© Yeni Arayış

Türkiye’nin enflasyon çıkmazı: Yük kimin omuzunda?

Enflasyonun yükü sadece emekçinin sırtına bırakılırken, yüksek kâr elde eden sektörlerin ve şirketlerin dokunulmaz kalması kabul edilemez. Gıda, enerji ve temel tüketim mallarında fahiş kârlar elde eden şirketlere ek vergilendirme yapılması artık bir zorunluluk haline geldi.

Türkiye’de ekonomik bir kasırga gibi esen enflasyon ve hayat pahalılığı, milyonlarca insanın omuzlarına ağır bir yük bindiriyor. TÜİK’in Aralık 2024 verilerine göre, yıllık %44,38’lik enflasyon oranı sadece bir istatistik değil, halkın her gün hissettiği sert bir gerçek. Bu gerçek, ekmek almaktan faturaları ödemeye kadar yaşamın her alanına dokunuyor. Ama bu yükü gerçekten kim taşıyor? İşte tam da burada büyük bir adaletsizlik ortaya çıkıyor.

Hayat Pahalılığı: Sessiz Bir Erozyon

Hayat pahalılığı, yalnızca fiyatların artışı değil, aynı zamanda gelirlerin bu artışın gerisinde kalması. Bu sessiz erozyon, satın alma gücünü eriterek, insanların hayat standardını günbegün aşağı çekiyor. Artık aynı parayla daha azını alabiliyoruz. Marketteki etiketler değişiyor, ama cüzdanımızdaki para değişmiyor. Bunun adı, ekonomik kriz değilse nedir?

Çalışanların Omzundaki Baskı: Adalet Nerede?

Yeni yılda asgari ücrete %30, memur ve emekli maaşlarına %11,5 ila %15,75 arasında zam yapılması planlanıyor. Ancak bu zamlar, 21.083 TL’lik açlık sınırı ve 68.675 TL’lik yoksulluk sınırı karşısında bir teselli ödülünden öteye gidemiyor. Ücret artışlarında “beklenen enflasyon” baz alınırken, markette ve pazarda “gerçekleşen enflasyon” halkın karşısına bir duvar gibi çıkıyor. Bu adaletsizlik, sorulması gereken bir soruyu beraberinde getiriyor: Enflasyonla mücadelede neden yalnızca çalışanlar fedakarlık yapıyor?

Aşırı Kâr Edenlerin Vergilenmesi Şart

Enflasyonun yükü sadece emekçinin sırtına bırakılırken, yüksek kâr elde eden sektörlerin ve şirketlerin dokunulmaz kalması kabul edilemez. Gıda, enerji ve temel tüketim mallarında fahiş kârlar elde eden şirketlere ek vergilendirme yapılması artık bir zorunluluk haline geldi. Bu adım, sadece sosyal adaleti sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda kamu kaynaklarını artırarak daha etkili bir enflasyon mücadelesine zemin hazırlar. Halkın alım gücü her geçen gün azalırken, bir avuç insanın servetlerine servet katması ekonomik bir ahlaksızlık değil de nedir?

Türkiye’nin ekonomik sorunları çözüm bekliyor, ama bu çözüm yalnızca emekçilerin fedakarlığıyla sağlanamaz. Hayat pahalılığıyla mücadelede adil bir paylaşım şart. Aşırı kâr edenlerin vergilendirilmesi, stratejik sektörlerde reformlar yapılması ve çalışanlara daha adil ücret artışlarının sağlanması gerekiyor.

Yoksullaşmanın Sosyal Bedeli

Eğitim harcamalarının %91,64 oranında artarak en çok zamlanan harcama grubu olması, gençlerin geleceğini karartıyor. 0-17 yaş grubu her 100 çocuğumuzdan 39’u yoksulluk ve sosyal dışlanma riskini yaşıyor.  Dar gelirli aileler çocuklarını okula gönderemezken, toplumun sosyal dokusu da hızla çözülüyor. İnsanlar artık yalnızca bir sonraki ayın faturalarını düşünmekle meşgul; geleceğe dair umutlarını kaybediyorlar.

Birlikte Omuz Vermenin Zamanı

Türkiye’nin ekonomik sorunları çözüm bekliyor, ama bu çözüm yalnızca emekçilerin fedakarlığıyla sağlanamaz. Hayat pahalılığıyla mücadelede adil bir paylaşım şart. Aşırı kâr edenlerin vergilendirilmesi, stratejik sektörlerde reformlar yapılması ve çalışanlara daha adil ücret artışlarının sağlanması gerekiyor. Enflasyonla mücadele, yalnızca rakamlar ve hedeflerle değil, halkın günlük yaşamına dokunan somut adımlarla mümkün olur.

Bu bir çağrıdır: Herkes taşın altına elini koymalı. Çünkü adalet, yalnızca kelimelerde değil, yaşamın kendisinde olmalıdır. Unutmayalım ki yükü hep aynı omuzlar taşırsa, sonunda o omuzlar çöker. Ve çöken omuzlar, sadece bireylerin değil, bir ülkenin çöküşünü getirebilir.

Türkiye, daha adil bir yük paylaşımı için harekete geçmeli. Çünkü bu yük, yalnızca çalışanların omzuna bırakılamaz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER