutmak. Barış süreciyle beraber devreden çıkacak yasal düzenlemelerin vize serbestisinin açık fasıllarını kapatması rüzgardan bile hızlı olabilir.
Hollanda Başbakanı iken AKP’li bakanlardan yakınan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin AB liderlerine Türkiye ve Erdoğan’la aranızı sıcak tutun mesajı havuz gazetesinde değil Financial Times’ta çıktı.
Bu sıcaklığın ilk derecelerinde serbest dolaşım, kaynama noktasında AB üyesi Türkiye. Neden olmasın?
Erdoğan gibi tedrisatını soğuk savaşta almış, gömleğini çıkarmış görünse de Milli Görüş kadrolarının görüp göreceği en büyük başarıya imza atmış bir liderin ideolojik hayallerinden vazgeçmeyeceği aşikar.
Ama zamanın ruhu başka bir gerçekliği dikte ediyor. Türkiye yıkanılabilecek tüm ırmaklarda yıkandı. Aynı ırmaklarda yıkanmak ise 3000 yıldır imkansız. Aynı hataları yaparak farklı sonuçlar da elde edilemeyecek.
AB üyeliğine değil ama AB üyeliğinin gerektirdiği medeniyet kriterlerine çok ihtiyacımız var. Bu yolun başlangıç noktası Diyarbakır ya da Amed olsun. Yol Ankara’dan geçip Edirne üzerinden Brüksel’e varsın.
Bundan güzel wishful thinking de olmasın.
İlginizi Çekebilir