© Yeni Arayış

Vasatın tahakkümü

Olabilecek en vasat adayların sayın Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandıkları, o rektörlerin de kendi kadrolarını oluştururlarken rektör yardımcısı kadrolarından başlayarak aynı vasatlığı sürdürdükleri, hatta kendileri vasatken kendilerinden daha "parlak" bir öğretim üyesini de rektör yardımcısı yapamayacakları için, kendilerinden bile zayıf birini yardımcı olarak atadıkları açıkça görünüyor. Üniversite dışındaki bürokrasiye baktığınızda da durum değişmiyor.

Son yıllarda AKP atamalarına dikkat ettiniz mi? Ortak bir nokta olarak, olabilecek en vasat adayların atandıklarını görebilirsiniz. Son yapılan rektör atamalarında da durum değişmedi. Gerçekten de olabilecek en vasat adayların sayın Cumhurbaşkanı tarafından rektör olarak atandıkları, o rektörlerin de kendi kadrolarını oluştururlarken rektör yardımcısı kadrolarından başlayarak aynı vasatlığı sürdürdükleri, hatta kendileri vasatken kendilerinden daha "parlak" bir öğretim üyesini de rektör yardımcısı yapamayacakları için, kendilerinden bile zayıf birini yardımcı olarak atadıkları açıkça görünüyor.

Üniversite dışındaki bürokrasiye baktığınızda da durum değişmiyor. Bakanlıklardaki genel müdür ve daire başkanlığı kadroları, 2016’daki başarısız darbe girişimi sonrası bürokraside yaşanan alt-üst oluştan sonra, özellikle ya MHP’li ya da çeşitli tarikatlara yakın isimlerden oluşuyor. Tek bir "sosyalist" ya da "sosyal demokrat" kimlikli adayın bu tip kadrolara atanması durumuyla karşılaşılmıyor. Aransa belki tek tük "başarısı inkâr edilemeyecek düzeyde" olup en yakın sağcı alternatifiyle de arasında uçurum bulunan birkaç başarılı bürokrat bulunabilir, ancak bunlar bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda istisnalar. Birbiriyle aynı düzeyde, hatta yakın farklar da bulunabilen iki aday arasından iktidarın kendisine daha yakın adayla çalışmayı tercih etmesi, elbette bu garip başkanlık sisteminde anlaşılabilir. Ancak öyle sorunlu tiplerin terfileri söz konusu oluyor ki, bırakın yakın farkları, aslında genel müdürlük ya da daire başkanlığı yaptığı yere müstahdem (hizmetli) kadrosunda iş verilmemesi gereken zekâ ve bilgidekilerin atandıkları görülüyor.

Dışişlerinde büyükelçi düzeyinden tutun, "meslek memuru" kavramını erozyona uğratan alt düzey atamalara, Merkez Bankası’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, nereye baksanız aynı tablo ile karşı karşıya kalıyorsunuz; "bu tipi çok aramışlar mı" ya da "daha ne kadar yanlış yapabilir" diye sorduğunuz bürokratların meslek geçmişlerine bir bakışla aslında ne olduğunu anlayabiliyorsunuz. 

BU TİPİ ÇOK ARAMIŞLAR MI?

Kısa bir internet aramasıyla, gassal (ölü yıkayıcı) kadrosundan hastane müdürlüğüne, sekreter kadrosundan genel müdürlüğe “ışınlanan” memurların ülkesinde yaşadığımız kolaylıkla anlaşılabilir. Elbette başarısıyla terfi etmek, yıllarca en alt düzeyden başlayarak çalıştığı birimde lider olabilmek bir başarı hikayesidir ve alkışlanmalıdır. Çok azınlıktaki bu gibi örnekler, aslında liyakatin yerine getirilebildiğini de kanıtlar. Ancak, yıllara yayılması gereken bu süreç eğer ışık hızında gerçekleşiyorsa, liyakatten değil siyasi atamadan, yandaşlıktan, yalakalıktan başka bir şeyden söz edebilmeye de imkân kalmıyor.

Dışişlerinde büyükelçi düzeyinden tutun, “meslek memuru” kavramını erozyona uğratan alt düzey atamalara, Merkez Bankası’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, nereye baksanız aynı tablo ile karşı karşıya kalıyorsunuz; “bu tipi çok aramışlar mı” ya da “daha ne kadar yanlış yapabilir” diye sorduğunuz bürokratların meslek geçmişlerine bir bakışla aslında ne olduğunu anlayabiliyorsunuz. Adalet Bakanlığı bürokrasisi şöyle kısa bir taransa, ne “cevherlerle” karşılaşabiliyoruz!

Bu durumun son tezahürü, İçişleri Bakanlığı’ndaki atamalarda biraz daha farklı biçimde kendini göstermiş. T24’den Tolga Şardan’ın haberinden öğrendiğimiz kadarıyla, İçişlerindeki son atamalarda MHP referansı bulunan polis müdürlerinin atanmadığı, buna karşılık kendilerini “Reyhani” adıyla tanımlayan Erzincan Grubu’nun, Menzilcilerin ve Okuyucular’ın etkin hale geldiğinin görüldüğü kaydediliyor. Kararnamenin bütününe bakıldığında Menzilcilerin ve Nurcuların yükseldiklerinin tespit edildiği yorumu da var.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler, bu vasat tahakkümüne katlanmak zorunda mıyız? Liyakatin, sınavla seçilmenin, seneler sonunda elde edilen tecrübenin hakkının verilmesinin yerini alan bu "sen, ben bizim oğlan"cı yapının zararını en çok da kriz anlarında göreceğiz.

BU VASAT TAHAKKÜMÜNE KATLANMAK ZORUNDA MIYIZ?

Elbette burada işaret edilmesi gereken sorun bir tane değil. Eskiden, müsteşar, müsteşar yardımcısı gibi en üst düzey kadrolardan başlayarak bürokratların tümü, kendilerini devlet memuru olarak görürlerdi ve siyasilerle yakın çalışma içinde bile olsalar, siyasilerin alanlarına müdahil olmazlar ve siyasi konularda pek konuşmazlardı. 2017 sonrası geçilen sistemde, müsteşar kadrosunun "bakan yardımcısı" gibi kadrolarla değişmesi, cumhurbaşkanı yardımcısı kadrolarının oluşturulması, atanmış mı seçilmiş mi, bürokrat mı siyasi mi belli olamayan "devekuşu" kadrolara yol açtı. Bu idare hukuku açısından "memur" kabul edilmesi gereken kadrolar ise, neredeyse her siyasi tartışmada "taraf" olarak polemiklere giriyor, ayar veriyor, had bildiriyorlar. Sadece muhalefete yapsalar "yalakalık" diye geçilebilir belki, ama iktidar partisinden her meselede iktidar gibi düşünmeyen insaflı veya vicdanlı seslere de zaman zaman o postalar konabiliyor. O halde, bir "güç devşirme" ve "meşruiyet kabul ettirme" çabası, bu bürokratlar açısından tartışılabilir. Elde edilen ya da ele geçirilen devlet kuvvetinin nüfuzu muhafaza etmek için kullanılmasından başka, ayrı bir "yandaş bürokrat" sınıfı da inşa ediliyor. Bildiğimiz yandaştan farklı olan bu sınıf, belli bir seviyede "üst düzey devlet yöneticiliğini" de kendine mülk görüyor. "İktidar değişirse değişsin, Türkiye’yi hep biz yönetiriz" diyen neo-ittihadçı anlayış, bürokraside kanser gibi yayılıyor.

Bu derece siyasileşip iktidarın dümen suyunda her türlü fetvayı verebilen bürokrat kesim, aslında iyi-kötü 100 yıllık cumhuriyet döneminde oluşan bürokratik terbiyeyi de yerle bir ediyor. Aslında yine en büyük zararı bürokrasinin kendisi görüyor, ama farkında değiller.

Olmaz ya, kazayla da olsa, bu iktidar bir değişirse, yerine gelen iktidar bakalım bu kadrolara neler yapacak?

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler, bu vasat tahakkümüne katlanmak zorunda mıyız? Liyakatin, sınavla seçilmenin, seneler sonunda elde edilen tecrübenin hakkının verilmesinin yerini alan bu "sen, ben bizim oğlan"cı yapının zararını en çok da kriz anlarında göreceğiz. Umarım zarar az olur, ama benim artık pek ümidim yok! Çakılalım, bir şekilde çıkarız diye düşünmekten başka da elimden birşey gelmiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER