© Yeni Arayış

Verona’da sanatlı gastronomik şehir turu

Verona’da sanatlı gastronomik şehir turu

Tuhaf bir şekilde, bu kısa Verona tatilinde, attan salyangoza hayli geniş bir spektrumda yemekler yedim. Bölgenin üzümlerinden üretilen -hepsini de son derece lezzetli bulduğum- Bardolino ve Valpolicella şaraplarından da içtim. Eğer karnınız doyduysa ve dinlendiyseniz, köprüden karşıya geçip fünikülerle Castel San Pietro’ya çıkabiliriz. Verona’ya yeniden geleceğimi biliyordum çünkü balkonunda Jüliet’le… Şimdi Nihan’la geldiğimiz için bu konuları açmanın hiç sırası değil, biz doğrudan şehri gezmeye koyulalım. Cavour’un adı verilen cadde üstünde bir yerde kalıyorum. Sokağa çıkıp sağa döner ve birkaç dakika yürürsem karşıma Eski Kale -Castelvecchio- çıkıyor, kapının karşısında da Cavour’un bir heykelini yapmışlar. Eski Kale’ye girelim, köprünün -Ponte Castelvecchio- üstünden Adige nehrine ve Verona şehrine şöyle bir bakalım. Ortaçağ’dan bugün kalan Castelvecchio’nun surları eskiden içi nehirden çekilen suyla doldurulan bir hendekle çevriliymiş. Naziler, çekilirken, 1945’te, yerle bir edememişseler de bu kaleye de epey zarar vermişler. Bugünkü halini, aslında, savaştan sonraki -1949- restorasyona borçlu. Cavour heykelinin yanından doğrudan şehrin içine girebiliriz ama biz düz yürüyelim, Borsari kapısını görüp meşhur Bra meydanına çıkalım. Opera festivaline denk gelince bir geceyi Arena’da geçirmek kaçınılmaz oldu. Böylece, “yeryüzünün en İtalyan yeri” olarak nitelendirilen Arena di Verona’da Puccini’nin Sevil Berberi’ni izleme fırsatını buldum. Düşünsenize, gecenin karanlığı gereksiz her şeyin üstünü örtmüş, sadece surlar ve Arena ışıklandırılmış, bir de Verona’nın pembe mermer sokakları…Elbiselerini zarif topuklu ayakkabılarıyla tamamlayan kadınların bir kollarında çantaları asılı. Operanın etkisinden kurtulamayan erkekler aristokratça açtıklarına inandıkları kollarına sevdikleri kadının girmesini bekliyorlar.

VERONA’NIN PEMBE MERMER SOKAKLARI…

Operanın konusunu anlatmama gerek yok; oyuncuların, kostümlerin, dekorun ve daha bilumum detayın kusursuzluğunu da tahmin ediyorsunuzdur, ama geceyarısı, operadan çıkmış şık hanımlar ve beylerle dolu ışıklandırılmış meydanın güzelliğini söylemezsem olmaz. Düşünsenize, gecenin karanlığı gereksiz her şeyin üstünü örtmüş, sadece surlar ve Arena ışıklandırılmış, bir de Verona’nın pembe mermer sokakları… Elbiselerini zarif topuklu ayakkabılarıyla tamamlayan kadınların bir kollarında çantaları asılı. Operanın etkisinden kurtulamayan erkekler aristokratça açtıklarına inandıkları kollarına sevdikleri kadının girmesini bekliyorlar. Ve böyle yüzlerce-yüzlerce çift ansızın Bra meydanından Verona’nın sokaklarına akıyor. Arena’nın yanından başlayan alışveriş caddesi Via Roma’yı sonuna kadar yürüyüp sağa dönerseniz Jüliet’in balkonuna geliriz ama biz sola dönüp Ot meydanına -Piazza della Erbe- çıkacak ve pazarı gezeceğiz. Şehrin en turistik noktalarından olan Lamberti Kulesi’nin hikâyesi matrak: 12. yüzyılda ticaretle zenginleşen burjuva sınıfı arasında kule yapma merakı ve rekabeti hasıl olmuş -malum, burjuva rekabete bayılır. Şehir bir anda bu kulelerle yükselmeye başlamış ama o zaman da Lamberti’ninki en büyüğüymüş ve bugün hâlâ Verona’ya gelenler için bir cazibe merkezi özelliğini koruyor. Ot meydanı, eski çağlarda “tıp merkezi” yan anlamını da taşıyor. Bugün, pazara açılan kemerlerin birinden sarkan balina kaburgası da meydanın ecza deposu gördüğü günlerinden bir hatıra. Meydana bakan Palazzo Maffei, zengin bir mobilya ve resim koleksiyonu sunmakla kalmıyor, üçüncü kattaki terasından meydanı izlemenize de olanak sağlıyor. Maffei’de birkaç Picasso, Kandinsky ve Modigliani, bir Warhol, ayrıca pek çok Veronalı ressamın eserleri sergileniyor. Böyle sergilerde beni en mutlu eden şeylerden biri bilmediğim -bu, genellikle adını daha önce hiç işitmediğim anlamına gelir- ressamların çarpıcı resimlerini görmektir. Maffei’de de öyle oldu; Giovanni Boldini (1842-1951) ile Umberto Boccioni’yi burada tanıdım.  Her şeyi boş verin, sadece Boldini’nin Donna Franca Florio portresi için bile Maffei’e gelmeye değer. 19 yaşındaki Donna Franca, döneminin en zengin insanlarından biri olan Don Ignazio Florio’nun gönlünü çeler ve evlenirler. Sonsuz zenginliğin ve güzelliğin biraraya gelmesi insanların hep ilgisini çekmiştir, burada da öyle olmuş, bu aşk, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa sosyetesinin en konuşulan ilişkilerinden biriymiş. 1901’in Mart ayında Florio, çağının en büyük portrecilerinden biri olan Boldini’yi misafir etmiş. Donna Franca’nın bu portresi yirmi sekiz yaşındayken çizilmiş.  Belle Epoque döneminin en kült eserlerinden biri olan bu portre, Paris’te, Florioların malikânesinde resmedilmiş -çeşitli eklemelerle birlikte bitmesi seneler sürmüş. Maffei’den Castello di San Pietro’ya gitmek için sağa dönünce karşımızda çok lezzetli kekler yapan Borsi’yi buluruz. Onun karamelle ıslatılmış vanilyalı kekinden almak da şart. Bu yol bizi Pietra köprüsüne götürecek ama köprünün ayağına gelmeden bir şarküteride biraz soluklanacağız. Salumeria Gironda, Verona’nın en güzel şarküterisi olabilir, üstelik muhteşem bir manzaraya sahip. Verona’ya bu gelişimde tesadüfen öğrendiğim bir şeyi anlatmak istiyorum. Kaldığım evin yakınlarında bir şarküteriye girdim; beşer dilim “bresaola” ve “rozbif” istedim. Adam kırık dökük İngilizcesiyle istediğim şarküteri ürünlerinin “at eti” olduğunu söyledi, ben inanmaz gözlerle bakınca bizzat fotoğrafla meramını anlattı. Tam o sırada içeri bir müşteri girdi, meğer benim girdiğim at eti ürünleriyle çok bilinen bir şarküteriymiş; sosisti, sucuktu, köfteydi hep attan imal ediliyormuş. Tabii ki at diye vazgeçecek değilim, alacaklarımı ilavesiyle aldım. Gorgonzola, trüflü peynir, enginar kalbi, çekirdeksiz zeytin söyledim, biraz da et dilimlettim, yanında bir şişe prosecco; karşımızda Castel San Pietro! Ziyafet bu da değilse nedir ben bilmiyorum.

ZİYAFET BU DA DEĞİLSE NEDİR?

Ama at eti bir yerden bir yere taşımaya uygun değilmiş, hemen kararırmış. Neyse, Salumeria Gironda’da sordum, onlar at satmıyorlarmış ama merkezdeki bazı şarküterilerde at haricinde eşek eti de bulabilirmişim! Gorgonzola, trüflü peynir, enginar kalbi, çekirdeksiz zeytin söyledim, biraz da et dilimlettim, yanında bir şişe prosecco; karşımızda Castel San Pietro! Ziyafet bu da değilse nedir ben bilmiyorum. Madem yemekten söz ediyoruz, yine Erbe’nin oralardaki Cafe Monte Baldo adlı lokantanın aperitif seçkisini söylemeden geçemeyeceğim. Birbirinden lezzetli küçük kanepeler yapmışlar; ayrıca salyangoz da var. Tuhaf bir şekilde, bu kısa Verona tatilinde, attan salyangoza hayli geniş bir spektrumda yemekler yedim. Bölgenin üzümlerinden üretilen -hepsini de son derece lezzetli bulduğum- Bardolino ve Valpolicella şaraplarından da içtim. Eğer karnınız doyduysa ve dinlendiyseniz, köprüden karşıya geçip fünikülerle Castel San Pietro’ya çıkabiliriz. Şehre biraz da tepeden bakar, Verona’nın güzelliklerine şaşar şaşar dururuz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER