© Yeni Arayış

Vicdan zorbalığa karşı: Ortaçağ Avrupası’nda dindar tiranlık ve çoğulculuk (1)

Zweig’ın çok değerli bir öykü ve novella yazarı olduğu hakikattir; ancak benim bilhassa dikkatimi çeken eserleri, ahenkli bir edebi metin gibi akıp giden ve “Keşke hiç bitmese!” dedirten enfes biyografileridir. Bugünlerde elimde tam bu tarife uyan bir biyografisi var Zweig’ın: Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e. Kendisi de yaşamı boyunca baskı altında yaşayan ve bu yüzden ülkesini terk edip sürgünde intihar ederek hayatına son veren Zweig’ın biyografilerini kaleme aldığı tarihsel şahsiyetler özellikle bu iyi - kötü dikotomisinde uçları temsil eden insanlardır hep.

Avusturya’nın 20. yüzyılda yetiştirdiği çok sayıda yazar, şair ve entelektüelden Stefan Zweig çoğunlukla “roman yazarı” olarak tasnif edilir kitap kapaklarında veya internette ve sosyal medyadaki kısa özgeçmişlerinde. Zweig’ın çok değerli bir öykü ve novella yazarı olduğu hakikattir; ancak benim bilhassa dikkatimi çeken eserleri, ahenkli bir edebi metin gibi akıp giden ve “Keşke hiç bitmese!” dedirten enfes biyografileridir.

Bugünlerde elimde tam bu tarife uyan bir biyografisi var Zweig’ın: Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e.[1] Kendisi de yaşamı boyunca baskı altında yaşayan ve bu yüzden ülkesini terk edip sürgünde intihar ederek hayatına son veren Zweig’ın biyografilerini kaleme aldığı tarihsel şahsiyetler özellikle bu iyi - kötü dikotomisinde uçları temsil eden insanlardır hep. Castellio’nun Calvin’e karşı verdiği mücadele de bir yönüyle sembolik bir yönüyle yol göstericidir Zweig’ın tarihi algıladığı perspektif açısından.

Zweig’ın 1930’ların baskıcı ortamında, Avusturya ve Almanya’da Hitler ile etrafındaki faşistlerin iktidarı ele aldığı ve toplum üzerindeki baskıyı iyice artırdığı yıllarda, 1935-36’da kaleme aldığı bu kitabı şu yönüyle de önemlidir: Zweig esasen Calvin-Servetus mücadelesini bilmekte, ancak Castellio’dan da mücadelesinden de kitaptan önce haberi bulunmamaktadır. Cenevre’de ortodoks Calvincilere karşı mücadele eden liberal Calvinci bir papazın, Jean Schorer’in bir mektubuyla bu tarihi mücadele adamından haberdar olur ve büyük bir tutkuyla işe koyulur.

Hatta 1930’ların ortamında Calvin ile Hitler’i, Cenevre’de o yıllarda Calvin’i ölesiye destekleyenlerle 1930’larda yine aynı şehirde Hitler’in destekçilerini edebi bir coşkuyla iç içe geçirerek tahayyül ettiği de dikkatli gözlerden kaçmaz. Bu süreçte Castellio ve onun vicdani duruşundan o denli etkilenir ki büyük bir sempati duymaya başladığı Castellio artık bir noktadan sonra Zweig için gerçek bir örneklik oluşturur ve bir mektubunda bunu şu şekilde ifade eder: “Castello, olmak istediğim adamın portresi.”[2]***

Calvin Cenevre’sinde o yıllarda; vaftiz törenlerinde gülümseyen bir vatandaşa üç gün hapis cezası verilir, adamın biri oğlunun vaftiz adının İbrahim olmasına itiraz etmiş, hapis; Castellio’nun İncil çevirisini öven biri şehirden kovulur, ibadet sırasında yanındaki adama bir parça tütün veren adamın kiliseye celbi, töhmet ve tövbe; adamın biri kâğıt oynamış, kartlar boynuna asılarak direğe bağlanarak teşhir edilir; Calvin’e kötü söz söyleyen bir matbaacının dili, şehirden kovulmadan önce kızgın demirle delinir; Calvin’i sahtekârlıkla itham eden Jacquet Gruet işkence gördükten sonra idam edilir… (s. 62-64). Zweig sayfalar boyunca bu ilginç terör ve tedhişi çeşitli örneklerle anlatır. 

REFORMCU HAREKETLER VE CALVİN’İN KONUMU

Önce sahneyi tanımlayalım: 16. yüzyılın muazzam çalkantıları devam ediyor, Roma’daki Kilise’nin ve Papalık öncülüğündeki Katolikliğin asırlar boyu bütün Avrupa’yı avucunda tuttuğu uzun dönem artık sona ermiş. Hristiyanlığın güneye nazaran daha “ılımlı” yaşandığı Kuzey Avrupa’da ve Cermen prensliklerinin himayesinde politik zeminde başlayan, Roma-Papalık karşıtı dini reform hareketleri doruğa çıkmış durumda. Almanca konuşan topluluklarda Martin Luther, Fransızca konuşan bölgelere Jean Calvin bu Reformist hareketlerin iki büyük kutbu olarak kitleleri sürüklüyor. İsviçre şehirlerinin büyüklerinden Zürih, 1523’te kendi hemşerileri Ulrich Zwingli’nin Reformist versiyonunu benimser, Strasburg ise eski Dominiken rahip Martin Bucer’in peşinden gider.

Önceleri daha hümanist bir çizgide olan ve Avrupa’nın bugün bile minnetle andığı Erasmus ve Luther’den etkilenen Calvin, Fransa’nın Katolik Noyon bölgesindendir aslen. Muhalif ve Reformcu görüşlerini yaymak için genç yaşında Cenevre’ye gelmiş, azimli ve fikirlerinde ihtiraslı bir adamdır. Bitmez tükenmez enerjisi ve kuvvetli mantığı, bilgi birikimi ve inandırıcılığıyla kitleleri peşinden sürükleyen etkileyici bir vaizdir. Dini görüşlerinde yeni bir dogma olarak nitelendirilebilecek otoriter, hatta diktatoryal bir tutkuyla hareket eder. Ancak elinde güç olmaksızın hiçbir diktatörlük ve ideolojik otoriterlik ayakta kalamaz, Calvin de hızla gücün dinamiklerine gözünü diker ve Cenevre şehir konseyindeki siyasetçileri etkileyerek kendine kuvvetli bir istinatgâh bulmakta gecikmez. Hızla muhalif fikirleri baskı altına alan ve eleştirel yorumlara dahi tahammül edemeyen bir “Dini Lider” doğmaktadır, üstelik dogmatik Katolik düşünce içinde reform yapan muhalif bir hareketin içinden gelmektedir bu yeni dini tiranlık.

Zweig bu noktada tarih boyunca büyük devrimcilerin önemli bir özelliğine işaret eder: “Dünyanın hiçbir büyük devrimcisi için sürgün, hapis, aforoz hiçbir zaman engel teşkil etmez. Aksine bu durum çoğu zaman popülaritesinin artmasının gereklerindendir. Kitleler tarafından ilahlaştırılmak için geçmişte mağduriyet yaşanması gerekir. Zira nefret edilen bir rejim tarafından gadre uğramak ve kahramanlığıyla verdiği imtihanı herkesin görmesi, müstakbel lidere halk nezdinde mistik bir paye kazandırır. Çünkü göz önünde bulunmamakla efsaneleşir; etrafında dolaşan rivayetler, bir bulut gibi uçuşarak adını parlatır, yüceltir. Geri döndüğü vakit hiçbir dahli olmamasına rağmen, bir atmosfer hadisesi misali, yüz kat büyük bir beklentiyle karşılanır.” (s. 40-41).

Zweig bu önemli tespitine Galya’dayken Caesar’ı, Mısır’dayken Napoleon’u, Güney Amerika’dayken Garibaldi’yi, Urallar’dayken Lenin’i örnek verir. Ben de onun bu tespitine, Necef ve Paris’te sürgündeyken Ayetullah Humeyni’yi ve apartheid dönemindeki cezaevi günlerinden iktidara uzanan Nelson Mandela’yı da ekleyerek katkıda bulunmak istiyorum.

Calvin bir sürgün olarak geldiği Cenevre’de etrafında oluşan bu mistik gücü ilerleyen dönemde hayra değil şerre kullanacaktır. Hızla büyük bir sindirme ve tedhiş kampanyası başlatır, şehirde eleştirel düşünme ve muhalif bir ses duyulması şöyle dursun, jurnalcilik ve hafiye teşkilatı sayesinde özel hayat da kalmaz artık. Meşhur Fransız yazar Balzac, Calvin’in dini terörünün Fransız Devrimi’nin kanlı olaylarından daha ürkütücü olduğu tespitinde bulunur; buna rağmen bugün 16. yüzyıl Cenevre’sinde yaşananlar pek bilinmez, hatta üzerinde bile durulmaz.Ama örneğin Calvin Cenevre’sinde o yıllarda; vaftiz törenlerinde gülümseyen bir vatandaşa üç gün hapis cezası verilir, adamın biri oğlunun vaftiz adının İbrahim olmasına itiraz etmiş, hapis; Castellio’nun İncil çevirisini öven biri şehirden kovulur, ibadet sırasında yanındaki adama bir parça tütün veren adamın kiliseye celbi, töhmet ve tövbe; adamın biri kâğıt oynamış, kartlar boynuna asılarak direğe bağlanarak teşhir edilir; Calvin’e kötü söz söyleyen bir matbaacının dili, şehirden kovulmadan önce kızgın demirle delinir; Calvin’i sahtekârlıkla itham eden Jacquet Gruet işkence gördükten sonra idam edilir… (s. 62-64).

Örnekleri çoğaltmak mümkün, Zweig sayfalar boyunca bu ilginç terör ve tedhişi çeşitli örneklerle anlatır. Tepeden tırnağa baskıyla, püritenliğe ve zorla dünya nimetlerinden uzak yaşamaya yönlendirilmiş, toplum üzerinde sürekli bir kontrol sağlayan “ahlak polisi” nezaretinde bol miktarda nifak ve riya barındıran, suratı asık ve neşesiz bir gayrimemnun müminler topluluğu…

Castellio kaçarak canını kurtarabilmiştir bu terörden, fakat bir başka din adamı ve felsefeci, teslis karşıtı İspanyol düşünür Michael Servetus onun kadar şanslı değildir. Calvin onu da sıkı göz hapsine alır, mektuplaşmalarındaki “din karşıtı” sözlerini cımbızla çeker ve Viyana’da yakılarak ölüme mahkûm ettirir onu.

CASTELLİO’NUN ORTAYA ÇIKIŞI, SERVETUS’UN YAKILIŞI VE CALVİN’LE KARŞI KARŞIYA GELİŞİ

Bu dönemde, Calvin’in methini duyarak onun yanında Reformcu düşünceye destek olmak için Cenevre’ye gelen ve Calvin’e yakınlığı sayesinde bir okulun müdürlüğüne (rektörlük) getirilen, Savoy bölgesinden bir başka Fransız din adamı ve felsefeci Castellio, gördüğü bu ağır dini terör karşısında sesini yükseltmeye başlar. Ancak cezalandırılması mukadderdir, zira Calvin tartışmasız bir mistik otoriteyle her türlü politik ve toplumsal dinamiği kendine râm etmiştir. Bu şartlar altında Castellio üzerindeki baskılara ve linç kampanyasında daha fazla dayanamaz; kamu hizmetindeki memuriyetinden ihraç edilir, ardından çoluk çocuğuyla birlikte Cenevre’den çıkıp gider, gitmek zorunda kalır, yıllarca ekmeğini çıkarmak için sağda solda üç beş kuruşluk işlerde ömür tüketir, ama boyun eğmez.

Onurlu bir KHK’lının mücadelesidir adeta Castellio’nun Calvin ve yardakçıları karşısındaki mücadelesi; Calvin’in “ağaç kökü yemeye” mahkûm ettiği bu eski rektör nihayet bir sürü günlük meşgaleden sonra, Basel’de uzun uğraşlar sonucu üniversitede kendisine bir okutmanlık bulur, ama hasmının şahin gözlerinden kurtulamaz, kurdun dişine kan değmiştir bir kere. Calvin, bu vicdanı susturmadan, “hak ettiği cezayı vermeden” yakasını bırakmayacaktır, defalarca iadesini talep eder Basel resmi makamlarından, ama şehir meclisi Calvin’in bu nobranca tekebbürüne direnir.Castellio kaçarak canını kurtarabilmiştir bu terörden, fakat bir başka din adamı ve felsefeci, teslis karşıtı İspanyol düşünür Michael Servetus onun kadar şanslı değildir. Calvin onu da sıkı göz hapsine alır, mektuplaşmalarındaki “din karşıtı” sözlerini cımbızla çeker ve Viyana’da yakılarak ölüme mahkûm ettirir onu. Servetus bir şekilde ateşten kaçıp kurtulur ama kaderinden kaçamaz, ayakları onu Cenevre’ye, akbabanın ocağına getirir. Hızla tutuklanıp kötü muameleye tabi tutulur, psikolojik dengesi bozulur ve aşağılanır, nihayet şehir halkının gözü önünde diri diri yakılarak ölüme mahkûm edilir. Calvin tarafından.Henüz birkaç yıl önce Katolik dünyanın büyük aforoz ve Engizisyon uygulamalarını eleştiren, bu yüzden kendisi de takibata uğrayan ve Cenevre’ye kaçarak gelip sığınmak zorunda kalan, ifade özgürlüğünün bir zamanlar şampiyonluğunu yapan Calvin tarafından yakılarak cezalandırılır.

1553 Ekim’de işkence altında inleye inleye ölür Servetus ama son nefesinde dahi yaltaklanmayı, inancından döndüğünü itiraf etmeyi aklından bile geçirmez, haklılığını ve kendisinin mümin olduğunu ve zulme uğradığını haykırır celladının yüzüne.

Bir sonraki yazıda, Servetus’un yakılarak öldürülmesi sonrasında Castellio’nun vicdanının harekete geçmesi ve Calvin’i tarih ve insanlık huzurunda vicdanlarda mahkûm etmesini yine Zweig’ın rehberliğinde izlemeye devam edeceğim.

[1] Stefan Zweig (2019). Castellio Calvin’e Karşı ya da Zorbalığa Karşı Bir Vicdan. Trc. Emir Ezer. Akara: Pruva Yayınları. Metin boyunca alıntıları Zweig’ın eserinin u çevirisinden yapacağım.

[2] Stefan Zweig (2018). Castellio Calvin’e Karşı ya da Bir Vicdan Zorbalığa Karşı. Trc. Mustafa Topal & Kıvanç Koçak. İstanbul: İletişim Yayınları [Kıvanç Koçak’ın Takdim yazısı “Önsöz: Her Calvin’e Karşı Daima Bir Castellio Ayağa Kalkar”, s. 12-15].

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER