Vicdanı yeniden diriltebilir miyiz?
FELSEFEİnsanlara aldırmamayı öğretmek suretiyle derin bir vicdansızlık, hukuksuzluk, acımasızlık ve vahşet hali oluşturulmaktadır. Aldırmazlığın popülizm, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, dinbazlık ve fanatizm olarak dayatıldığı günümüzde vicdanı yeniden diriltmenin yolu, aklı, aldırmayı ve ahlakı yeniden diriltmekten geçmektedir.
İnsanın kendini bulma, arama, anlama, açıklama ve sorgulama sorununun olmadığı kurak, kısır ve katı bir kültürle çepeçevre kuşatılmış bulunuyoruz. Çepeçevre kuşatıldığımız kültürün siyasal, sosyal, teolojik, tarihsel ve eğitimsel kodları, insanın sahici anlamda bir hukuk, felsefe, bilim, sanat, edebiyat, müzik geliştirmesine izin vermemektedir. Çocukların öldürüldüğü, kadınların her gün şiddete maruz kaldığı, ormanların talan edildiği, hayvanların öldürüldüğü, küçük çocuklarrın tacize ve istismara maruz kaldığı, suçluların kendilerine dokunulmayacağı özgüveniyle güvenlik görevlisi kadınları öldürdüğü, bir vahşet girdabı içindeyiz. İnsanın kendini aramadığı, anlamadığı, açıklamadığı ve sorgulamadığı yerde, vicdan yeşermez, gelişmez ve kökleşmez. Vicdan, barışın, özgürlüğün, hukukun, bilimin, felsefenin ve sanatın emelidir.
Vicdan, insanın kendini araması, bulması, geliştirmesi, çeşitlendirmesi ve diriltmesidir. Vicdan, içimizdeki gerçek bendir. Kendini gerçekleştirme olarak ifade edilen yaşama amacı ve anlamı, aslında vicdanın, içimizdeki benin yaratılması, bulunması, diriltilmesi ve yaşatılmasıdır. İnsan, vicdanla yaşar. Vicdanlı bir hayat için insanın düşle, düşünceyle ve duyarlılıkla hayatı tecrübe etmesi gerekmektedir. Köhne siyasal tarafgirliklerle, dini ve ırkçı fanatizmlerle, yıkıcı cinsiyetçilikle, despotizme ve güce tapmakla, hayatın vicdani ve insani bir şekilde yaşanması mümkün değildir. Despotizm, gericilik, fanatizm, vahşet, cehalet ve akılsızlık, vicdanı öldürerek insanlığa dair hukuk, barış ve özgürlük değerlerini tamamen ortadan kaldırmaktadır.
İnsanın kendini gerçekleştirmesi, hayatını felsefeyle, bilimle, sanatla, müzikle, kitapla, emekle, aşkla, umutlla, tutkuyla, akılla, besleyerek ve büyüterek kendini sürekli olarak yeniden yaratması demektir. Devlet, aile, kültür, milliyet, inanç, gelenek adı altında kutsallaştırılan kurgular, insanın kendini gerçekleştirmesine ve hayatını dolu dolu yaşamasına izin vermemektedir. Aile, milliyet, devlet gibi kutsallaştırılan bütün kurgular ve kurumlar, insanı yaşatmamakta, insanı cüceleştirmekte, küçültmekte, sindirmekte, silikleştirmekte ve nihayetinde silmektedir. İnsanı silen bütün güç kurumları, bütün hukuksuzluklarını, karanlıklarını ve kirliliklerini vicdanı öldürerek yapmaktadırlar.
Hasta güruhlar, içlerinden en cahil, yobaz, ayırımcı, cinsiyetçi, acımasız, nefretle dolu olan karanlık tiplerin peşinden giderler, onların despotluklarıyla mutlu olurlar. Hasta güruhları yöneten despotlar, hukuktan, demokrasiden, barıştan, özgürlükten, ahlaktan ve maneviyattan nefret ederler.
HASTA GÜRUHLAR, KARANLIK TİPLERİN PEŞİNDEN GİDERLER
Hayatlarını yaşayamayan ve vicdanları öldürülen bireylerden oluşan kişilerin meydana getirdiği kitleler, hasta güruhlardır. Hasta güruhlar, içlerinden en cahil, yobaz, ayırımcı, cinsiyetçi, acımasız, nefretle dolu olan karanlık tiplerin peşinden giderler, onların despotluklarıyla mutlu olurlar. Hasta güruhları yöneten despotlar, hukuktan, demokrasiden, barıştan, özgürlükten, ahlaktan ve maneviyattan nefret ederler. Despotizm, bazı insanları kullanarak bütün insanları akılsızlaştırmakta, ahlaksızlaştırmakta ve vahşileştirmektedir. Güçten başka hiçbir değeri ve dini olmayan despotlar, yönettikleri güruhların cehaletini derinleştirmek için eğitimi, dini ve maneviyatı araç olarak kullanırlar. Cehaleti din, milliyet ve maneviyat olarak dayatan despotizm, insanların bir vicdan ve hayat uyanışı yaşamalarına engel olmayı ister. İnsandaki vicdanı uyuttuktan sonra, insanı uyuşuk bir nesneye dönüştürmek ve hayatın bizzat kendisini uyuşturmak çok kolay olmaktadır.
Despotizmin sistematik sosyal cehalet mühendisliğinin amacı, kişilerin insana, doğaya ve hayata, hukuka, barışa, özgürlüğe, demokrasiye kayıtsız kalmasıdır ve aldırmamasıdır. Din ve maneviyat haline getirilen cehalet, insanın kalbini, duyularını, duygularını ve düşüncelerini mühürlemektedir. “Aldırma gönül aldırma” arabeskiyle ruhları ve beyinleri zehirlenen kitleler, insana ve doğaya karşı tam bir akli ve ahlaki kayıtsızlık içindedirler. Akıl ve ahlak açısından siyasete, kültüre, sanata, kitaba, edebiyata, felsefeye, hukuka, hayata kayıtsızlığın olduğu bir yerde her türlü yolsuzluk, yozlaşma, yasakçılık, çürüme, yabancılaşma ve yabanilik meydana gelebilmektedir.
Vicdan, aldırmaktır, akıllanmaktır, ahlaklanmaktır. Vicdan, buda geçer dememektir. Aldırmak, büyük insanlığın ortak insanlığımız olduğu gerçeğinin farkında olarak insana ve doğaya dair her şeyle aktif bir şekilde ilgilenmek ve ilişkilenmektir. Varoluşsal özümüz olan vicdanı, yeniden akılla, insanla ve doğayla ilişkilenerek bulabiliriz. Hayata, doğaya ve insana aldırış gösteren kişiler, vicdanlı, akıllı ve ahlaklı olabilirler. Aldıranlar, hukuku, barışı, demokrasiyi ve özgürlüğü doğrultmak, düzeltmek ve diriltmek isterler. İnsanlara aldırmamayı öğretmek suretiyle derin bir vicdansızlık, hukuksuzluk, acımasızlık ve vahşet hali oluşturulmaktadır. Aldırmazlığın popülizm, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, dinbazlık ve fanatizm olarak dayatıldığı günümüzde vicdanı yeniden diriltmenin yolu, aklı, aldırmayı ve ahlakı yeniden diriltmekten geçmektedir.
İlginizi Çekebilir