© Yeni Arayış

Van’da olanlara başka bir gözle bakmak

Van’da olanlara başka bir gözle bakmak

Nasıl bir anda Demirtaş’ın üstünün aranmasına karar verdilerse, nasıl “ayrılamazsın” dedilerse, nasıl “50+1’i değiştiremezsin” diye ilan ettilerse, aynı kişilerin, Van’da bu “çıldırtıcı kararı” aldırdığını düşünüyorum. Kuruluş döneminin isimleri bu yapılana itiraz ettiler. Eğer Van provokasyonu amacına ulaşsaydı, Cumhurbaşkanı hiçbir şekilde yumuşamanın imkânını bulamayacaktı. “Mesleki deformasyonun”, hayatı edebiyat ve özellikle de roman üzerinden anlamlandırmaya çalışan benim gibiler için adeta metafizik bir işlevi vardır. Görünenin dışına ulaşmak, görünmeyeni görmeyeni çalışmak nihai olayı anlamanın yegâne yoludur. Olan olmuştur, ama olanın o şekilde olmasına yol açan çeşitli sebepler vardır ve onları gözardı ederek, sadece sonuca odaklanırsanız, “esas”tan uzaklaşmış olursunuz. Emma Bovary’ye “tüh, kadersiz kadın” diye kahrolmanın bir anlamı yoktur, mesele, Madam Bovary’yi intihara götüren sebepleri ortaya çıkarmak, kısacası anlamaya çalışmaktır. Seçimin ertesi günü Van’da yaşananları da yakından takip etmeye çalıştım. Görüntü, Cumhurbaşkanı’nın ilk günden itibaren çelik gibi sert olmaya karar verdiği, asla geri adım atmayacağıydı. Van’ın on dört ilçesiyle birlikte Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı da DEM kazanmış ama Abdullah Zeydan’a kurulan bir kumpas sonucunda başkanlığı elinden alınacak… Yetmezmiş gibi, mazbatayı götürüp seçimi ikinci bitiren AKP adayına verecekler. Bütün süreci bu açıdan okumak mümkün ama ilk andan beri aklıma yatmayan hususlar vardı ve ben, bir türlü, Cumhurbaşkanı’nın seçimin ertesi günü böyle bir mücadele içinde olmak isteyeceğine mana veremiyordum. Makarayı biraz geriye saralım. Bir ay oldu olmadı, Selahattin Demirtaş’ın üstünün aranması diye bir kriz çıktı. Seçimin hemen öncesinde Demirtaş’ı öfkelendirmenin, anketlerin başa baş gösterdiği ve Kürtlerin tercihinin belirleyici olacağı İstanbul’da seçimin neticesini doğrudan etkileyeceğini bilmek için âlim olmaya gerek yok.

DEMİRTAŞ’IN ÜSTÜNÜN ARANMASI DİYE BİR KRİZ ÇIKTI

Bir ay oldu olmadı, Selahattin Demirtaş’ın üstünün aranması diye bir kriz çıktı. Demirtaş bu uygulamayı haklı olarak insanlık onuruna aykırı buldu ve protesto etti. Avukatlar duyurunca kamuoyu da öğrendi ama infial çok kısa sürede geçti, çünkü iktidar derhal geri adım atıldığını, bu uygulamanın iptal edildiğini açıkladı. Seçimin hemen öncesinde Demirtaş’ı öfkelendirmenin, anketlerin başa baş gösterdiği ve Kürtlerin tercihinin belirleyici olacağı İstanbul’da seçimin neticesini doğrudan etkileyeceğini bilmek için âlim olmaya gerek yok. AKP, sıradan bir parti değil, bugüne dek girdiği bütün seçimleri kazanmış, birinci parti olmayı hiç bırakmamış, her adımını somut verilere, anketlere göre atan, en azından seçim süreçlerinde rasyonel davranan bir parti. Demirtaş dolayısıyla Kürt seçmeni kızdırmanın bedeli olacağını biliyorken, “bunu neden yaptı?” diye sorgulamak istiyorum. Acaba, arkada, başka bir mücadele dönüyor olabilir mi? Buna yanıtım, kesinlikle evet. AKP, iktidarda, bir koalisyon sayesinde duruyor. Bu koalisyonun çeşitli isimlerini görüyor, tanıyoruz ama en önemlilerini, karar verici olanlarını bence hiç bilmiyoruz, Fransızların “eminence gris” dedikleri bu kişiler en hayati kararları arkaplanda olmanın rahatlığıyla veriyorlar. Sinan Ateş cinayetini izleyin, azmettiren, yol veren, üstünü örten, savcısını değiştirten ve soruşturulmasına asla izin vermeyenlere baktığınızda bazı şeyler on karatlık pırlanta gibi ışıldıyor. Veya gelin daha çarpıcı bir örneğe bakalım. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi nasıl geçti, hatırlıyor musunuz? Bahçeli bir sabah “getireceksen getir” dedi ve sistem getirildi, bu sistemi geçirebilecek tek kişi Cumhurbaşkanı’ydı, sistem böylece yürürlüğe girdi. O günleri içeriden bilen AKP’li eski bir milletvekili tanıdığımla geçenlerde sohbet ederken bana ilginç bir şey söyledi, anlatayım. Kimin yazdığını bulmak için AKP’nin avukat milletvekillerini dolaşmış, tasarıyı sahiplenen bir tek kişi çıkmamış. Kimse bilmiyormuş, kimsenin haberi yokmuş, açıkçası tasvip eden de yokmuş aralarında. Bugün isimlerini herkesin çok iyi bildiği isimlerden hiçbiri, “ben şu aşamasında katkı verdim,” dememiş. Bu bilgiyi kamuya açık başka bir yerden daha teyit edebilirim. Herhalde iki sene olmuştur, o günlerde çalıştığım kanal için bir program çekiyordum, konuklarımdan biri de şimdilerde DEVA Sözcüsü olan eski AKP Milletvekili Av. İdris Şahin’di. İdris Şahin, Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesi gerektiğini hep söyleyen Burhan Kuzu’yla çok yakın bir ilişkileri olduğunu ama bu getirilen taslağın onun düşündüğüyle hiçbir alakası olmadığını, şahitler göstererek anlatmıştı. Burhan Kuzu, Başkanlık sisteminin Türkiye için çok doğru olacağını ama bu sistemin düşündüğüyle hiçbir alakası olmadığını söylemiş, hazırlayanlar arasında kendisi yer almıyormuş. Peki, bu sistemi kim, kimin için, nerede hazırladı? Devam edelim. Cumhurbaşkanı, seçimden önce dedi ki, “Anayasa’ya göre bu benim final seçimim.” Cevap, MHP Genel Başkanı’ndan geldi: “Ayrılamazsın, yalnız bırakamazsın.” Daha önce ise, hatırlayacaksınız, 50+1’i kaldırabiliriz, dediğinde, aynı yerden “kaldıramazsın!” cevabı gelmişti. Tuhaf değil mi sizce de bütün bunlar?

TUHAF DEĞİL Mİ SİZCE DE TÜM BUNLAR?

Cumhurbaşkanı, seçimden önce dedi ki, “Anayasa’ya göre bu benim final seçimim.” Cevap, MHP Genel Başkanı’ndan geldi: “Ayrılamazsın, yalnız bırakamazsın.” Daha önce ise, hatırlayacaksınız, 50+1’i kaldırabiliriz, dediğinde, aynı yerden “kaldıramazsın!” cevabı gelmişti. Anayasa Mahkemesi krizini düşünün, bütün üyelerini Erdoğan’ın atadığı mahkemenin hakimleri, bizzat iktidarda olan bir parti tarafından teröristlikle suçlandılar. Tuhaf değil mi sizce de bütün bunlar? Bu sistem geçti geçeli AKP’nin iki yakası biraraya gelmedi, sürekli oy kaybı yaşanıyor, AKP seçmeni yaşlanıyor, Ak Gençlik artık neredeyse yok, AKP’den başka dönem bilmeyen gençlerin hayallerinde AKP’ye yer yok. 14 Mayıs bir şekilde kazanıldı ama 31 Mart’ta duvara çarpıldı. AKP ilk kez ikinci parti oldu, milli gelirin yüzde yetmişi muhalefetin kontrolündeki şehirlere geçti, büyükşehirlerin neredeyse tamamında artık muhalefet partileri var. Büyük ilçeler kaybedildi, “AKP’nin kalesi” algısı yıkıldı, Belediye Meclisleri’nde AKP muhalefete düştü. Yani, Türkiye’yi daha da otoriterliğe götürecek bir anayasanın geçme ihtimali artık kalmadı. İktidar zorlamayı denerse, buyursun getirsin sandığı, bakalım kaç alacak hep beraber görürüz. Cumhurbaşkanı’nın halkla yeniden bütünleşmeye, yaraları sarmaya, insanların rızasını almaya ihtiyacı var. Bunlar ekonomiden falan çok daha önemli, ekonomi seçmeni siyah alandan griye taşıyabilir, 31 Mart’ta taşıdı işte, muhalefet artık doğrudan seçmene dokunacak ve iyi bir beş sene, o seçmeni yeni partisine yaklaştırabilir. Örnekler ortada: İmamoğlu, yüzde 1’den az farkla seçim kazandı; onca engellenmeye rağmen çok başarılı bir beş sene geçirince fark 10’a çıktı; Mansur Yavaş da 4 puanlık farkı 30 yaptı. Bu şartlar altında, Cumhurbaşkanı’nın önünde, bence yol ikiye ayrılıyor. Ya yumuşayacak ya da görülmemiş ölçüde sertleşecek. Sertleşmek, “amok koşucusu” işidir, bir yere kadar gider ama sonu bellidir, gitmez, sürdürülemez. Hele de en güçlü dönemleriniz geride kaldıysa… Cumhurbaşkanı, yeniden aday olmak için Meclis’e erken seçim kararı aldırmalı. Bunu nasıl yapacak? Sertleşerek mi? De ki sertleşerek aldırmayı kafasına koydu, 50+1’e nasıl ulaşacak? Cumhurbaşkanı’nın 31 Mart sonuçlarını böyle okuyacağını tahmin etmiyorum, böyle okursa çok yanlış bir yola savrulacağını ve karşısındaki muhalefeti büyüteceğini düşünüyorum. Ama Cumhurbaşkanı’nın “yumuşaması”, “herkesin Cumhurbaşkanı” olacağı bir söyleme geçmesi kolay değil, daha doğrusu sadece kendisine bağlı değil. İktidarda bir koalisyon sayesinde duruyor çünkü. 2002’de olduğu gibi, Bahçeli’nin bir sabah uyanınca “haydi seçime!” dediğini varsayın, sonucu ne olur sizce? Ben size söyleyeyim, iktidar açısından facia olur. Cumhurbaşkanı’nın otoriterlikten vazgeçerek yeniden insanların rızasını almaya çalışacağına dönük bir ihtimal, en çok bu koalisyon ortaklarının işine gelmez. Cumhurbaşkanı’nın dahil olmaya mecbur kalacağı şartlar yaratarak otoriterliğin kurumsallaşmasını isterler. Seçimi Cumhurbaşkanı kazanacak ama ülkeyi bunlar idare edecek, hapishanelerden kimin çıkacağına bunlar karar verecek, hakim atamalarında bunların dediği olacak… Ama hiçbir sorumluluk almayacaklar. Bakanlıkmış, belediyeymiş, şuymuş buymuş… onların gözünde tali meseleler, önemli olan sistemi kurumsallaştırmak çünkü bu gömlek, esasen, Erdoğan’dan sonra gelecek kişi için bizzat Erdoğan’a diktirildi. İşte o zaman Türkiye, Türki Cumhuriyetler gibi, Suriye gibi, seçimin hiçbir anlam ifade etmediği bir ülkeye dönüşecek. İşte o zaman, onların önünde ilelebet hiçbir engel kalmayacak. Belediye alıp bilmemde köyünün çöpünü toplasan ne olur toplamasan ne olur, seçimleri anlamsızlaştıracak bir sistemle iktidarı ele geçirmenin yanında bunlar süfli işler. Her karanlığın içinde bir ışık olduğu gibi, bu seçim mağlubiyeti de Cumhurbaşkanı’na müthiş bir fırsat sunuyor bence. O da demokrasiye dönüştür, şu altı-yedi senelik enkazı başka türlü kaldıramaz. Başkanlık sistemi olmasa AKP gene birinci parti olmanın en büyük adayı, ama bu öyle bir sistem ki en büyük partiyi yüzde 5’lik partiye mecbur bırakıyor, onsuz adım atamaz hale getiriyor. Cumhurbaşkanı, yumuşamak zorunda, bana sorarsanız, bunu şu anki mevcut kadrosuyla yapamaz, “kuruluş ayarlarına” ve o kadrolara dönmeli.

CUMHURBAŞKANI, ‘KURULUŞ AYARLARINA’ DÖNMELİ

Başkanlık sistemi olmasa AKP gene birinci parti olmanın en büyük adayı, ama bu öyle bir sistem ki en büyük partiyi yüzde 5’lik partiye mecbur bırakıyor, onsuz adım atamaz hale getiriyor. Cumhurbaşkanı, yumuşamak zorunda, bana sorarsanız, bunu şu anki mevcut kadrosuyla yapamaz, “kuruluş ayarlarına” ve o kadrolara dönmeli. Bunu yapabilirse, kendisini mengene gibi sıkıştıran bu koalisyondan da kurtulur. Van kararına yeniden dönelim. Ne oldu Van’da? İktidar bütün ilçeleri ve belediyeyi kaybetti. Seçmenin bu mesajını anlamayacak kadar çömez biri mi ki Cumhurbaşkanı, gidip ilk günden kayyım atasın? Ne kazancı olacak? Van’ı alsa ne olur, almasa ne olur? 31 Mart öncesinde Vanlılar haricinde bir tane Van anketi takip eden oldu mu? Nasıl bir anda Demirtaş’ın üstünün aranmasına karar verdilerse, nasıl “ayrılamazsın” dedilerse, nasıl “50+1’i değiştiremezsin” diye ilan ettilerse, aynı kişilerin, Van’da bu “çıldırtıcı kararı” aldırdığını düşünüyorum. Kuruluş döneminin isimleri bu yapılana itiraz ettiler, Abdulmuttalip Özbek, Hüseyin Çelik, Aziz Babuşçu, Hayati Yazıcı… Hayati Yazıcı, “cinnet hali durumu” diye yazdığı mesajı daha sonra silme gereği duydu. Eğer Van provokasyonu amacına ulaşsaydı, Cumhurbaşkanı hiçbir şekilde yumuşamanın imkânını bulamayacaktı. Ansızın çıkan girdapta kaybolmasını istediler. Bereket, bir gün sonra, Cumhurbaşkanı, tıpkı Demirtaş krizinde olduğu gibi, doğru bir karar verilmesini sağlayarak, mazbatanın Abdullah Zeydan’a verilmesini onayladı. Yumuşar, yumuşayacaktır, demiyorum, yumuşamamanın maliyeti çok yüksek olduğu için başka çaresi yok ve bunu gördüğünü düşünüyorum diyorum. Yumuşayıp yumuşamayacağını, kadrolarını değiştirip değiştirmeyeceğini, özellikle de “kurucu kadrolarla” barışıp, biraraya gelip, sistemi özüne döndürüp, parlamenter sistemde hikâyeyi silbaştan bir daha yazmaya çalışıp çalışmayacağını bilmiyorum. Ama bu seçeceğin Cumhurbaşkanı’nın masasında olduğunu tahmin ediyorum. O yüzden, Cumhurbaşkanı’nı sürekli radikalleşmeye itmeye çalışacaklardır. Umarım Cumhurbaşkanı bu kuşatmayı yarar ve vampirlere karşı külliyeyi sarımsaklarla doldurur. Bu sarımsaklar ise demokrasidir, demokrasiyi koruyacak kurumlardır, siyasi ahlaktır, insan haklarıdır, hukukun üstünlüğüdür, bağımsız yargıdır, ifade hürriyetidir, Avrupa Birliği hedefidir… Bunların olduğu yere otoriterlik giremez.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER