© Yeni Arayış

Vergi ahlakında ipin ucu nerede koptu?

Vergi ahlakında ipin ucu nerede koptu?

Evrensel geçtiğimiz günlerde yayınladığı haberinde devletten ihale alan yüklenicilerin aldıkları ihaleler ile ödediği vergiler arasındaki farka dikkat çekmişti. Bunun üzerine sosyal medyada bir itiraz çığ gibi büyüdü. Bu tartışmalara konu verginin ekseriyetle kurumlar vergisi olduğu, ve kurumlar vergisi tahakkukunun 0 Türk Lirası olmasının özellikle büyük şirketler için çok da büyük bir sürpriz olmadığını düşünmek kulağa rasyonel geliyor. Vergi bilincinin en büyük düşmanı enflasyon ve hayat pahalılığıdır. Özellikle dolaylı vergiler özelinde, satış fiyatı artan bir ürünün fiyatının enflasyon dolayısıyla mı yoksa vergi artışı dolayısıyla mı arttığını tespit etmek çoğu zaman güç olabilir. Özel tüketim vergisi kalemleri, bu tartışmanın elbette olağan şüphelileridir. Özellikle muhalif kamuoyunda yerleşik duruma gelmiş bazı kabuller, vergi bilinci konusunda biraz yol alındığının göstergesi. Bir şişe alkollü içki alırken bir şişe de devlete ısmarlamak, kendine araba alırken bir de devlete almak; gibi ifadeler, özel tüketim vergisi yükünün ölçüsüz artmasından dolayı gündeme gelen adaletsizliklere karşı trajikomik bazı reaksiyonlar olarak değerlendirilebilir. Bu tip vergi kalemlerinin ortak özelliği ise, amiyane tabirle “kesilebilir” kalemler olması. Dolaylı vergi yükünün artması ve buna bağlı itirazlar, genellikle “içilmeyebilir, “tüketilmeyebilir”, “arabaya binilmeyebilir” gibi itirazlarla ekarte edilebilir. Nitekim özel tüketim niteliği zaten bu vergi yükünün logaritmik biçimde artmasının önemli bir sebebi; fiyat esnekliği olmayan ürünlerdeki fiyat artışı, talebi olması gerektiği gibi etkilemediğinden ortaya “sonsuz para hilesi” gibi bir vergi politikası çıkıyor. Dolayısıyla ÖTV politikasının, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “vergiyi tabana yayma” anlayışıyla son derece çeliştiğini söyleyebiliriz. Ancak vergi politikasını düşündüğümüzde, vergilendirmemeyi de politika kapsamına almamız gerekir. Son yıllarda, Türkiye’de böyle bir fenomen ortaya çıktı. Vergi afları, borçların silinmesi, özellikle iktidar ile yakın siyasal ilişkiler içerisinde olan ortaklıkların adını kamuoyuna taşıyan anahtar kelimeler. Evrensel geçtiğimiz günlerde yayınladığı haberinde devletten ihale alan yüklenicilerin aldıkları ihaleler ile ödediği vergiler arasındaki farka dikkat çekmişti. Bunun üzerine sosyal medyada bir itiraz çığ gibi büyüdü. Trendyol’dan Martı’ya, Amazon’ndan Taksiciler Odası Başkanı Eyüp Aksu’ya pek çok kişi ve şirketin vergi karnesi mercek altına alınmaya başlandı. Bu tartışmalara konu verginin ekseriyetle kurumlar vergisi olduğu, ve kurumlar vergisi tahakkukunun 0 Türk Lirası olmasının özellikle büyük şirketler için çok da büyük bir sürpriz olmadığını düşünmek kulağa rasyonel geliyor. Diğer taraftan, bu şirketlerin hiç kâr etmediğini düşünmek ise kulağa pek rasyonel gelmiyor. Türkiye’de vergiden “kaçınmanın” artık olağan bir pratik olduğu üst düzey bürokrasinin de defaatle kabul ettiği bir gerçek. Küçük esnaftan uluslararası şirketlere kadar bu pratik büyüyerek sürdürülüyor. Vergiden “kaçınamayan” önemli gruplar ise, maaşlı çalışanlar, emekliler, öğrenciler; yani ticari faaliyette bulunmayan tüm vatandaşlar.

VERGİDEN ‘KAÇINAMAYANLAR’: MAAŞLI ÇALIŞANLAR, EMEKLİLER…

Türkiye’de vergiden “kaçınmanın” artık olağan bir pratik olduğu üst düzey bürokrasinin de defaatle kabul ettiği bir gerçek. Küçük esnaftan uluslararası şirketlere kadar bu pratik büyüyerek sürdürülüyor. Vergiden “kaçınamayan” önemli gruplar ise, maaşlı çalışanlar, emekliler, öğrenciler; yani ticari faaliyette bulunmayan tüm vatandaşlar. Tacirlerin vergi mücadelesi ile maaşlı çalışan vatandaşın vergi bilinci arasındaki uçurum fark, bugünkü vergi politikasının trajikliğine bir ışık tutmalı. Maaşlı bir çalışan, ne maaşındaki vergi kesintisinin, ne de marketten satın aldığı ürünlerdeki vergi yükünün bilincinde olmadığı müddetçe, vergi ödeme piramidinin en aşağıdaki ve en geniş bölümünde yer almaya devam edecektir. Beyana dayalı vergilerdeki bu istisnalar ise, maaşlı çalışan vatandaşa “zaten enflasyon var” düşüncesne yansımaya devam edecektir. Maaşlı çalışan vatandaş, dışarıya bir restorana gittiğinde ödediği KDV ve ÖTV’nin bilincinde olmadan önüne gelen adisyonu enflasyon ile açıklamaya çalışacak, o sırada işletme KDV’yi düşük gösterebilmek adına türlü oyunlar oynayacaktır. İşte vergi politikası, dürüstlüğün karşısında, kurnazlığın ise yanında olduğu müddetçe, bu fark açılmaya devam edecektir. Bu sorunun temelinde ise, Türkiye’de vergi politikasının dolaylı vergilere büyük oranda bel bağlamış olması yatmaktadır. Dolaylı vergi yükü, maaşlı çalışanların sırtında bir kambur, vergiden “kaçınan” tacirler için ise bir oyuncak haline gelmiştir.  

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER