Türkler Türkiye'yi eledi!
SİYASETTürkler Türkiye'yi eledi!
Çağımızın artık en yıkıcı hastalığına dönüşmüş ırkçılığın sınırlarında dolaşan milliyetçi zihniyet, ‘milli maç’ söz konusu olduğunda vatanseverlik, yurtseverlik ve aslında ‘ırk severlik’ (!) gibi duyguları futbolseverliğin üstüne çıkarıyor, futbolseverlikle birlikte adillik, nesnellik, (tarafsızlık değil) hoşgörü ve hatta rasyonellik gibi insani değerleri eziyor; üstünde tepinerek paspasa çeviriyor…
Türkiye’nin uzun süredir içinde bulunduğu politik, ekonomik ve kültürel krizi anlamak için her gün yeni bir gösterge çıkıyor karşımıza… Son örnek, 2024 Avrupa Futbol Şampiyonasında milli takıma verilen destek vesilesiyle ortaya çıktı. Gerçek bir futbol şölenine sahne olan ve heyecan fırtınası şeklinde geçen haftalar boyunca, birbirinden güzel, ama daha ziyade heyecanlı maçlar izleme olanağı buldu ‘futbolseverler’. Sorun ‘futbolsever’ kavramının içinde saklı sanırım… Çağımızın artık en yıkıcı hastalığına dönüşmüş ırkçılığın sınırlarında dolaşan milliyetçi zihniyet, ‘milli maç’ söz konusu olduğunda vatanseverlik, yurtseverlik ve aslında ‘ırk severlik’ (!) gibi duyguları futbolseverliğin üstüne çıkarıyor, futbolseverlikle birlikte adillik, nesnellik, (tarafsızlık değil) hoşgörü ve hatta rasyonellik gibi insani değerleri eziyor; üstünde tepinerek paspasa çeviriyor…
Organizasyon ve soğukkanlı taktik konusunda gelişime muhtaç olsa da özellikle azim ve coşkuyla elde ettikleri başarılar, futbolseverleri ve özellikle ‘Türkiye severleri’ heyecanlandırdı… Ta ki aralarından bir Türkçü çıkıp, en iyi oyuncu seçildiği maçta bozkurt işareti yapana kadar…
TÜRKİYE’Yİ TÜRKLER, DAHA DOĞRUSU TÜRKÇÜLER YENDİ!
Mümkün olduğunca kaçırmadan, daha grup maçlarından itibaren maçları izlemeye çalıştım… Ama daha başından itibaren Türkiye maçlarında TRT spikerlerinin adeta lümpen birer holigan tavrıyla sergiledikleri banal ve pespaye tavra rağmen maçların tadını çıkarmaya çalışarak… Burada futbol analizi yapacak halim yok, ama azimleriyle, enerjileriyle ve yer yer teknikleriyle gelecek için ümit veren gençlerden oluşan Türkiye milli takımının heyecan verici performansının izleyiciye büyük zevk verdiğini muhakkak not etmek isterim. Organizasyon ve soğukkanlı taktik konusunda gelişime muhtaç olsa da özellikle azim ve coşkuyla elde ettikleri başarılar, futbolseverleri ve özellikle ‘Türkiye severleri’ heyecanlandırdı…
Ta ki aralarından bir Türkçü çıkıp, en iyi oyuncu seçildiği maçta bozkurt işareti yapana kadar… Hayır, hayır, herkesin kaç zamandır bilir bilmez konuştuğu, üzerine yazdığı bozkurt işaretinin tarihi ve anlamı üzerinde durmayacağım... Irkçısından ırkçı olmayanına kadar geniş yelpazede milliyetçi zihniyete sahip farklı aktörlerin aklımızla dalga geçer gibi Bozkurt işaretinin sadece (günümüzde adı daha ziyade cinayet, saldırılar ve mafyayla anılan) ülkücülerin ve MHP’nin sembolü olmadığı iddiasını da bir yana bırakacağım. Yıllardır gururla kendi sembolleri olarak kullandıkları bir işareti bir yandan mertçe sahiplenmekten korkan, diğer yandan türlü manipülasyonlarla “seksen milyonun sembolü” olarak sunan argümanların yanlışlığı ve sinsiliği yeterince tartışıldı. Seksen milyon Bozkurt’un yaşadığı Türkiye! Ne kadar hayal ve ne kadar kabus olduğunu isteyen tartışabilir, ama neyse ki açık bir yalan, çok şükür…
Bu konuda ekleyebileceğim tek şey şu olabilir: İdeolojik/siyasi bir sembol olarak Bozkurt işaretini sahiplenerek kullananlara karşı yapılması gereken ilk şey saygı duymaktır… Ancak başından itibaren neyi temsil ettiği, hangi olayların failleri tarafından sembol olarak kullanıldığı unutulmadan, inkar edilmeden ve özellikle son yıllarda kriminalleşen banal milliyetçilerin sahiplendiği Bozkurt sembolünün temsil ettiği şeyle mücadele edenlerin yanında durmayı ihmal etmeden… Bu yazının konusu, tüm bu yaşananlardan geriye kalandır: Önce futbolcunun (maç heyecanıyla kontrolsüzce yaptığı düşünülebilecek) hareketi, ardından maç sonrası yaptığı (ilk hareketin daha önce planlandığını gösteren) tuhaf açıklamaları, devamında siyasetçisinden akademisyenine herkesin sürdürdüğü problemli söylemler… ve en sonunda UEFA tarafından verilen cezanın ardından, o zamana kadar müthiş performans sergileyerek gönüller kazanmış milli takım için sonun başlangıcı... Türkiye’de her zaman futbol dünyasının parçası olan ırkçı milliyetçi kültürün son zamanlarda (yaşamın her alanında olduğu gibi) nasıl daha çok yaygınlaştığını ve bunun sonucu olarak yıllar içinde futbolcuların bugünlere adım adım nasıl geldiğini, futbolu ve özellikle mili takımı takip edenler biliyorlar, anlatıyorlar, daha çok anlatmalılar… Böyle bir iklimde Avrupa Futbol Şampiyonasına giden yüzlerce kişilik milli takım ekibinin büyük oranda paylaştığı anlayışı bir futbolcunun sahada yapmasından dolayı mevcut kurallar gereği UEFA tarafından kendisine ceza verileceği biliniyordu elbette.
Ancak bu ceza, öğretici olmaktan ziyade hamaseti ve ferasetsiz tepkiyi besleyici rol oynadı bazıları için. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” anlayışına sahip bazı çevreler, hamasi “adaletsizlik” ve “Türk düşmanlığı” retoriği sayesinde milli takımı motive edeceğini umut etmiş ve bu nedenle cezayı fırsata çevirmeyi düşünmüş olabilirler. Ancak yaşanan, daha ziyade konsantrasyon ve motivasyon azalması oldu ki bence bu şampiyonada milli takımın en büyük gücü maç boyunca devam eden yüksek konsantrasyonu ve motivasyonuydu oysa… Hollanda’ya karşı alınan yenilgide UEFA cezasının ve bununla birlikte Avusturya maçından sonra ülkede yaşanan tartışmaların olumsuz etkileri medyada bolca konuşuldu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ceza sonrası sergilediği sivri çıkışa ve protesto çağrısına rağmen, büyük bir refakatçı ordusunu yanına alarak Berlin’e giden AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tribünlerde eşi ve oğluyla birlikte maçı izlemesinin etkileri de -yeterince olmasa da- tartışıldı.Sonuç olarak Türkiye, bu süreçten sonra olağanüstü koşullarda sahaya çıktı ve Hollanda’ya yenilerek şampiyonadan elendi... Ancak Hollanda’dan önce Türkler, daha doğrusu Türkçüler yenmişti Türkiye’yi…
Ümmetçilikten Türkiyeciliğe giden süreçte toplumdaki ötekilerin ve sürekli haddi bildirilenlerin temsilciğine oynayan ve oldukça başarılı olan AKP’nin, daha sonra -özellikle MHP ortaklığıyla - bunu terk etmesi, ötekileştiren ve had bildiren bir partiye dönüşmesi sürecini anlayabilmek için futboldan ötesine bakmak gerekiyor…
FUTBOLDAN ÖTESİ…
Milli takımı tutmayan Türkiyelileri adeta ihanetle suçlayan hastalıklı anlayış, milli takım etrafında oluşmasını istediği/beklediği birlik ve beraberlik ruhunu kendi elleriyle yok ederken, futboldan öte bir gerçekliği de bize göstermiş oldu: Bizzat iktidar tarafından yıllardır kutuplaştırılmış bir topluma, varlığını büyük oranda bu kutuplaştırmaya borçlu iktidarın(ihtiyaç duyduğunda) dayattığı bu ruh halinin hastalıklı ve tehlikeli oluşu bir yana, birlik ve beraberliğin bu tavır ve söylemler sayesinde sağlanmasının ve korunmasının imkansızlığı da açıktır. Politik kariyerini büyük oranda toplumun bir kesimini ötekileştirme ve hatta düşmanlaştırma stratejisi üzerine kurmuş bir liderin, o tribünlere çıktığında milli takımın yarattığı birlik ve beraberlik ruh haline katkısı veya zararı ayrıca tartışma konusudur… İktidar yolunda her türlü manevi değeri araçsallaştırma yöntemiyle zirveye tutunmuş bir siyasi aktörün ve çevresindekilerin, bu yöntemlerin artık pek işe yaramadığını görmemesi ise ayrı bir sorun olarak ortada duruyor Ümmetçilikten Türkiyeciliğe giden süreçte toplumdaki ötekilerin ve sürekli haddi bildirilenlerin temsilciğine oynayan ve oldukça başarılı olan AKP’nin, daha sonra - özellikle MHP ortaklığıyla - bunu terk etmesi, ötekileştiren ve had bildiren bir partiye dönüşmesi sürecini anlayabilmek için futboldan ötesine bakmak gerekiyor… ama yeterince uzayan bu yazıda bu konuda sadece birkaç söz ederek bitirmek istiyorum.
Buna niyeti olan kaç kişi var ve günümüz koşullarında bunu başarırlar mı bilinmez, ama bunu başarırsa en iyi Türklerin, daha doğrusu Türkçülerin başaracağını 2024 Avrupa Futbol Şampiyonasında milliyetçilerin performansından yola çıkarak bir kez daha görmek mümkün oldu. Bir kez daha, birlik ve beraberliği bozan da bölen de Türkçüler oldu, açıkçası…
YIKARSA TÜRKİYE’Yİ TÜRKLER YIKAR!
Sözde, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini her şeyin üstünde tutanlar, daha doğrusu içi boşatılmış bu klişeyi dillerine pelesenk edenler, ilelebet yaşaması için güya varlıklarını armağan ettikleri ülkenin, milletin ve devletin bölünmesi veya yıkılması konusunda ne Kürtlerden ne herhangi bir gayri-Türk etnik gruptan ne onların hak savunucularından ve hattane de ayrılıkçı siyasetçilerden korksunlar. Buna niyeti olan kaç kişi var ve günümüz koşullarında bunu başarırlar mı bilinmez, ama bunu başarırsa en iyi Türklerin, daha doğrusu Türkçülerin başaracağını 2024 Avrupa Futbol Şampiyonasında milliyetçilerin performansından yola çıkarak bir kez daha görmek mümkün oldu. Bir kez daha, birlik ve beraberliği bozan da bölen de Türkçüler oldu, açıkçası… Konumuz futbol ve güncel durum olmasa daha iyi bir örnek olarak Osmanlı’yı Osmanlıcıların değil, asıl Türkçülerin yıktığını hatırlatmak isterim, ancak konuyla daha dolaysız ilgili olan bu örnek üzerinden bu meseleyi tartışmayı başka yazılara bırakmak durumundayım…
İlginizi Çekebilir